BETON ÇAĞI VE ESKİ AHŞAP YAPILAR
PUTLAŞTIRILAN BİNALAR
Burdur
Ankara bilmem kaçıncı kez yıkılan dairenin yığıntıları
Toplum, gösterişin, şatafatın bağımlısı haline geldi. Yeni bir eve taşınan her kişi, duvarından musluğuna, fayansından kapısına kadar her şeyi yıkıp yeniden yapıyor.
Apartmanların önünde, her gün iki kamyon dolusu çöp yığılıyor; içleri sökülmüş, yeniden inşa edilmeye çalışılan evlerin molozlarıyla dolu çuvallar…
Matkap sesleri, balyozların duvarlara çarpışı, hiç dinmiyor. Kiracı çıkıyor, yenisi giriyor; aynı döngü tekrar tekrar sürüyor.
Peki, eskiden insanların büyük bir emekle yaptığı, şimdi ise tek tük kalan o ahşap evleri düşündünüz mü hiç? Bu yapılar, her yıl yıkılıp yeniden inşa edilmemiş; her bir ahşap parçası, birbirine ustalıkla geçmiş, zarif motiflerle süslenmiş. Her bir köşeye özenle işlenmiş incelikler, her detayda emek var. Sanki yaşamın kendisi, o evlerin duvarlarına sinmiş.
Denizli Yeşilyuva
Bugün ise evin tuvaleti, musluğun markası, yüksek katlarda oturmak; tüm bunlar statü göstergesi haline geldi. Beton bloklara taparcasına, doğayı yok eden bir hırsla şehirler inşa ediliyor; eskilerin zarif yapıları yıkılıp yerine, gökyüzüne yükselen gri devler dikiliyor. Göçebe toplum olmanın, bir yere kök salamamanın bir mirası mı bu? Yoksa, geçmişin yarım kalmışlığından gelen bir gösteriş tutkusu mu?
Medeni diye tanımladığımız ülkelerde insanlar, küçücük ve eski evlerinde, sade bir hayat sürmekten memnun. Zamanlarını beton duvarlara, fayansın rengine, musluğun markasına harcamıyorlar. Kendi iç dünyalarını keşfetmeye, hayattan keyif aldıkları şeyleri yapmaya, ömürlerini sevgi ve huzur içinde geçirmeye çabalıyorlar.
Belki biz de dönüp kendimize sormalıyız: Gerçekten neyin peşindeyiz? Tüketimin aldatıcı ihtişamında kaybolmak mı, yoksa sadeliğin dinginliğini aramak mı?
Burdur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder