5 Aralık 2024 Perşembe


CİNAYET İŞLEYENLERİN IQ SEVİYESİ DÜŞÜK VE AİLE GEÇMİŞLERİNİN ÖNEMLİ OLDUĞU ORTAYA ÇIKTI

ÖLDÜRMEYİ SIRADAN BİR OLAY OLARAK GÖRÜYORLAR

MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ, ÇİVİ ÇİVİYİ SÖKER KİTABINDA, KARDEŞİNİN 1980 SONRASINDA YAPTIĞI TERÖR ARAŞTIRMASINDAN ÇIKAN SONUÇLARI ANLATIYOR




NEVİN BİLGİN 

Muazzez İlmiye Çığ'ın hayatını anlatan Çivi Çiviye Söker kitabında, kardeşi Turan İtil'in, 1980 sonrasında cezaevlerindeki mahkumlar üzerinde yaptığı araştırmalara ilişkin bilgi vermişti. Çığ, cinayet işlemede IQ seviyesi ve ailenin durumunun önem taşıdığının araştırmalarda ortaya çıktığını belirterek, bu kişilerin öldürmeyi sıradan bir olay olarak algıladığını anlattı. 

ABD'DEN ELEKTROENSEFALOGRAFİ CİHAZI GELDİ

- 1967 yılında Amerika’ya gittiğimde, kardeşimle bir sohbet sırasında bilimsel çalışmalarımız üzerine konuşuyorduk. Kardeşim Turan, “Abla, ben Türkiye’ye dönsem bu çalışmaları orada sürdüremez miyim? Bir elektroensefalografi cihazı götürüp bir merkez kursak nasıl olur?” dedi. O sıralarda, onun adına bankaya on bin lira koymuştum. Bu paraya güvenerek İstanbul Gayrettepe’de, henüz inşaat halinde olan bir daire satın aldım. Turan’a da, “Bir elektroensefalografi cihazı gönder bakalım,” dedim. Cihaz geldi ve bir odaya yerleştirdik.

Turan Türkiye’ye döndüğünde, bu cihazla neler yapılabileceğini araştırmaya başladık. Avukatlara danıştığımızda, “Bir vakıf kurun,” dediler. O dönemde vakıf kurmak oldukça kolaydı; yalnızca 20 bin lirayla kurulabiliyordu. Turan, “Burada annemle babam adına bir vakıf kurayım. Onu bir araştırma enstitüsü gibi yapalım. İlerde döndüğümde ben de burada çalışırım,” dedi. Ancak işlerin yürütülmesi gerekiyordu. Bana, “Abla, sen ilgilenir misin?” diye sordu. “Tabii, ilgilenirim,” dedim.

Evin inşaatı tamamlandı, vakfı kurduk ve bir laboratuvar açtık. Bu şekilde, hem bilimsel çalışmalarımızı sürdürebileceğimiz bir alan oluşturduk hem de bir hayalimize daha adım attık.


HZI VAKFI KURULDU

Vakfın ismi HZI Vakfı’ydı. Bu ismin anlamını sorduğunuzda, “Annemin ismi Hamide, babamın ismi Zekeriya ve soyadımız İtil’in ilk harflerini bir araya getirdik,” diye açıkladım. Vakfı ben idare ediyordum; ancak araştırmaları yapmam mümkün değildi. O sırada kardeşim Turan’ın hocası olan Profesör Polvan, “Ben işin doktorluk kısmını üstlenirim,” dedi.

ALMANYA VE ABD'DEN YENİ İLAÇLAR ISMARLANDI

Prof. Polvan ve başka üniversitelerden akademisyenler, Almanya’dan ve ABD’den yeni ilaçlar ısmarlamaya başladılar. Turan ise bu ilaçların bazılarının Türkiye’de de bulunduğunu görüp, “Neden benden istiyorsunuz?” diye soruyordu. Rahmetli annem, Türkiye’deki ilaçların etkili olmadığını söylüyordu. Bu durum üzerine Turan meseleyi incelemeye başladı ve ilk araştırmamız ortaya çıktı.

İLAÇLARDA TÜRK İNSANI ÜZERİNDEKİ ETKİ VE UYGUN DOZ ARAŞTIRILMIYORDU

Yapılan çalışmalar sonucunda fark ettik ki Türkiye’de piyasaya sürülen ilaçların, Türk insanı üzerindeki etkileri ve uygun dozları araştırılmıyordu. Turan, “Böyle bir şey kabul edilemez,” dedi. Bir Alman veya Amerikalı üzerinde etkili olan bir ilacın, bir Türk üzerinde aynı etkiyi göstermemesi mümkün. Bunun için Türk insanının ortalama kilosu, beslenme düzeni, aldığı su miktarı ve diğer etkenlerin dikkate alınması gerekiyor.

Avrupa’da 20-30 yıldır kullanılan bir ilaç bile ABD’de piyasaya sürülmeden önce yüzlerce sağlıklı birey ve ardından hasta gönüllüler üzerinde test ediliyordu. Ancak Türkiye’de bu tür kapsamlı incelemeler yapılmıyordu. Bu farkındalık, vakfımızın araştırma faaliyetlerini yönlendiren temel unsur oldu.

Kardeşiniz vakıf sayesinde nihayet Türkiye’ye dönüp çalışmaya başladı mı?

– Maalesef böyle bir imkânı olmadı. 1965’te ilk kez Bakırköy Hastanesi’ne gidip, “Bir proje hazırlayın, ben size Amerikan Sağlık Bakanlığı’ndan yardım ayarlarım,” demişti. Hastane alelacele bir proje hazırlayıp gönderdi, ancak Turan’ın bir hatası oldu. Bakırköy Hastanesi, “Biz Amerikan yardımını doğrudan kabul edemeyiz, bunu vakıf aracılığıyla alalım,” dedi. Bu durum, Turan’ın çalıştığı Prof. Polvan ve Prof. Songar’ı sevmeyen diğer profesörler tarafından gazetecilere taşındı. Gazetelerde “Turan İtil parayı alıp cebine indirecek,” diye haberler çıkınca kardeşim çok üzüldü.

Bu olaydan sonra vakıf çalışmaları devam etti. Bir yandan araştırmalar yürütülüyor, diğer yandan dışarıdan hastalar kabul ediliyordu. Vakıf laboratuvarında uygun fiyatlarla hizmet verilmesi halkın ilgisini çekiyordu. Her şey yolunda giderken zaman zaman dedikodular kulağıma geliyordu. Derken 1980 İhtilali oldu ve ben 1981’de eşimle Amerika’ya gittim. Orada iki kardeşimle bir araya geldik; devlete nasıl yardım edebileceğimizi konuşmaya başladılar.

GENÇLERİN TERÖRE NASIL BULAŞTIĞINI ARAŞTIRMAK İSTEDİ

Turan, “Bir öğretmen çocuğu olarak bu eğitimi asla yapamazdım,” derdi. Ancak bu doğru değildi; günümüzde burs alarak bu tür eğitimleri yapan birçok kişi var. Buna rağmen kendisini hep devlete borçlu hissederdi. Büyük kardeşim, “Türkler emeklilik paralarını alıp memlekete dönmek istiyorlar. Büyük bir arazi alıp buradan ayrılmalarına gerek kalmayacak bir yer inşa etsek nasıl olur?” dedi. Turan ise, “Ben gençlerin teröre nasıl bulaştıklarını, psikolojilerini araştırabilirim,” diye düşündü.

EVREN VE MGK'YA PROJEYİ ANLATTI

Bu amaçla Turan Türkiye’ye geldi. O sırada Evren Paşa liderliğindeki Milli Güvenlik Kurulu’na yaptığı araştırmayı anlattı. Askerler, bu tür bir çalışmaya 1977’de başladıklarını, ancak ilerletemediklerini söyledi. Turan, “Benim yardımıma ihtiyacınız yok, siz zaten başlamışsınız,” dese de Genelkurmay yetkilileri, onun ve diğer profesörlerin katkılarıyla çalışmanın daha başarılı olacağını belirtti.

CİNAYET İŞLEYEN SAĞCI SOLCU PROFİLLER İNCELENDİ, IQ'LARI DÜŞÜKTÜ

Turan, Amerika’da üç yıl boyunca kendi parasıyla bir psikolog ve istatistikçi tutarak araştırmayı hazırladı. Cinayet işlemiş sağcı ve solcu gençlerin psikolojik profilleri üzerine yoğunlaşıldı. Bu gençlerin zekâ seviyelerinin (IQ) düşük olduğu, tetiği çekenlerin profillerinin İtalyan-Amerikan mafyası üyelerine benzediği ortaya çıktı. Araştırma ayrıca, bu gençlerin ailelerinde kan davası geleneğinin yaygın olduğunu gösterdi. Öldürmeyi sıradan bir şey olarak algılıyorlardı.

İTİRAFÇI YASASI VE İNGİLİZLER

Araştırma tamamlanınca Turan, “Bu bulguları dünya çapındaki terör uzmanlarına sunun, size yol göstersinler,” dedi. 1983’te Harbiye Orduevi’nde bir toplantı düzenlendi. Yabancı uzmanlar, “Malezya’daki terörü yenen İngilizler bu konuda en tecrübeli olanlardır,” dediler ve yakalananların maşa olarak kullanılan kişiler olduğunu, asıl liderlerin bulunması gerektiğini belirttiler. Uzmanlar ayrıca itirafçı yasası çıkarılmasını önerdi. Gerçekten de daha sonra bu yasa yürürlüğe girdi.

ARAŞTIRMA SONUÇLARINDAN RAHATSIZ OLDULAR

Araştırmanın sonuçları bir kitap olarak yayımlandı. Ancak bu durum, terörizm liderlerini ve ideologlarını rahatsız etti. Vakfa yönelik eleştiriler ve saldırılar giderek daha ağır hale geldi.

Vakıfla ilgili, insanların kobay olarak kullanıldığı iddiaları yer aldı o zaman gazete ve dergilerde.

Prof. Polvan ölmüş, yerine, vakfın araştırma müdürü olarak Ayhan Songar geçmişti. Songar'ın çalıştığı psikiyatr bir hanım vardı. Bunlar Ayhan Beyle sürtüşmüşler. Bu hanım Ayhan Bey için de Turan için de şikayette bulunmuş.

AMERİKA'DA KULLANILMAYAN İLAÇLAR TÜRKİYE'DE KULLANILDI MI? 

Ne diyor biliyor musunuz? Amerika'da kullanılmayan ilaçları burada Türk hastalarına tatbik ediyorlar, diyor.

Vakfın, hastaları rızaları olmadan kobay olarak kullandığını söylüyor yani?

Evet. Ama ben o kobay kelimesine çok kızıyorum. Ben Amerika'da kaç kere girdim bu denemelere. Amerika'da tıp talebeleri, ev hanımları, doktorlar, avukatlar vb. giriyor bu denemelere. On kişi üzerinde yapılan araştırma, binlerce insanın şifa bulmasını sağlıyor. Zaten laboratuvar çalışması yapılmış, hayvanlar üzerinde denenmiş ve birçoğu piyasaya çıkmış ilançlar bunlar. Neyse, bu hanım bizi sıkıyönetime şikayet ediyor. İstanbul Sağlık Müdürlüğü ve Sağlık Bakanlığı müfettişleri gelip herkesi sorguya çektiler. Bir sonuç çıkmayınca, hatun dayanamayıp bu kez de Nokta dergisi ve Cumhuriyet gazetesine gidiyor ve bizim aleyhimize muazzam bir kampanya başlatıyor; bunlar Türkleri kobay olarak kullanıyor, diye. Böyle kafesler içinde insan fotoğrafları ... İlaç aldı topal oldu, diye haberler. Bizim müzede hademe vardı: Adamcağız düşmüş, ayağı sakat kalmış. Bu adamın bizim verdiğimiz ilaçlar yüzünden sakat kaldığını yazdılar. Nasıl bulmuşlar, nasıl yapmışlar? Adam o sırada Reşadiye'de; oradan noter kanalıyla yazı yollamış, ben ilaçlardan değil düştüğüm için sakat kaldım, diye. Deli olduk.

ARAŞTIRMA YAPILMADAN BİLİM OLUR MU? 

Bir gün Cumhuriyet gazetesinden telefon ettiler bana.

Bir muhabir gelecek, dediler. Muhabir geldi, araştırma yapılması doğru mu, diye soruyor. Yahu, araştırma yapılmadan bilim olur mu? Ama ya sonu tehlikeliyse, diyor. Adam ta aya çıkıyor bilim için, geri geleceğinin garantisi var mı? Kalabilir de orada. Bilim böyle ilerliyor, dedim. Muazzez Çığ böyle diyor, diye kocaman yazdılar. O ilhan Selçuk filan, bizi rezil ettiler. En sonunda Dev Sol geldi ve bizi bombaladı. Turan'ı beklemişler, bereket o iki gün sonra geldi.

TURAN'IN ODASINA BOMBA KOYDULAR

Bizim personeli silah zoruyla bir yere kapatıp Turan'ın odasına bomba koymuşlar. Bomba olayından sonra biz burayı kapattık.

O zaman çıkan yayınlarda, kobayların kobay olduklarını bilmedikleri söyleniyor ve olay bu yönden eleştiriliyor. Buna ne diyorsunuz?

ETİK ŞARTLAR

Öyle şey olur mu? 1960'larda Helsinki'de toplanan dünya milletleri bu tür araştırmaları kabul etmiş ve bunun için kurallar koymuşlar. Gönüllünün rızası olduğuna dair imza alınması da bunlardan biri. Ayrıca etik komitenin ilmi araştırmayı kabul etmesi, gönüllüye araştırma sırasında kaybettiği zaman telafi etmek için muayyen bir ücret ödenmesi, şayet bir yan tesir olursa tedavi ve bakım garantisi gibi şeyler de var. O zaman bütün bunlar henüz Türkiye'de yapılmıyordu ve bizim vakfımız bu yenilikleri getiriyordu. Turan ise, Türkiye'de Klinik Farmakoloji denilen ilmi branşta, etik ve insan haklarının nasıl korunacağının konseptini Türkiye'ye getirdim diye böbürleniyordu. Yapılan araştırmalar yurtdışında yayımlandı. Bunlar gizli kapaklı, etiğe uymayan şeyler olsa yayımlanır mıydı? İlmi çalışmalar olmasa, o yayınlar bunları kabul eder miydi? Herhangi şüpheli bir şey olsaydı Turan, ünlü bir araştırmacı profesör olarak New York Üniversitesi'nde kalabilir miydi? Üstelik buradan birçok şahıs, gazete kupürlerini, ABD Sağlık Bakanlığı'na, üniversitesine ve ilaç şirketlerine de yollamış.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder