22 Ağustos 2024 Perşembe

 

SESSİZLİĞİN EŞKİYALARI (1) 




NEVİN BİLGİN

Sabahın ilk ışıkları ya da gecenin karanlığı mıydı hâkim olan? Zamanın diliminde, caddeler ve sokaklar köpeklerin egemenliğine teslim olurdu. Bir köpek sürüsünü görüp de caddenin bir yanından diğer yanına savrulurken, arabaların çarpmasına bile razı gelirdi insan. Kalp hızlanır, tedirginlik sarardı dört bir yanı. Köpekler topluca havlayarak gelir, kentin sokaklarında hüküm sürerdi. Kimileri kapitalizmin yeni kazancı mama paketlerine sığınıp, kimileri modern dünyanın yalnızlaştırdığı kalbine bir insan yerine bir köpeği ya da kediyi oturtmuştu.

Sabahları adımlarını dikkatle atmak zorunda kalırdın; durakta beklerken korkuyla etrafı kolaçan eder, köpeklerin yaklaşıp yaklaşmadığını kontrol ederdin. Gecenin karanlığı çöktüğünde ise köpeklerin sesleri birbirine karışır, apartman balkonlarına ve teraslarına hapsedilmiş köpekler ile sokaklarda kabadayılık yapan köpek çeteleri arasında bir yankı bulurdu. Gece, bilgisayar oyunlarındaki gibi insanı sinsi bir kaçışa, sokaklarda kaybolan bir gölgeye dönüştürürdü. Gecenin sessizliğine sığınmak ne mümkündü; son model arabasını son sürat deneyen, müziğin sesini sonuna kadar açıp pencereleri indirerek gecenin dinginliğini paramparça edenler vardı.

KOKEREÇCİLER VE YARIM EKMEK ARASI

Gece, sakladığı her şeyi gizleyebilirdi ama bu gürültücüleri saklayamazdı. Gün ışığında bir şehirde, herkesin gözü önünde, elinde sopayla hamile bir kadını öldüresiye dövenlerin, yanındaki seyircilerin dehşeti gelir akla. Gecenin sessizliğinde  insanlar, köşedeki kokoreççilerden ekmekarası alırdı.  Onlar gece oldu mu çıkar, yürüyen lokantalarıyla sokaklara tezgâh kurarlardı. 

Şehrin parklarına girilemezdi; köpekler yüzünden, emekliler gökyüzünü ve ağaçların görkemini seyrederek geçmişi anamazdı. Korku ve parasızlık, şehrin insanlarını birbirine yabancılaştırmıştı; yan kapıdaki ölümden, doğumdan bihaber kalır olmuşlardı.

Köyler ve ilçeler ise farklı bir âlemde miydi? Şehirlere bağlanmış, köylülükten çıkarılıp mahalleye dönüştürülmüş, ama neye dönüştüğü belli olmayan terk edilmiş hanelerle doluydu. Kapısına kilit vuran, odun kömür yakamayan yaşlılar, çocuklarının ya da parası varsa huzurevlerinin yolunu tutmuştu. Ekmek ve makarna poşetleri yoldaş olmuştu onlara. Sabahın ıssızlığı, gecenin sessizliği ülkemin her köşesinde kaybolmuştu.

LAĞIN KOKULARI, LOGAR KAPAKLARI, FARELER

Bir yaz günü, lağım kokusu logar kapaklarından metrelerce öteye kadar yayılırdı. Kediler, sevimli bakışlarıyla evlerin önünden kaybolmuş, anılarla birlikte silinip gitmişti. Şimdi kedi büyüklüğünde fareler gezinirdi sokaklarda. 

KOŞTURURKEN AKILDA PARA

Gündüz oldu mu arabalar son sürat geçer, insanlar koşuştururdu. Herkes fiyatlardan, pahalılıktan dem vurur; okumaz, yazmaz, sadece duyduklarına inanır olmuştu. Apartman ve evlerin tadilatları hiç bitmezdi; giren fayansı değiştirmeden, lavaboyu kırmadan çıkmazdı. 

Sokak ve caddelerde belediyenin hiç bitmeyen tamiratları, her yıl yenisi yapılan kaldırımlar insanın aklına Avrupa ülkelerindeki tarihi 1700'leri gösteren logar kapaklarını getirirdi. 

EL OVUŞTURAN ERKEKLER

Tadilat tadilat üstüne. Araba sıfır mı sıfır. Her şey filmlerdeki gibi olsun isterdi insanlar; tarlalarına villa kondurup yol geçiren, parasına para katmayı hayal eden erkekler, ellerini ovuşturur, gözlerini zenginliğe dikmiş beklerdi. Ne olmuştu onlara sahiden? Nerede kaybetmişlerdi gerçekliği? Ya da gerçeğin ta kendisi bu mu olmuştu değişen değerlerle? Zengin olmak? Zengin olup mutlu olmak. Zengin olup güçlü olmak. 

Günün birinde, sabahın ıssızlığını, gecenin sessizliğini yeniden bulacak mıydı bu şehirler, bu k köyler, ilçeler?

Kaldırımda ya da yolda hiç bitmeyen tamirat sesleri, işçilerin "ha ha, ho ho" nidaları yırtardı şehrin sessizliğini. Küçük bir yerdeyseniz, bu sesler bir an olsun peşinizi bırakmazdı. 11 caminin ezanı aynı anda değil de farklı zamanlarda yükselirdi semaya, ve köpekler, ezan sesine sebepsizce eşlik ederdi, bir hüzün korosu gibi. Benzin papalı diye elektirikli arabalar gelirdi sağdan soldan farkedemezdiniz sessizliklerinden. Devrilervermesine razıydı Anadolu insanı. Artık yok olmuştu onu şehre taşıyan belediye otobüsleri, Mehmet Emmi'nin dolmuşu. 

Caddeden gelen inşaat gürültüsüne, yeni taşınan kiracının bitmek bilmeyen tadilat sesi karışırdı. Üst kattakiler, sürekli koltuk çekip şarkı söyleyen komşular; bazen bir gece alemi, bazen de bir iç çekiş olurdu onların şarkıları. Gecenin karanlığına sığınmak ne mümkündü bu gürültülerin arasında.

İnsan, bu karmaşanın içinde nasıl huzur bulurdu ki? Gecenin sessizliğine kaçıp sığınmak, belki de en çok arzulanan şeydi; ama o sükûneti bulmak, bir hayale dönüşmüştü. Şehir, adeta bir yankı odası gibi, her köşeden seslerin birbirine çarptığı bir karmaşaya dönüşmüştü. Gece, insana huzur vaad ederdi ama onu da elinden almışlardı. Ne köpeklerin havlamaları, ne de camilerden yükselen ezan sesleri bu sessizliği getirebilirdi; çünkü sessizlik, çoktan bu şehrin sınırlarından sürülmüştü.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder