1 Temmuz 2024 Pazartesi

 

 

YOKSA SİZ BİZİM AMERİKANLAŞTIRDIKLARIMIZDAN DEĞİL MİSİNİZ?

“DÜNYANIN AMERİKANLAŞTIRILMASI”NDAN AMERİKA’DAKİ “HHMM SENDROMU”NA

HOLLWOOD, MİCROSOFT, HARVARD VE MC DONALD’S

 



 

NEVİN BİLGİN

Dünyada, Amerikan etkisini en fazla 2. Dünya Savaşı sonrasında görmek mümkündür. Önce ekonomik, daha sonra eğitim, kültür, yönetim şekilleri her alanda dünya Amerikanlaşmayı hissederek ya da hissetmeyerek gitmiştir. Japonya gibi kültürün çok egemen olduğu ülkede bile pirinçten mısıra, ekmeğe doğru bir geçiş yaşanması Amerikan bu dönüşümü sağlamada ne kadar başarılı olduğunu da göstermektedir. Hatta, Amerika’da HHMM Sendromu denilen bir durumun oluşmasına kadar süreç gitmiştir.

Türkiye’de eğitimde yaşanan değişimler, Anadolu liselerinin kurulmasından, teknik üniversitelerin kurulmasına, Amerikan yönetim tarzına uyumlu bürokratların yetiştirilmesine, üniversitelerde kürsülerin kurulmasına, besin ve para yardımlarına kadar yaşanan pek çok değişim de dünyanın Amerikanlaştırmasıyla birlikte paralellik göstermektedir. Bu değişimlerin kimisi olumlu etkiler yaratırken, özellikle ekonomik ve dış politika temelli olanları bugün de tartışma konusu olarak yerini korumaktadır.

Makine, İş, Kapitalizm ve İnsan Kitabı

Prof.Dr. Ahmet Alpay Dikmen’inMakine, İş, Kapitalizm ve İnsan” kitabı iş, yabancılaşma, meta fetişizmi, tüketim çılgınlığı, kontrol ve iktidar kavramları yanında dünyanın nasıl Amerikanlaştırıldığını da örnekleriyle anlatmaktadır. Kitaba göre, özellikle 2.  Dünya Savaşı Sonrası’nda başlayan Amerika’nın ekonomik üstünlüğünün etkisiyle başlayan dünyada ve Türkiye’de Amerikanlaşmaya giden yol konusunda şunları söyleyebiliriz:

Yönetim Bilim Değil Sanat: II. Dünya Savaşı sonrasında, yönetim yazınında ve siyaset felsefesinde teknik ve bilimsel doğruların yetersizliği tartışılmaya başlanmıştır. Yönetim artık bir 'bilim' değil, 'sanat' olarak tanımlanmakta ve yönetim-siyaset ayrımı eleştirilmektedir. Bu dönemde ticaret paradigması ön plana çıkmış, yurttaş yerine şirket özne olarak kabul edilmiştir. Uluslararası ticaret ve yatırım önem kazanmış, yönetim yazını 'şirket' merkezli bir hale gelmiştir.

3 Ana Eksenli Dünya

Savaş sonrasında, ABD, Avrupa ve Eski Sömürge Ülkeleri dünyada 3 ana ekseni oluşturmaktadır.

Amerika savaşa topraklarıyla katılmamış ancak üretim olanaklarını geliştirip büyük miktarda gıda stoku yapmıştır. Savaşın galibi olarak üretim fazlasını eritme ihtiyacı doğmuş ve bu süreçte dünya ekonomisinde lider konuma yerleşmiştir.



ABD’nin Bretton Woods Sistemi’ndeki rolü, üretim fazlalarını çevre ülkelere akıtarak bu fazlaların ülke içinde kriz yaratma potansiyelini ortadan kaldırmak ve gelişmekte olan ülkeleri ucuz Amerikan gıdasına alıştırmaktı. Bu yardımlar, ABD'nin iki temel amacını ön plana çıkarmaktaydı. İlki sosyalist hareketlerin önüne geçmekti. Fakirlik ve savaş sonrası açlık koşullarında güçlenen sosyalist hareketlerin önüne geçmek ve ABD ürünlerine alışmış uluslararası bir tüketici kitle yaratmayı amaçlıyordu.

Amerikan ürünlerine alışmış tüketici kitlesi yaratılması, Amerikalı Senatör George McGovern'ın 1964'teki konuşmasında belirttiği gibi, "Bugün yardım ettiğimiz insanlar yarın bizim müşterilerimiz olacaktır” sözleriyle özetlenmekteydi.

Avrupa, savaştan harabe olarak çıkmış, gıda stokları tükenmiş ve yeniden imar faaliyetlerine ihtiyaç duymuştur. Bu dönemde Avrupa’nın en büyük avantajı bilgi birikimi yüksek insan gücü olmuştur. Savaş sonrası dönemde ABD gıda yardımları ve ucuz kredilerle Avrupa'nın yeniden imarı desteklenmiştir.

Eski Sömürge Ülkeleri, bağımsızlıklarını kazandıktan sonra, sanayileşmek ve gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşmak istemişlerdir. Ancak, bu ülkeler sanayileşmeden uzak, hammaddeleriyle gelişmiş ülkelere hizmet etmişlerdir. Bağımsızlık sonrası kalkınma istekleri, Batılı ülkelerle yeni bağımlılık ilişkilerine yol açmıştır. Bu yeni bağımlılık ilişkisi, kalkınma çabalarının merkezine oturmuş, uluslararası ticaret ve piyasa mekanizmaları üzerinden şekillenmiştir.

II. Dünya Savaşı sonrası dönemde dünya, ekonomik ve kültürel anlamda Amerikanlaşma sürecine girmiş ve bu süreç sadece ekonomik değil, aynı zamanda kültürel bir dönüşümü de beraberinde getirmiştir. Azgelişmiş ülkelerde, özellikle Bretton Woods Sistemi döneminde, ekonomik bağımlılığın yanı sıra kültürel bağımlılık da artmıştır. Bu süreçte yeni bir elit kesim oluşturulmuş ve kalkınma politikaları, ulusal planlama ve ithal ikameci ekonomi modelleri üzerinden şekillendirilmiştir

 

Bretton Woods Sistemi

1944'te ABD'nin Bretton Woods kasabasında düzenlenen Birleşmiş Milletler Para ve Finans Konferansı'nda, dünya para sistemi değiştirilmiş ve altın karşılığı olan tek para birimi ABD doları ilan edilmiştir. ABD, bu sistemin 'ağası' konumuna gelmiş, sistemi fonlayarak hem Avrupa’nın hem de eski sömürge ülkelerinin kalkınma taleplerine çare üreten bir süper devlet olmuştur. Bu sistemle birlikte IMF ve Dünya Bankası kurulmuş, düşük faizli kredilerle yeniden imar ve kalkınma desteklenmiştir.

Marshall Planı

Savaş sonrası, ABD’nin üretim fazlası gıda yardımları ve ucuz krediler, Avrupa ve gelişmekte olan ülkelerin imdadına yetişmiştir. Bu yardımlar, ABD Dışişleri Bakanı George C. Marshall’ın adıyla anılarak Marshall Yardımları olarak bilinmektedir. ABD’nin bu yardımlarla iki temel amacı vardır: Avrupa’yı ve eski sömürge ülkelerini kalkındırarak sosyalizme kaymalarını engellemek ve Amerikan üretim fazlasına yeni pazar olanakları yaratmak. Bu doğrultuda gıda yardımları, süt tozu yardımları yapılmış, ülkelerin beslenme şekilleri bile bu doğrultuda değişmeye başlamıştır. Uzakdoğu’da daha pirinç yerine ekmek ve diğer tahılları kayma yaşanmıştır.

Dünya Savaşı'nın ardından Japonya, Amerikan işgali altına girmiştir. Bu süreç ülkenin beslenme alışkanlıklarında da önemli değişikliklere neden olmuştur. Özellikle Amerikan etkisiyle birlikte Japonlar, geleneksel olarak pirinç ağırlıklı olan diyetlerinden uzaklaşarak mısır ve diğer tahıllara yönelmeye başlamıştır.

Prebisch ve ECLA’nın Katkıları

1940’ların sonlarından itibaren David Ricardo’nun ‘Mukayeseli Üstünlükler Yasası’ (Karşılaştırmalı üstünlükler teorisi, iktisat biliminde bir grubun bir malı göreceli olarak daha az maliyetle üretebildiği bir durumda ticaretin ticaret yapan iki taraf için de nasıl faydalı olacağını anlatır. Önemli olan üretimdeki mutlak maliyetler değil fakat fırsat maliyetidir) eleştirilmeye başlanmıştır. Bu eleştirilerin başında, Arjantinli iktisatçı Raul Prebisch ve ECLA (Latin Amerika için Birleşmiş Milletler Ekonomik Komisyonu) gelmektedir. Prebisch ve arkadaşları, uluslararası ticarette eşitsizliklerin ve hiyerarşinin ortaya çıktığını öne sürerek, azgelişmiş ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasındaki ticaret hadlerinin eşitlenemeyeceğini savunmuşlardır.


Eşitsiz Mübadele Sistemi

Eşitsiz mübadele, sanayi malları ile hammadde ve yarı mamul malların fiyatları arasındaki büyük uçuruma dayanmaktadır. Bu sistem, azgelişmiş ülkelerden gelişmiş ülkelere kaynak transferini ifade eder. Sanayi mallarının pahalı, hammaddelerin ise ucuz olması, azgelişmiş ülkelerin ticaret aleyhine sonuçlanmaktadır. Örneğin, bir makine almak için yüzlerce ton buğday göndermek zorunda kalmaları, bu eşitsizliğin açık bir göstergesidir.

İthal İkameci Model

ECLA, bu tür bir uluslararası ticaret sistemine karşı azgelişmiş ülkelere, yerli sanayiyi korumak ve geliştirmek amacıyla ithalatı en düşük düzeyde tutarak ihracatı artırmaya yönelik ulusal korumacı ekonomi modellerini önermiştir. Bu modeller altında, azgelişmiş ülkeler kalkınmalarını planlayarak gelişmiş ülkeleri yakalama şansına sahip olabileceklerini savunmuştur.

Bağımlılık Okulu

Prebisch'in yaklaşımları, daha sonra bağımlılık okulu olarak bilinen ve dünyayı merkez-çevre şeklinde analiz eden teorik yaklaşımlara temel oluşturmuştur. Bu okul, eşitsiz mübadele temelinde gelişmiş ve dünyayı yapısalcı bir analizle ele almıştır. Bu okulun önemli isimleri arasında Paul Baran, Paul Sweezy, Andre Gunder Frank, Arghiri Emmanuel, Samir Âmin ve Immanuel Wallerstein bulunmaktadır.

Eğitim Kurumlarının Etkisi

II. Dünya Savaşı sonrası Amerika’nın birçok ülkede eğitim modelleri üzerinde de etkili olduğu görülmektedir.

Türkiye'de Amerika Birleşik Devletleri ile yakınlaşmayla birlikte Köy Enstitülerinden vazgeçmiş, yeni kurulan eğitim kurumları, özellikle Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ve Karadeniz Teknik Üniversitesi gibi, Amerikan Ford Vakfı'nın yardımlarıyla İngilizce eğitim veren kurumlar olarak ortaya çıkmıştır. Ayrıca, Maarif Bakanlığı Kolejleri (sonradan Anadolu Liseleri'ne dönüştürülenler) ve diğer okullar da Amerikan yardımları ve Amerikan eğitim modeline göre şekillendirilmiştir.

Yeni Sistem ve Amerika’nın Ekonomik Üstünlüğü

Sosyalizm ve kapitalizm arasındaki çatışma, insan ilişkilerinin büyük ölçüde kısıtlanmasına yol açmıştır. Savunma sanayiine büyük yatırımlar yapılmış ve uzay keşifleri gibi alanlarda da ilerlemeler kaydedilmiştir. II. Dünya Savaşı sonrası kurulan Bretton Woods Sistemi, Amerika Birleşik Devletleri'nin ekonomik üstünlüğünü sağlamıştır. Bu sistem, uluslararası ekonomik iş birliğini teşvik eden ve döviz kurlarını ABD dolarına sabitleyen bir çerçeve sunarak para birimlerinin istikrarını sağlamıştır.

Einstein’in Teorilerinin Etkisi

Albert Einstein'ın teorileri, özellikle görelilik teorisi, madde, enerji, uzay ve zaman arasındaki ilişkileri yeniden tanımlayarak bilimsel anlayışı köklü bir şekilde değiştirmiştir.

Simon, Taylor ve Sistem Yaklaşımı

Yönetim şekli de bu yeni sistem doğrultusunda değişim göstermiştir.

Yönetim düşüncesinin evrimi, farklı zamanlarda ortaya çıkan düşünce akımları ve bilimsel gelişmelerle şekillenmiştir.

Herbert Simon'a göre, karar verme sürecinde bireyler ve örgütler sınırlı bilgi ve zamanla karşı karşıyadır. Bu durum, tamamen rasyonel olmanın mümkün olmadığını ve kararların genellikle doyum arayışı çerçevesinde yapıldığını ortaya koymaktadır.

Frederick Taylor ise yönetim bilimine katkılarıyla tanınır. Taylor, iş süreçlerini en etkin şekilde düzenlemeye odaklanmaktadır. Taylor'un yaklaşımı tek doğru ve evrensel bir çözüm arayışından ziyade, spesifik durumlar için uygun yöntemlerin bulunması gerektiğini vurgulamaktadır.

Bilimsel ve teknolojik gelişmeler de yönetim düşüncesini derinden etkilemiştir. Einstein'ın görelilik teorisi, kuantum fiziği ve atom çağı gibi gelişmeler, sistemik düşünceyi ve analiz yöntemlerini yönetim ve bilim dünyasına entegre etmiştir.

Bu dönemde modernlik eleştirisi ise Martin Heidegger ve diğer düşünürler tarafından modern bilimin ve teknolojinin getirdiği metafiziksel sorunları sorgulanmaktadır.

Bilim ve Toplumsal Eşitsizlikler

Günümüzde bilim ve teknoloji, insanlığın yaşamında merkezi bir rol oynamaktadır. Ancak, bu gelişmelerin etkileri sadece pozitif değildir; aynı zamanda kültürel ve sosyal yapılar üzerinde derin etkiler yaratmaktadır. Bilimsel ve teknolojik ilerlemeler, insanın kendi yaşamını ve çevresini anlama ve kontrol etme yeteneğini dramatik bir şekilde artırmıştır. Ancak, bu süreçlerin yan etkileri ve etik boyutları da kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Bilim ve teknoloji, modern toplumların inşasında kilit bir rol oynamıştır. Sanayi Devrimi ile başlayan bu süreç, insanın doğayı ve kaynakları kontrol etme yeteneğini köklü bir şekilde değiştirmiştir. Teknolojik ilerlemeler, üretim ve iletişimde devrim yaratmış, yaşam standartlarını yükseltmiş ve bilgiye erişimi kolaylaştırmıştır. Bununla birlikte, bu süreçler beraberinde çevresel sorunlar, kaynak tükenmesi ve toplumsal eşitsizlik gibi yeni sorunlar da getirmiştir.

Neoliberalizmin Etkileri

II. Dünya Savaşı sonrası dönemde, uluslararası ekonomik yapılanmada neo-liberal politikaların yükselişi gözlemlenmiştir. Bu politikalar, devletin ekonomik planlama ve kalkınma politikalarından vazgeçerek, piyasa dinamiklerine ve şirketlerin inisiyatifine daha fazla odaklanılmasını savunmaktadır. Bu durum, özellikle azgelişmiş ülkeler için ekonomik büyüme stratejilerinin şekillenmesinde yeni zorluklar ve fırsatlar ortaya çıkarmaktadır.

Uluslararası Ticaret ve Azgelişmiş Ülkeler

Azgelişmiş ülkeler, uluslararası ticaretin kural ve şartları tarafından belirlenen sınırlamalarla karşı karşıyadır. Uluslararası ticaretin belirlediği bu kurallar, bu ülkelerin ekonomik büyüme potansiyellerini belirgin şekilde etkilemektedir. Özellikle tarım ve sanayi gibi stratejik sektörlerde korumacı politikaların azalması ve dışa açılma zorunluluğu, azgelişmiş ülkeler için hem fırsatlar sunmakta hem de büyüme çabalarını sınırlamaktadır.

Şirketlerin Uluslararası Rolü

Neo-liberal politikaların yaygınlaşmasıyla birlikte, şirketlerin uluslararası alandaki rolü önemli ölçüde artmıştır. Azgelişmiş ülkeler için bu durum, yerel sanayi ve işletmelerin uluslararası rekabet karşısında zorlanmasına neden olabilirken, yabancı yatırımlar ve teknoloji transferi gibi avantajları da beraberinde getirebilmektedir. Ancak, bu süreçte ulusal çıkarlar ile uluslararası ticaret dengeleri arasında hassas bir denge kurulması gerekmektedir.

Kültürel ve Toplumsal Etkiler

 Amerika’nın etkisi kültürel ve toplumsal yaşamda da derin etkiler yaratmıştır. Müzik ve filmler bu konuda önemli rol oynamıştır. Hollywood filmleri, kültürel ürün ve sanat unsurları bu konuda rol oynamıştır.



HHMM SENDROMU

Selçuk Üniversitesi Akademisyenlerinden Doç.Dr. Arif Behiç Özcan’ın da gündeme getirdiği HHMM Sendromu, ABD’nin uyguladığı yumuşak diplomasi ve bunun Amerikan vatandaşlarında oluşturduğu çelişkiyi anlatması açısından önemlidir. Bu sendrom, Amerikalıların, Hollywood, Harvard, Microsoft ve Mc Donald’s zincirleri gibi yumuşak diploması uygulamaları ve bu alanlar aktarılan kaynaklara rağmen dünyada hala Amerikalıların sevilmemesini sorgulayan bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kaynakça:

Prof.Dr. Ahmet Alpay Dikmen, Makine, İş, Kapitalizm ve İnsan.

Doç.Dr. Arif Behiç Özcan, Diplomasi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder