YOKSA SİZ BİZİM
AMERİKANLAŞTIRDIKLARIMIZDAN DEĞİL MİSİNİZ?
“DÜNYANIN AMERİKANLAŞTIRILMASI”NDAN AMERİKA’DAKİ
“HHMM SENDROMU”NA
HOLLWOOD, MİCROSOFT, HARVARD VE MC DONALD’S
NEVİN BİLGİN
Dünyada, Amerikan etkisini en fazla 2. Dünya Savaşı
sonrasında görmek mümkündür. Önce ekonomik, daha sonra eğitim, kültür, yönetim
şekilleri her alanda dünya Amerikanlaşmayı hissederek ya da hissetmeyerek
gitmiştir. Japonya gibi kültürün çok egemen olduğu ülkede bile pirinçten mısıra,
ekmeğe doğru bir geçiş yaşanması Amerikan bu dönüşümü sağlamada ne kadar
başarılı olduğunu da göstermektedir. Hatta, Amerika’da HHMM Sendromu denilen bir
durumun oluşmasına kadar süreç gitmiştir.
Türkiye’de eğitimde yaşanan değişimler, Anadolu
liselerinin kurulmasından, teknik üniversitelerin kurulmasına, Amerikan yönetim
tarzına uyumlu bürokratların yetiştirilmesine, üniversitelerde kürsülerin
kurulmasına, besin ve para yardımlarına kadar yaşanan pek çok değişim de
dünyanın Amerikanlaştırmasıyla birlikte paralellik göstermektedir. Bu
değişimlerin kimisi olumlu etkiler yaratırken, özellikle ekonomik ve dış politika
temelli olanları bugün de tartışma konusu olarak yerini korumaktadır.
Makine, İş, Kapitalizm ve İnsan Kitabı
Prof.Dr. Ahmet Alpay Dikmen’in “Makine,
İş, Kapitalizm ve İnsan” kitabı iş, yabancılaşma, meta fetişizmi, tüketim
çılgınlığı, kontrol ve iktidar kavramları yanında dünyanın nasıl Amerikanlaştırıldığını
da örnekleriyle anlatmaktadır. Kitaba göre, özellikle 2. Dünya Savaşı Sonrası’nda başlayan Amerika’nın
ekonomik üstünlüğünün etkisiyle başlayan dünyada ve Türkiye’de Amerikanlaşmaya
giden yol konusunda şunları söyleyebiliriz:
Yönetim Bilim Değil Sanat: II.
Dünya Savaşı sonrasında, yönetim yazınında ve siyaset felsefesinde teknik ve
bilimsel doğruların yetersizliği tartışılmaya başlanmıştır. Yönetim artık bir
'bilim' değil, 'sanat' olarak tanımlanmakta ve yönetim-siyaset ayrımı
eleştirilmektedir. Bu dönemde ticaret paradigması ön plana çıkmış, yurttaş
yerine şirket özne olarak kabul edilmiştir. Uluslararası ticaret ve yatırım
önem kazanmış, yönetim yazını 'şirket' merkezli bir hale gelmiştir.
3 Ana Eksenli Dünya
Savaş sonrasında, ABD, Avrupa ve Eski Sömürge Ülkeleri
dünyada 3 ana ekseni oluşturmaktadır.
Amerika savaşa topraklarıyla katılmamış ancak üretim
olanaklarını geliştirip büyük miktarda gıda stoku yapmıştır. Savaşın galibi
olarak üretim fazlasını eritme ihtiyacı doğmuş ve bu süreçte dünya ekonomisinde
lider konuma yerleşmiştir.
ABD’nin Bretton Woods Sistemi’ndeki rolü,
üretim fazlalarını çevre ülkelere akıtarak bu fazlaların ülke içinde kriz
yaratma potansiyelini ortadan kaldırmak ve gelişmekte olan ülkeleri ucuz
Amerikan gıdasına alıştırmaktı. Bu yardımlar, ABD'nin iki temel amacını ön
plana çıkarmaktaydı. İlki sosyalist hareketlerin önüne geçmekti. Fakirlik ve
savaş sonrası açlık koşullarında güçlenen sosyalist hareketlerin önüne geçmek
ve ABD ürünlerine alışmış uluslararası bir tüketici kitle yaratmayı
amaçlıyordu.
Amerikan ürünlerine alışmış tüketici kitlesi
yaratılması, Amerikalı Senatör George McGovern'ın 1964'teki konuşmasında
belirttiği gibi, "Bugün yardım ettiğimiz insanlar yarın bizim
müşterilerimiz olacaktır” sözleriyle özetlenmekteydi.
Avrupa, savaştan harabe olarak çıkmış, gıda stokları
tükenmiş ve yeniden imar faaliyetlerine ihtiyaç duymuştur. Bu dönemde
Avrupa’nın en büyük avantajı bilgi birikimi yüksek insan gücü olmuştur. Savaş
sonrası dönemde ABD gıda yardımları ve ucuz kredilerle Avrupa'nın yeniden imarı
desteklenmiştir.
Eski Sömürge Ülkeleri, bağımsızlıklarını kazandıktan
sonra, sanayileşmek ve gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşmak istemişlerdir.
Ancak, bu ülkeler sanayileşmeden uzak, hammaddeleriyle gelişmiş ülkelere hizmet
etmişlerdir. Bağımsızlık sonrası kalkınma istekleri, Batılı ülkelerle yeni
bağımlılık ilişkilerine yol açmıştır. Bu yeni bağımlılık ilişkisi, kalkınma
çabalarının merkezine oturmuş, uluslararası ticaret ve piyasa mekanizmaları
üzerinden şekillenmiştir.
II. Dünya Savaşı sonrası dönemde dünya, ekonomik ve
kültürel anlamda Amerikanlaşma sürecine girmiş ve bu süreç sadece ekonomik
değil, aynı zamanda kültürel bir dönüşümü de beraberinde getirmiştir.
Azgelişmiş ülkelerde, özellikle Bretton Woods Sistemi döneminde, ekonomik
bağımlılığın yanı sıra kültürel bağımlılık da artmıştır. Bu süreçte yeni bir
elit kesim oluşturulmuş ve kalkınma politikaları, ulusal planlama ve ithal
ikameci ekonomi modelleri üzerinden şekillendirilmiştir
Bretton Woods Sistemi
1944'te ABD'nin Bretton Woods kasabasında düzenlenen
Birleşmiş Milletler Para ve Finans Konferansı'nda, dünya para sistemi
değiştirilmiş ve altın karşılığı olan tek para birimi ABD doları ilan
edilmiştir. ABD, bu sistemin 'ağası' konumuna gelmiş, sistemi fonlayarak hem
Avrupa’nın hem de eski sömürge ülkelerinin kalkınma taleplerine çare üreten bir
süper devlet olmuştur. Bu sistemle birlikte IMF ve Dünya Bankası kurulmuş,
düşük faizli kredilerle yeniden imar ve kalkınma desteklenmiştir.
Marshall Planı
Savaş sonrası, ABD’nin üretim fazlası gıda yardımları
ve ucuz krediler, Avrupa ve gelişmekte olan ülkelerin imdadına yetişmiştir. Bu
yardımlar, ABD Dışişleri Bakanı George C. Marshall’ın adıyla anılarak Marshall
Yardımları olarak bilinmektedir. ABD’nin bu yardımlarla iki temel amacı vardır:
Avrupa’yı ve eski sömürge ülkelerini kalkındırarak sosyalizme kaymalarını
engellemek ve Amerikan üretim fazlasına yeni pazar olanakları yaratmak. Bu
doğrultuda gıda yardımları, süt tozu yardımları yapılmış, ülkelerin beslenme
şekilleri bile bu doğrultuda değişmeye başlamıştır. Uzakdoğu’da daha pirinç
yerine ekmek ve diğer tahılları kayma yaşanmıştır.
Dünya Savaşı'nın ardından Japonya, Amerikan işgali
altına girmiştir. Bu süreç ülkenin beslenme alışkanlıklarında da önemli
değişikliklere neden olmuştur. Özellikle Amerikan etkisiyle birlikte Japonlar,
geleneksel olarak pirinç ağırlıklı olan diyetlerinden uzaklaşarak mısır ve
diğer tahıllara yönelmeye başlamıştır.
Prebisch ve ECLA’nın Katkıları
1940’ların sonlarından itibaren David Ricardo’nun ‘Mukayeseli Üstünlükler Yasası’ (Karşılaştırmalı üstünlükler teorisi, iktisat biliminde bir grubun bir malı göreceli olarak daha az maliyetle üretebildiği bir durumda ticaretin ticaret yapan iki taraf için de nasıl faydalı olacağını anlatır. Önemli olan üretimdeki mutlak maliyetler değil fakat fırsat maliyetidir) eleştirilmeye başlanmıştır. Bu eleştirilerin başında, Arjantinli iktisatçı Raul Prebisch ve ECLA (Latin Amerika için Birleşmiş Milletler Ekonomik Komisyonu) gelmektedir. Prebisch ve arkadaşları, uluslararası ticarette eşitsizliklerin ve hiyerarşinin ortaya çıktığını öne sürerek, azgelişmiş ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasındaki ticaret hadlerinin eşitlenemeyeceğini savunmuşlardır.
Eşitsiz Mübadele Sistemi
Eşitsiz mübadele, sanayi malları ile hammadde ve yarı
mamul malların fiyatları arasındaki büyük uçuruma dayanmaktadır. Bu sistem,
azgelişmiş ülkelerden gelişmiş ülkelere kaynak transferini ifade eder. Sanayi
mallarının pahalı, hammaddelerin ise ucuz olması, azgelişmiş ülkelerin ticaret
aleyhine sonuçlanmaktadır. Örneğin, bir makine almak için yüzlerce ton buğday
göndermek zorunda kalmaları, bu eşitsizliğin açık bir göstergesidir.
İthal İkameci Model
ECLA, bu tür bir uluslararası ticaret sistemine karşı
azgelişmiş ülkelere, yerli sanayiyi korumak ve geliştirmek amacıyla ithalatı en
düşük düzeyde tutarak ihracatı artırmaya yönelik ulusal korumacı ekonomi
modellerini önermiştir. Bu modeller altında, azgelişmiş ülkeler kalkınmalarını
planlayarak gelişmiş ülkeleri yakalama şansına sahip olabileceklerini
savunmuştur.
Bağımlılık Okulu
Prebisch'in yaklaşımları, daha sonra bağımlılık okulu
olarak bilinen ve dünyayı merkez-çevre şeklinde analiz eden teorik yaklaşımlara
temel oluşturmuştur. Bu okul, eşitsiz mübadele temelinde gelişmiş ve dünyayı
yapısalcı bir analizle ele almıştır. Bu okulun önemli isimleri arasında Paul
Baran, Paul Sweezy, Andre Gunder Frank, Arghiri Emmanuel, Samir Âmin ve
Immanuel Wallerstein bulunmaktadır.
Eğitim Kurumlarının Etkisi
II. Dünya Savaşı sonrası Amerika’nın birçok ülkede
eğitim modelleri üzerinde de etkili olduğu görülmektedir.
Türkiye'de Amerika Birleşik Devletleri ile yakınlaşmayla
birlikte Köy Enstitülerinden vazgeçmiş, yeni kurulan eğitim kurumları,
özellikle Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ve Karadeniz Teknik Üniversitesi
gibi, Amerikan Ford Vakfı'nın yardımlarıyla İngilizce eğitim veren kurumlar
olarak ortaya çıkmıştır. Ayrıca, Maarif Bakanlığı Kolejleri (sonradan Anadolu Liseleri'ne
dönüştürülenler) ve diğer okullar da Amerikan yardımları ve Amerikan eğitim
modeline göre şekillendirilmiştir.
Yeni Sistem ve Amerika’nın Ekonomik
Üstünlüğü
Sosyalizm ve kapitalizm arasındaki çatışma, insan
ilişkilerinin büyük ölçüde kısıtlanmasına yol açmıştır. Savunma sanayiine büyük
yatırımlar yapılmış ve uzay keşifleri gibi alanlarda da ilerlemeler kaydedilmiştir.
II. Dünya Savaşı sonrası kurulan Bretton Woods Sistemi, Amerika Birleşik
Devletleri'nin ekonomik üstünlüğünü sağlamıştır. Bu sistem, uluslararası
ekonomik iş birliğini teşvik eden ve döviz kurlarını ABD dolarına sabitleyen
bir çerçeve sunarak para birimlerinin istikrarını sağlamıştır.
Einstein’in Teorilerinin Etkisi
Albert Einstein'ın teorileri, özellikle görelilik
teorisi, madde, enerji, uzay ve zaman arasındaki ilişkileri yeniden
tanımlayarak bilimsel anlayışı köklü bir şekilde değiştirmiştir.
Simon, Taylor ve Sistem Yaklaşımı
Yönetim şekli de bu yeni sistem doğrultusunda değişim
göstermiştir.
Yönetim düşüncesinin evrimi, farklı zamanlarda ortaya
çıkan düşünce akımları ve bilimsel gelişmelerle şekillenmiştir.
Herbert Simon'a
göre, karar verme sürecinde bireyler ve örgütler sınırlı bilgi ve zamanla karşı
karşıyadır. Bu durum, tamamen rasyonel olmanın mümkün olmadığını ve kararların
genellikle doyum arayışı çerçevesinde yapıldığını ortaya koymaktadır.
Frederick Taylor
ise yönetim bilimine katkılarıyla tanınır. Taylor, iş süreçlerini en etkin
şekilde düzenlemeye odaklanmaktadır. Taylor'un yaklaşımı tek doğru ve evrensel
bir çözüm arayışından ziyade, spesifik durumlar için uygun yöntemlerin
bulunması gerektiğini vurgulamaktadır.
Bilimsel ve teknolojik gelişmeler de yönetim
düşüncesini derinden etkilemiştir. Einstein'ın görelilik teorisi, kuantum
fiziği ve atom çağı gibi gelişmeler, sistemik düşünceyi ve analiz yöntemlerini
yönetim ve bilim dünyasına entegre etmiştir.
Bu dönemde modernlik eleştirisi ise Martin Heidegger
ve diğer düşünürler tarafından modern bilimin ve teknolojinin getirdiği
metafiziksel sorunları sorgulanmaktadır.
Bilim ve Toplumsal Eşitsizlikler
Günümüzde bilim ve teknoloji, insanlığın yaşamında
merkezi bir rol oynamaktadır. Ancak, bu gelişmelerin etkileri sadece pozitif
değildir; aynı zamanda kültürel ve sosyal yapılar üzerinde derin etkiler
yaratmaktadır. Bilimsel ve teknolojik ilerlemeler, insanın kendi yaşamını ve
çevresini anlama ve kontrol etme yeteneğini dramatik bir şekilde artırmıştır.
Ancak, bu süreçlerin yan etkileri ve etik boyutları da kaçınılmaz bir şekilde
ortaya çıkmaktadır.
Bilim ve teknoloji, modern toplumların inşasında kilit
bir rol oynamıştır. Sanayi Devrimi ile başlayan bu süreç, insanın doğayı ve
kaynakları kontrol etme yeteneğini köklü bir şekilde değiştirmiştir. Teknolojik
ilerlemeler, üretim ve iletişimde devrim yaratmış, yaşam standartlarını
yükseltmiş ve bilgiye erişimi kolaylaştırmıştır. Bununla birlikte, bu süreçler
beraberinde çevresel sorunlar, kaynak tükenmesi ve toplumsal eşitsizlik gibi
yeni sorunlar da getirmiştir.
Neoliberalizmin Etkileri
II. Dünya Savaşı sonrası dönemde, uluslararası
ekonomik yapılanmada neo-liberal politikaların yükselişi gözlemlenmiştir. Bu
politikalar, devletin ekonomik planlama ve kalkınma politikalarından
vazgeçerek, piyasa dinamiklerine ve şirketlerin inisiyatifine daha fazla
odaklanılmasını savunmaktadır. Bu durum, özellikle azgelişmiş ülkeler için
ekonomik büyüme stratejilerinin şekillenmesinde yeni zorluklar ve fırsatlar
ortaya çıkarmaktadır.
Uluslararası Ticaret ve Azgelişmiş Ülkeler
Azgelişmiş ülkeler, uluslararası ticaretin kural ve
şartları tarafından belirlenen sınırlamalarla karşı karşıyadır. Uluslararası
ticaretin belirlediği bu kurallar, bu ülkelerin ekonomik büyüme
potansiyellerini belirgin şekilde etkilemektedir. Özellikle tarım ve sanayi
gibi stratejik sektörlerde korumacı politikaların azalması ve dışa açılma
zorunluluğu, azgelişmiş ülkeler için hem fırsatlar sunmakta hem de büyüme
çabalarını sınırlamaktadır.
Şirketlerin Uluslararası Rolü
Neo-liberal politikaların yaygınlaşmasıyla birlikte,
şirketlerin uluslararası alandaki rolü önemli ölçüde artmıştır. Azgelişmiş
ülkeler için bu durum, yerel sanayi ve işletmelerin uluslararası rekabet
karşısında zorlanmasına neden olabilirken, yabancı yatırımlar ve teknoloji
transferi gibi avantajları da beraberinde getirebilmektedir. Ancak, bu süreçte
ulusal çıkarlar ile uluslararası ticaret dengeleri arasında hassas bir denge
kurulması gerekmektedir.
Kültürel ve Toplumsal Etkiler
HHMM SENDROMU
Selçuk Üniversitesi Akademisyenlerinden Doç.Dr. Arif
Behiç Özcan’ın da gündeme getirdiği HHMM Sendromu, ABD’nin uyguladığı yumuşak diplomasi
ve bunun Amerikan vatandaşlarında oluşturduğu çelişkiyi anlatması açısından
önemlidir. Bu sendrom, Amerikalıların, Hollywood, Harvard, Microsoft ve Mc
Donald’s zincirleri gibi yumuşak diploması uygulamaları ve bu alanlar aktarılan
kaynaklara rağmen dünyada hala Amerikalıların sevilmemesini sorgulayan bir yaklaşım
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kaynakça:
Prof.Dr. Ahmet Alpay Dikmen, Makine, İş, Kapitalizm ve
İnsan.
Doç.Dr. Arif Behiç Özcan, Diplomasi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder