SEN ANLAT KÖŞESİNİN KONUĞU
PROF.DR. BİNNUR YEŞİLYAPRAK
MUTLU AŞK YOK MUDUR?
AŞK ÜÇGENİ NEDİR?
AŞK PATOLOJİ MİDİR?
"ZAMANSIZ AŞK GÜNLÜKLERİ"NİN YAZARI BİNNUR YEŞİLYAPRAK, AŞK ÜZERİNE SORULARIMIZI YANITLADI
"AŞK ÖYKÜMÜZÜ KENDİMİZ YAZARIZ"
"ZAMANSIZ AŞK GÜNLÜKLERİNDE AŞK DENEYİMİNDE KENDİMİ VE İNSANI ANLAMAYA ÇALIŞTIM"
" ÜÇGEN AŞK KURAMI: TUTKU, BAĞLANMA, YAKINLIK"
"AŞK BİLİNÇDIŞI BİR SEÇİME BAĞLIDIR"
"HORMONLAR VARKEN AYI DA GÖZÜMÜZE HOŞ GÖRÜNEBİLİR"
"KADIN VE ERKEĞİN AŞKI YAŞAYIŞI FARKLI"
Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak
NEVİN BİLGİN
Psikolojik Danışman Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü eski PDR Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr Binnur Yeşilyaprak'la yeni çıkan kitabı "Zamansık Aşk Günlükleri", aşk ve aşkın psikolojisi üzerine konuştuk. Hem şiir tadı taşıyan, hem de insanın kendisini öğrenme yolculuğuna katkı sağlayacak röportajı büyük bir zevkle okuyacaksınız.
AŞKIN TANIMI
Yeşilyaprak'ın sorulara yanıtları şöyle:
Soru: Aşkı psikolojik açıdan nasıl
tanımlıyorsunuz? Zamansız Aşk Günlükleri bu konuda ne gibi farklı bakış açıları
sunuyor?
Sanırım yanıtlaması en zor soru ile başladık!. Kolayca yanıt
vermek mümkün değil. Aşk, tanımlanması güç ve öznel olan bir fenomen çünkü. Aşkın,
özünü tam olarak yakalayabilecek herhangi bir kesin tanım pek mümkün değildir.
Doğal bir durum olan aşk; yaşanan, deneyimlenen, tadı çıkarılan ve acısı
çekilen bir duygu halidir. Onu içinizde, bedeninizde iken anlarsınız.. Aşkın ne
olduğu ne bilimsel, ne entelektüel terimlerle tam olarak açıklanamaz, hep bir
şeyler eksik kalır kanımca.
İşte ‘aşk günlükleri’ bir bakıma bu noktayı temel alıyor..
Diğer bir ifade ile aşkı, yaşanırken anlama ve anlamlandırma çabası
diyebilirim.. Ben bu kitapta kendi gerçekliğimden yola çıkarak yaşadığım bir
AŞK deneyiminde kendimi ve insan’ı anlama çabamı sürdürüyorum.. Bunu da olgun
yaşımda ve psikoloji alanındaki akademik kariyerimin bana sağladığı donanım ile
yapmayı deniyorum.
Soru: Aşkın, insan psikolojisi üzerindeki
etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu etkiler, bireylerin ruh sağlığını
nasıl şekillendirir? Aşk bir patoloji mi, hastalık mı?
Öncelikle ben insanı anlama konusunda 40+ yıldır öğrenen ve
öğreten bir akademisyen olarak yaşadığım aşk deneyimiyle şunu kabul ettim ki;
aşkı deneyimlemeden insan psikolojisini anlamak pek mümkün olamaz!.
Ruh sağlığı alanında çalışan tüm profesyoneller için de
geçerli olduğunu düşünüyorum bu saptamanın.. Çünkü ‘insan duygusal bir
varlıktır’ ve davranışlarımızı yöneten genellikle duygularımızdır. Aşkı
yaşarken duyguların gücünü gördüm. Duyguların insanı –aklına rağmen- nasıl
tutsak edebileceğini anladım.
Ünlü felsefeci Schopenhaouer’ın itiraf ettiği gibi; “Aşk, kendisini bana zorla kabul ettirdi!”
Aşk bir patoloji/bir hastalık mı diye bakıldığında;
‘normal’in ne olduğu- nasıl tanımlandığına bağlı olarak yanıtlanabilir bu soru.
Fizyolojik açıdan bakıldığında organizmanın olağan denge durumu bozulur aşık
olunca.. Duygusal açıdan yoğun bir coşku hali yaşanır. Yaşamın her zamanki
anlamı ve dünyaya bakış açısı değişir.. Bütün bu değişimlere bakarak genel bir
yaklaşım olarak aşkı; bir patoloji olarak görme eğilimi yaygındır. Bir ‘mani’
haline benzer. Gördüğümüz gerçeklere yüklediğimiz anlamlar değişir yani
kendimize özgü bir algı çerçevesi yaratırız vb.
“Düşünüyorum, öyleyse
varım” diyen Descartes’e inat; Aşk, içeri girerken aklı dışarıda bırakır..
Sokrates, ( Phaedrus’ta deliliği tartıştığı bölümde) “Delilik; cennetin bir armağanı olarak en
büyük kutsanışı bize getiren kanaldır” der ve aşkı da ‘tanrısal bir delilik’
olarak ayırt eder.
Prof.Dr. Binnur Yeşilyaprak
Soru: Sternberg’in Üçgen Aşk Kuramı (Tutku,
Bağlanma ve Yakınlık) hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu kuramın farklı aşk
türlerine dair sunduğu perspektiflerin gerçek yaşamdaki karşılıkları nelerdir?
Aşk üzerine pek çok farklı görüş ve geliştirilmiş kuram var
kuşkusuz. R.J.Sternberg’in çalışmaları
dikkate değer ve en çok bilinen kuramlardandır. Seksenli
yıllarda aşkın üç bileşenli bir yapısı olduğunu ileri sürerek bu bileşenlerin
farklı bileşimleri ile sekiz farklı aşk türünden söz etmiştir. Bu türlerin
günlük yaşamda yakın/romantik ilişkilerde karşılıklarını görmek mümkündür
kuşkusuz. Ancak yine de aşkın çok öznel bir deneyim olduğu kabul edildiğinde bu
türlerle sınırlamak ne derece geçerlidir? Bu nokta tartışıldığı için Sternberg
de sonraki çalışmalarında aşkı farklı bir boyuttan ele alıp araştırmalarını
sürdürmüştür.
Soru: Sternberg’in ‘Aşk Bir Öyküdür’ adlı
kitabında belirttiği gibi, insanlar kendi aşk hikayelerini nasıl yazarlar? Bu
süreç bireylerin aşk deneyimlerini nasıl etkiler?
Evet, Sternberg önceki kuramından yaklaşık 20 yıl sonra,
‘kişisel ilişkiler üzerine yeni bir teori’ olarak “Aşk Bir Öyküdür” kitabını
yayınlamıştır. Bence bu süreçte peşine düşülen soru aşkın doğasını anlamada çok
daha kritiktir: ‘Aşık olduğumuz kişilere neden aşık olduğumuz ve bazı insanlara
karşı aşkımızı sürdürürken neden diğerleri için bunu yapamadığımız?”
Bu soruya yanıt bulmak bize kendimize ilişkin çok şey
söyleyebilir. Şöyle bir düşünelim isterseniz:
Aşık olduğunuz kişi- neden o? Neden pek çok kişi varken
etrafınızda ona bağlandınız bir anda?
Onu size çeken ne oldu? O kişi size en uygun kişi miydi?
Ruh ikizinizi bulduğunuzu mu sandınız?
Ondan başkasına aşık olamam gibi mi hissettiniz?
Şöyle bir kendi aşk deneyiminizi düşündüğünüzde bu soruya
‘akılcı’ bir yanıtınız var mı?
Evet, işte Sternberg kitabında, üstteki soruya yanıt arar ve
şu temel düşünceyi ileri sürer:
“Öyküleri
kendimizinkiyle aynı ya da benzer olan, fakat bu öykülerdeki rolleri bizimkini
tamamlayan insanlara aşık olma eğilimi taşırız”
Aşk, gerçekten bir öyküdür ve bu öykünün yazarı, bir başkası
değil, biziz yani aşk öykümüzü kendimiz yazarız!. Kendi yazdığımız öykünün
gerçekliğine inanmaya hazırızdır ve konu aşk ise; mantıklı kanıtlar bile bizi
inandığımız öyküden vazgeçiremez!.
Aşk üzerine sahip olduğumuz ideal öyküyü yazan bilinç değil,
bilinçdışıdır!
Evet, öykünün yazarı
biziz ama bizi yöneten bilinçdışıdır!. Kalemi tutan bilinçtir, öyküyü yazan
bilinçdışı.. Bu yüzden nasıl ki insanların parmak izleri birbirine benziyor
gibi görünse bile, benzersiz ise insanların aşk öyküleri de kendilerine özgüdür,
biriciktir, benzersizdir, birbirinden farklıdır.. Çünkü hepimizin bilinçdışı
materyali kendi yaşadıkları ile oluşur..
TÜRK TOPLUMUNDA AŞK
Soru: Aşkın toplumsal ve kültürel boyutları
nelerdir? Türk toplumunda aşkın algılanış biçimi zamanla nasıl değişti?
Aşk öykümüz bize özgüdür yani bizim doğduğumuz ve içinde
bulunduğumuz toplumda yaşadıklarımızla oluşan bir öyküdür. Her birimiz,
çocukluğumuzdan itibaren, farkında olarak ya da olmayarak AŞK konusunda bazı
algılar ediniriz. Kafamızda belli belirsiz de olsa ‘aşkın ne olduğu ve ideal
anlamda aşkın ne olması gerektiği’ üzerine oluşturulmuş bir fikir vardır..
Hepimiz aşk öyküleri ile büyürüz aslında.. Çocukken anlatılan masallardan tutun
da komşu kızın aşkına, filmlerde gördüğümüz, şarkılarda dinlediğimiz aşklara
kadar pek çok öykü dinleriz büyürken..
Aşk öyküsünü yaratırken kollektif bilinçdışımızda var olan
birikimden de etkileniriz. C. G .Jung’a göre; nesilden nesile aktarılan
masallar, söylenceler ve mitolojiler yoluyla biz farkında olmadan kafamızda bir
‘ideal aşk öyküsü’ yer etmiştir. Bu aşk öyküsüne bir parça ‘uyuyan prensesi
öperek uyandıran beyaz atlı prens’ hayali karışmış, belli belirsiz ‘Kerem ile
Aslı’, ‘Ferhat ile Şirin’, ‘Leyla ile Mecnun’ ve ‘Romeo ile Juliet’ öyküsü
sızmıştır. Yetiştiğimiz coğrafyadaki kültürel bir matris içine yerleştirilmiştir
kafamızdaki aşk öyküsü.
‘Türk toplumunda aşkın algılanış biçimi zamanla nasıl
değişti?’ sorusuna gelince; toplum nasıl değişiyorsa yani kapalı ve toplulukçu
bir yapıdan açık ve bireyci bir yapıya bağlı olarak değişimden söz edilebilir.
Sanal dünyanın aşk anlayışımıza etkisinden söz edilebilir. Bu konu
sosyo-psikolojik olarak uzun uzadıya tartışılabilir kuşkusuz.
Prof.Dr. Binnur Yeşilyaprak
İLİŞKİLERİ İYİLEŞTİRME
Soru: Bağlanma stilleri, romantik ilişkileri nasıl
etkiler? Kendi bağlanma stilimizi tanımak, ilişkilerimizi nasıl iyileştirir?
Bağlanma stilleri; güvenli-kaygılı-kaçıngan olarak
tanımlanır en yaygın biçimde. Bowlby’nin “Bağlanma Kuramı”na göre; yaşamın ilk
iki yılında anne-bebek arasında var olan ilişkiye ve doyuma ilişkin olarak
geliştiği kabul edilir ve bu bağlanma stili kalıcı olarak yetişkinlikteki
yakın/romantik ilişkilere yansır.
Yapılan araştırmalar yakın ilişkilerde/romantik ilişkide bu
görüşün geçerliğini kanıtlıyor. Ben de katılıyorum. Bu görüşte, aşk olgusunda
şu iki nokta öne çıkıyor:
1) İlk yaşlarda bebek; kendi hakkında, diğer kişiler ve dış
dünya hakkında bir algı çerçevesi oluşturur ve bu çerçeve gördüklerini
anlamlandırmada belirleyicidir. A. Adler buna ‘yaşam stili’ diyor; bana göre
bağlanma stili de bunun içinde. .Yani anne ile ilişkiler bunu belirlemede çok
önemli, daha sonra da aile-içi ilişkiler bu algı çerçevesini oluşturuyor.
2) Çocukluktan beri doyurulmayan, bastırılan temel
ihtiyaçları doyurmak üzere yaşam boyu bir umut besleriz ve aşık olduğumuz kişi
bizim ihtiyaçlarımızı doyuracağını sandığımız kişidir!. O kişiyi sahip
olduğumuz öyküye uydurmaya çalışırız; gerçeği kurgu ile değiştiririz. Sıradan
basit bir olaya biz çok farklı anlamlar yükleriz. Gördüklerimizi kendi öykümüze
uyarlarız.
İşte bu yüzden bana göre AŞK, bilinçdışını ifşa eden bir
deneyimdir.. Aşk ilişkisinde kendi bağlanma stilimizi ve bebeklikte
karşılanmayan ihtiyaçlarımızı anlarız! Aşkın bize öğreteceği en önemli şey
budur bence.. Zamansız ‘aşk günlükleri’ kitabımda ben bunu anlatıyorum çünkü
kendi deneyimimde bunu anladım.
Prof.Dr. Binnur Yeşilyaprak
Soru: Modern çağda aşk nasıl evrildi? Teknolojinin
aşk ilişkilerine etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Modern çağda giderek öz doğamızdan uzaklaştığımızı
düşünüyorum. Teknolojideki hızlı gelişmeler tüm yaşamımızı etkilediği gibi
ilişki biçimlerimiz de çok etkiledi. Aşk, doğallığından uzaklaşırsa doğası
bozuluyor bana göre.. Şöyle ki; internetteki ilişki siteleri ‘size uygun
partner’ bulmayı vaat ediyor. Hatta bunun garantisini veriyor! Güzel.. siz de
kendi özelliklerinizi sıralıyorsunuz ve partnerinizde ne aradığınızı
yazıyorsunuz ve buna göre ‘eşleştirme’ yapılıyor. Sonuç tesadüfen olumlu
olabilir bana göre!. Şansa dayalı, bunun garantisi yok.. Neden?
*Biz kendimizi gerçekçi olarak tanımadığımız için yazdığımız
nitelikleri taşımıyor olabiliriz. Genellikle ‘sandığımız kişi değiliz’
çünkü.
*Karşımızdakinde aradığımız nitelikler gerçekten bize uygun
değildir çoğu kez, kafamızda yarattığımız şablonlara uygundur ama gerçekçi
değildir.
* Aşk ilişkisi bilinçli bir seçime değil ‘bilinçdışı’ bir seçime
bağlıdır. Yani bunu akıl ve mantıkla, düşünerek, ölçüp biçerek
yapamayız. Kararı veren bilinçdışıdır ve objektiftir! Subjektif olan biziz!
Bir aşk ilişkisinin hiçbir nesnel, doğru öyküsü yoktur ya da
en azından, bunların hiçbirini bilmemiz mümkün değildir!. Çünkü Pascal’ın
dediği gibi; “Kalbin, kendine has
nedenleri vardır ki, akıl hiçbir zaman anlayamaz..”
Sanal dünyada sanal aşklar ile bence; insanın ve dolayısıyla
aşkın gerçek doğasından ve doğallıktan uzaklaştığı kanısındayım. Her konuda
olduğu gibi biçim ve görüntü ön plana çıkıyor; öz ve anlam önemsenmiyor. Sonuç
olarak kendimizi ‘kandırarak’, meşguliyetler bularak kendimizden kaçarak
yaşanan bir dünya içinde tükeniyoruz!.
KENDİMİZLE TERAPİ VE AŞK
Soru: Öz Terapi kitabınızda bahsettiğiniz
yöntemler, romantik ilişkilerde de uygulanabilir mi? Kendi kendimize terapötik
yaklaşımlar geliştirmek, aşk hayatımızı nasıl şekillendirir?
Öz Terapi kitabımda ben içsel bir kazı yapmaya çalıştım. Hem
‘terapist’ hem ‘danışan’ olarak kendi kendimle uzun süren maraton bir terapi
gerçekleştirmeyi denedim. Bu beni çok şaşırtan ve geliştiren bir deneyim oldu
açıkçası. Bugünüme gelen yolu geriye dönük olarak inceledim ama geçmişi
‘şimdi’ye getirerek ve bastırılan duyguları beden arşivlerimden çıkarmaya
çalışarak ilerlediğim bir süreç yaşadım yedi ay boyunca.
Ben bu süreci psikolojik danışma alanımdaki akademik
kariyerimin bana sağladığı donanımla yürüttüm. Ancak okuyucu da benimle
birlikte bu sırada kendi içsel kazısına başlayabiliyor.. Eğer hazırsa ve buna
istekliyse.. Sürdürebilir mi? Nasıl sürdürebilir? Onu ben bilemem, okuyucunun
kendi donanımı, hazır oluşu, niyeti vb pek çok durum etkileyebilir. Belki bir
terapist eşliğinde bu süreci sürdürebilir. Yine de ben okuyucu
geribildirimlerinden şunu gördüm; bir şekilde kendi ile yüzleşmeye teşvik
ediyor kitap. Bu nokta çok önemli çünkü kendimizi anlayıp farkındalık ve kabul
süreci geliştikçe ilişkilerimizin de olumlu yönde geliştiği bir gerçek.
Soru: Sağlıklı bir ilişki kurmanın temel
dinamikleri nelerdir? Aşk ilişkilerinde dengeli bir iletişim nasıl sağlanır?
Birçoğumuzun kurduğu hayaller “Doğru zamanda, doğru yerde, doğru insanla” karşılaşmak, onunla
dünyanın en güzel aşkını yaşayıp mutlu olmak ile ilgilidir.. Bir çoğumuz
yıllarca bu düş ile yaşarız.. Oysa bu formül baştan yanlıştır: Hiçbir zaman bu
denklemde üçü bir araya gelmez, geldiğini zannettiğimiz durumlarda ise sonuç
hayal ettiğimiz gibi olmaz! Çünkü aşkta
‘doğrular’ı bilinç değil, bilinçaltı seçer ve bizi bir ‘yanılsama’ içine
sokar.. İnandığımız ‘doğrular’ doğru değildir, yanlış da değildir aslında. Sadece
aşkın formülü yoktur. Gerçek aşk; kurallara uymaz, hesaba-kitaba gelmez.. Onun
kendi kuralları vardır, anlaşılmaz!.
Sağlıklı bir ilişki; bu süreç içinde kendini anlamaya
odaklanma ile kolaylaşabilir.. Partnerine karşı açık ve net iletişim kurmakla
kolaylaşabilir. Ortaya çıkan sorunlarda partneri suçlamak yerine kendimizi
sorgulayarak (her iki taraf da) çözüm aramakla kolaylaşabilir.. Yine de
tekrarlamak isterim ki bunun formülü yoktur bana göre, yaşanınca anlaşılır ya
da anlaşılmaz!
Soru: Empatinin romantik ilişkilerdeki rolü nedir?
Empatik iletişim, ilişki sorunlarını çözmede ne kadar etkilidir?
Empati psikoloji alanında tartışılan bir kavram kanımca, Öz
Terapi kitabımda bunu biraz irdeledim. Kendimizi karşımızdakinin yerine koymak
ne kadar mümkün? Onu anladığımıza ilişkin algımız yine bize bağlı yani
sübjektif bir algı. Ancak ne olursa olsun ‘karşımızdakini anlama çabası ve
niyeti’ çok önemli kanımca ve bu da ilişkileri geliştirici bir tutum.
Bence aşk ilişkisinde empati mümkün değil! Çünkü “aşkta; her
biri, ikisidir.” Bu ne demek aşık olan kişi partnerini kendinden ayrı
düşünemez, onu öyle içinde hisseder ki onu kendinden ayrı görüp anlama çabasına
giremez. Onunla güçlü bir özdeşim ve sempati duyar ve bu durum da empatiyi
engeller.
Bu konuda Sternberg’in aşıklar üzerinde yaptığı
araştırmaların bulguları da bu yönde. Yani biz aşık olduğumuz partnerimizin
davranışlarını kendimize göre algılarız, kendi öykümüze göre ona bir rol
biçmişizdir ve onu da bu kalıba sokarız. Bu bize özgü bir ‘yanılsama’dır çoğu
kez ve sonradan bunun ne kadar gerçeklerden uzak olduğunu görerek hayal
kırıklığına uğrarız.
AŞKIN GELECEĞİ
Soru: Gelecekte aşkın nasıl şekilleneceğini
düşünüyorsunuz? Aşk, gelecekte de bugünkü kadar önemli bir yer tutacak mı?
Gelecek, gelince yaşanacak.. bilemiyorum açıkçası ancak
gözlemlerim şu yönde; bu kapitalist sistem, her şeyi tüketmeye odaklı bu
dünyanın bizi de tükettiğini anlamaya başladık.. Bu nedenle yavaş yavaş
kendimize dönme/ kendimizle yüzleşme ve bir anlam arayışı ihtiyacı ortaya
çıkıyor.. Genellikle ‘dibe vurunca’ bir sıçrayış gerçekleşebilir. Bu yüzden
umutluyum. Son iki kitabıma gösterilen ilgi de bu yönde umut veriyor bana.
İnsanın kendini anlaması için AŞK önemli bir deneyim ve insan doğasını özgür
bırakabilirsek aşk hep yaşanacaktır. Bence aşk, hayata anlam katan çok güçlü
bir duygu.
HORMONLAR, HORMON ETKİSİYLE AYIYA AŞK
Soru: Aşk hormonlarla mı ilgilidir sadece, hormonlar yüksekken
gerçekten bir insan ayıya bile aşık olabilir mi, ne düşünüyorsunuz?
Son yıllarda nörobilim alanında yapılan çalışmalar aşık
olunca bedendeki ve beyindeki işleyişi laboratuvar ortamındaki incelemelerle
saptayabiliyor. Bulgular bize aşık olunca organizmanın tümünü etkileyen
değişimler olduğunu, beynin bazı bölgelerinde aktivitenin artarken bazı
bölgelerin baskılandığını gösteriyor. Özellikle hormonal sistemde bazı
farklılaşmalar ortaya çıktığını gösteriyor.
Ancak şu soruyu sorabiliriz: Aşık olduğumuz için mi bu
değişiklikler ortaya çıkıyor yoksa bu değişiklikler ortaya çıkınca mı aşık
oluyoruz?
Bence sorunun ilk kısmı geçerli, yine de hormonlar bir
şekilde enjekte edildiğinde ayı da gözümüze daha sempatik görünebilir!
KADIN VE ERKEĞİN AŞKA BAKIŞI
Soru: Erkek ve kadının aşka bakışı farklılık
taşıyor mu? Nasıl bir farklılık bu? Aşkın yaşı var mı, aşk kaç kere
insanın başına gelebilir?
Erkek ve kadının aşka bakışı da aşkı yaşayışı da farklı bana
göre. Bunda hem genetik yapının hem de kültürün ortaklaşa etkisi olduğunu
düşünüyorum.
Aşkta türe özgü işlev olarak üreme ve türün devamını
sağlayacak genetik bir programlama var. Tüm canlılarda böyle bu. Hayvanlarda da
‘yakınlaşma ve ilişki kurma’nın doğasında bu işlevin geçerli olduğu kabul
ediliyor. Yani insanda da aşk olgusunun bu temel ve belki de ilkel
diyebileceğimiz doğal yazılıma bağlı olduğu söylenebilir. Hormonlar buna göre
programlandığı için kişi kaç yaşında olursa olsun (üreme yaşı geçmiş de olsa)
aynı sistem aktif hale gelir bedende.
Bu yüzden ben Zamansız kitabımda bunu vurguladım “Bütün
aşklar ergendir” diye.. Diğer bir ifade ile ergenlik çağında beden üreme
işlevini yapacak gelişime ulaştığı için genetik programımız buna ayarlıdır.
Cinsel ihtiyaç, bu yaşlardan itibaren karşı cinsle birleşmeye ayarlıdır. Ancak
bu ihtiyacın bizim coğrafyada yaşamakta
olanlar ya da benzer toplumlarda; bu konuda erkeklere özgürlük tanınırken
kadınlara baskı uygulanır..
Bunun sonucu kadınlar bu tip ilişkilerde kendilerini
baskılamak zorunluluğu hissederler ve aşk konusunda da daha çok kaygı duyup
kendileri ile mücadele ederler. Elbette doğal olarak böyle bir ilişki kadına
hem biyolojik yapısı hem de toplumsal baskı nedeniyle çok daha fazla sorumluluk
yükler. Çünkü bir aşk ilişkisinde olası bir cinsel birleşmede kadının hamile
kalması söz konusudur; dokuz ay hamilelik, doğum, lohusalık ve bebeğin
sorumluluğu vb gibi durumları yaşamak gerekebilir. Bu durumlarda erkek sorumluluk
almak istemezse tüm süreci kadın tek başına yaşamak zorunda kalabilir. Üstelik
bu yaşanacaklarda toplumun kadına bakışı kültürel olarak ‘yargılayıcı’ iken
erkek kendini özgür hisseder.. Bu yüzden kadınlar aşk olgusuna daha ‘temkinli’
yaklaşma yönünde bir baskı hissederler.
Kimdir?
Hacettepe Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik alanında 1983'te yüksek lisans, 1988'de doktora derecelerine aldı.
1991-1992 Eğitim Öğretim yılında ABD'de doktora sonrası çalışmalarını sürdürdü. 1995'te Doçent oldu. 1980'den itibaren görev yaptığı Gazi Üniversitesi'nden 2002'De ayrıldı. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi'ne Profesör olarak geçti. Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Anabilim Dalı'ndaki görevini2017'de emekli oluncaya dek sürdürdü.
2010-2011 Eğitim Öğretim yılında ABD'deki Penn State Üniversitesi'nde konuk öğretim üyesi olarak 12 ay bulundu. Yeşilyaprak'ın uzmanlık alanında yazdığı tek ya da ortak yaarlı 14 kitabı, çeşitli bilimsel dergilerde yayınlanmış 100'ü aşkın makalesi bulunmaktadır.
35'i uluslararası olmak üzere 100'den fazla kongrede bildiri sunmuş olan Yeşilyaprak birçoğunda "çağrılı konuşmacı" olarak yer almıştır. İlgi alanları arasında gençlik sorunları, gelişim rehberlik, kariyer gelişimi ve mesleki rehberlik, mesleki etik, aile rehberliği gibi konular bulunmaktadır.
Yeşilyaprak, 2002-2008 arasındaki Türk PDR-DER'in genel başkanlığı görevini yürütmüştür.
Yeşilyaprak'ın kitaplarından bazıları:
Zamansız Aşk Günlükleri, Öz Terapi İçsel Bir Kazı, Okullarda Rehberlik ve Psikolojik Danışma Uygulamaları, Eğitim Psikolojisi, Etik ve Yasal Konular, Eğitimde Rehberlik Hizmetleri, Dans ve Hareket Terapisi, Çalışan Anne ve Çocuk, Damla Söyleşiler, Mesleki Rehberlik ve Kariyer Danışmanlığı,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder