19 Mayıs 2025 Pazartesi

                                                    Ey dost!



             Aren ve Hezal'la

                  Ali Ekber Ertürk'ün ödül töreni


           Ali Ekber Ertürk belgeseli

Sen şimdi sorarsın "neler değişti" diye. Sen yokken, beni arayıp "haber başlığım ne olsun, bu başlık iyi mi" diye soran yok. Senin tarzında yolsuzluk, usulsüzlüğü nükteli bir şekilde yazan, hep düşündürüp hem de eğlendiren de yok. Baştan söyleyeyim rahat ol. 

Kurduğun WhatsApp grupları renksiz, kokusuz...Gruba dans videosu atıp içimizi coşturan da kalmadı. İnsanlar sadece günübirlik işleriyle meşgul. Herkes birşeylerin peşinde, bir hız döngüsünde ve zamana karşı yarışıyor işte. Finali unutup gidiyorlar...


Senin haberlerini aramıyorum desem yalan olur.  Nüktesi bol, eleştirisi acıtıcı, usulsüzlük ya da yolsuzluk yapanın damarına damarına  basan ama toplumun yararını gözeten haberler yok artık.

Basının hali malum zaten. Anlatmama ne gerek var.

Gazete alan, gazete okuyan neredeyse kalmadı. 

Her şey sosyal medyada ve karışık bir çorba gibi...Bir haberi sonuna kadar okuyan okuyucu da yok zaten. Algoritmalar ne veriyorsa onunla yönlendirilen bir sürü okuyucu var. 

En büyük değişiklikse fiyatlarda.

Bir gün öncesiyle bir gün sonrası arasında bile büyük farklar oluyor, biz bile şaşırıyoruz.

Sen bir gruba, derneğe, birkaç güçlü azınlığa, belli bir tarafa taraf olmadığın için sadece dostluklar kurduğun için, adına anma programı


yapan, ödül töreni düzenleyen bir meslek örgütü çıkmadı.


Bunu başta söylemek istemedim, üzülürsün diye. Ama sonra düşündüm, sen zaten o gruplara aldırmaz ve yaptıklarını da fazla önemsemezdin ki. Üzülmezsin diye emin olunca söyledim.

Arkadaşlarla, ailenle birlikte yaptığımız kırık dökük bir belgesel var işte (Arkadaşımız İsmail Küçükkaya sabah programında bayağı yer verdi sana ve bu belgesele), anılarımızı bulduğumuz kitapların, biraraya geldiğimizde konuştuğumuz senli hikayeler.


Ama seni anmadığımız gün yok. Tunalı’ya gitmesek de, hani en son gittiğimizde çayı bize parayla veren sinirlendiğin o İskenderci’de buluşmasak da, Kızılay’a birlikte yürümesek de...

15 günde bir yaptığımız buluşmaları gerçekleştiremesek de, seni anmadığımız tek bir gün bile yok.

Telefon konuşmalarında, aile arasında, arkadaşlarla... Ya da yalnız başıma.

Anıların gülümsettiğinde dönüp “Tehlikeli Muhabir” kitabına baktığımı da söyleyeyim.

Yuşa’yla, İbrahim’le, Melek’le, diğer arkadaşlarla konuşurken sen de konuşmaların içindesin hâlâ.

Hanife’yle, çocuklarla konuşurken rüyamızda seni gördüğümüzü anlatıyoruz birbirimize.

Hazel’le aynı gün seni görmüşüz mesela rüyamızda...

Aren'i büyüdükçe sana daha çok benzetmemiz..

Evet, bıraktığın boşluk çok acıtıcı, yakıcı.

Ama yaşam akıyor bir şekilde.

Yürürken bazen sen eşlik ediyorsun gibi.

Bir dans videosu gördüğümüzde gözümüzün önüne senin o gülüşün geliyor.


Ya da Saygı Abi’yi ziyarete gittiğimizde, senin o oturamadığın koltuk...

Yanaklarını çekiştirip haberi düşündüğün hâllerin...

Bir başlık için günlerce titizlendiğin, transa geçip haberi yazdığın anlar.

Hani Hanife’yle eşyalarını toplamaya gittiğimizde çekmecende bulduğumuz yarım çikolatayı da unutmuyoruz hiç. 

Çekmecende düğün videosunu bulduğumuzda yaşadığımız o acı ve Hanife’nin

“Bunu sık sık izliyordu ki, kim ne taktıysa aynısını götürsün,” deyişi...

Sonra birlikte gülüşümüz... Funda da hatırlıyor, sık sık anlatıyor o yarım çikolatayı. 

Ey dost, mezarın Sivas’taki köyünün en ücra tepesinde diye yıldönümlerinde gelemiyoruz.

Ama yolu düşen haber kaynakları, arkadaşlar mutlaka uğruyor sana.

Fotoğraf gönderip ya da söyleyerek haber veriyorlar.

Ey dost...

Gitmedin ki aslında.

Hep varsın.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder