MODERN TOPLUMUN İKİ SEÇENEĞİ
"SAHİP OLMAK" YA DA "OLMAK"
ERİCH FROMM'UN ELEŞTİREL YAKLAŞIMI:
"Sahip olma kültürü insanın doğasına ve ruhuna zarar veriyor"
NEVİN BİLGİN
Erich Fromm, "Sahip Olmak ya da Olmak" adlı eserinde insanlık tarihi kadar eski olan, ancak modern çağın çelişkileri içinde daha belirgin hale gelen iki temel varoluş biçimini inceler: sahip olmak ve olmak. Bu iki yaklaşım, Fromm’a göre insan yaşamının yönünü, anlamını ve toplumla olan ilişkisini kökten değiştiren temel farklılıklara dayanır. Kitapta, özellikle kapitalizmin ve modern tüketim toplumunun dayattığı "sahip olma" kültürünün insan doğasına ve ruh sağlığına nasıl zarar verdiği ele alınır.
Sahip Olmak: Tüketim Kültürünün Derinlerdeki Etkisi
Fromm’un "sahip olmak" yaklaşımını incelemesi, sadece maddi nesnelere sahip olma arzusuyla sınırlı değildir; bu aynı zamanda insanın dünyaya ve kendine yabancılaşmasını da içerir. Modern toplum, bireyleri sürekli daha fazlasına sahip olmaya, varlıklarını başarı ve statüyle tanımlamaya zorlar. Bir bireyin statüsü, sosyal kabulü ve hatta öz-değeri, ne kadar çok şeye sahip olduğu üzerinden ölçülür. Bu da insanları tatminsiz, doyumsuz ve sürekli eksiklik hissi içinde yaşayan bireylere dönüştürür. Sahip olmak üzerinden yaşanan bu tatminsizlik, yalnızca geçici bir tatmin sunar ve bireyler kendilerini daha fazla mala, daha yüksek statüye veya daha fazla güç arayışına kaptırır.
Sahip Olma Durumunun Psikolojik ve Sosyal Sonuçları: Fromm’a göre, sahip olmak tutkusu insanı özgürleştirmek yerine zincirler ve benliğinden uzaklaştırır. Bu bireyler kendilerini diğerlerinden üstün ya da ayrıcalıklı hissetmeye çalışarak güvensizlik, korku ve yalıtılmışlık duyguları yaşar. Özgürlüğün yerini güvence arayışı, ilişkilerin yerini güç mücadelesi, benliğin yerini ise bencillik alır. Bu durum, Fromm’un eleştirel bir şekilde "radikal hedonizm" olarak tanımladığı bir açgözlülük ve doymak bilmez bir tüketim kültürüne yol açar. İnsanlar mutluluğu dışsal bir nesneye, bir başarıya veya bir mülkiyete bağlayarak, asıl benliklerinden uzaklaşır.
Olmak: Kendini Gerçekleştirme ve Anlam Arayışı
Fromm’a göre, “olmak” varoluş biçimi, bireyin kendi içsel dünyasıyla ve çevresiyle daha derin bir bağ kurmasını sağlayan, insanın özüne daha uygun bir yaşam biçimidir. Bu yaklaşım, bireyin kim olduğuna, neyi deneyimlediğine ve dünyaya ne kattığına odaklanır. Olmak, bir varlık halidir; birey bu haliyle, maddi varlıklara ve geçici tatminlere ihtiyaç duymadan kendi içsel zenginliğine yönelir.
Olmanın Psikolojik ve Ruhsal Derinliği: “Olmak” insanın kendini anlama, kendini geliştirme, çevresiyle derin ve anlamlı bağlar kurma sürecini içerir. Bu bireyler, dış dünyanın gösteriş ve rekabetine kapılmadan, iç dünyalarında doyuma ulaşır. Sahip olmanın aksine, olmak; gerçek özgürlüğü, yaratıcılığı ve kendiliğindenliği teşvik eder. Fromm’a göre “olmak” insanı kendisiyle barışık, özgüvenli ve topluma katkıda bulunan bir birey haline getirir. Burada, mutluluk kalıcı ve derin bir tatmin olarak yaşanır, çünkü birey yalnızca kendi varoluşunu değil, diğer insanların ve doğanın da değerini idrak eder.
Modern Dünyanın Yitirdiği Değerler
Fromm, modern toplumun özellikle sanayi devriminden itibaren büyük vaatlerle yola çıktığını, fakat bu vaatlerin içinin hızla boşaldığını savunur. Sınırsız üretim ve tüketim, insanlığı "daha fazla sahip olma" arzusuyla şekillendirdi. Ancak bu süreçte insanın içsel dünyası, maneviyatı ve anlam arayışı ihmal edildi. Tüketim kültürü bireyi yalnızlaştırırken, onu diğer insanlar ve doğayla olan bağlarından da koparır. “Olmak” yerine “sahip olmak” üzerine kurulu bu sistem, bireyleri tatminsizliğe sürükler ve sonunda yalnızlık, bunalım ve mutsuzluk kaçınılmaz hale gelir. Fromm’a göre bu, insanlığın asıl varoluşsal krizidir.
Fromm’un Çözüm Önerisi: Daha Derin ve Anlamlı Bir Yaşam
Fromm, bireylerin ve toplumların “olmak” yolunu benimsemesi gerektiğini savunur. Bu, insani değerlerin yeniden ön plana çıkarılması, dayanışmanın, derin ilişkilerin ve içsel tatminin öncelik kazanması anlamına gelir. Birey, kendi içsel zenginliğini keşfederek ve başkalarıyla olan bağlarını derinleştirerek anlam dolu bir hayat sürdürme potansiyeline sahiptir. Bu, insanın kendi varoluşunu, yaşamın anlamını ve topluma katkısını yeniden tanımlamasıyla mümkündür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder