MEVLÂNÂ NEDEN MUMYALANDI?
TÜRK MUMYALAMA GELENEĞİ
NEVİN BİLGİN
Tarih, bazı bedenlerin yokluğunda bile var olmaya devam ettiğini söyler. Bu bedenler toprağın sessizliğinde çürümeye terk edilmez; bir milletin, bir inancın ya da bir kültürün hatırasını yüklenerek korunur, saklanır, gelecek kuşaklara miras bırakılır. İşte Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin naaşı da öldükten sonra mumyalanmıştır. Onun mumyalanması, yalnızca fiziki bir beden değil; Orta Asya’dan Anadolu’ya taşınan bir düşünce sisteminin temsili niteliğindedir. Bu nedenle onun mumyalanmış olması yalnızca bir tıbbi teknik değil; aynı zamanda kültürel, tarihsel ve sembolik bir eylem olarak nitelendirilmektedir.
ANADOLU’DA MUMYALAMANIN GELENEĞİ
Mumyalama, Türk kültüründe yalnızca ölüm sonrası bir koruma değil, aynı zamanda ölüye ve onun ardında bıraktığı manevi mirasa duyulan saygının ifadesidir. Bu gelenek, köklerini Sibirya-Altay bölgesindeki Eski Türk topluluklarının kurganlarına kadar götürür. Bu bölgelerde bulunan kurganlar, yalnızca ölülerin değil; onların yaşam biçimlerinin, inançlarının ve toplumsal konumlarının da birer arşividir.
Bu kurganlarda mumyalanmış cesetler, günümüze kadar neredeyse bozulmadan ulaşmıştır. Bunun başlıca sebepleri arasında, iyi kurutulmuş toprak kullanımı, tuzlama yöntemi, kurutucu bitkilerle yapılan tahnit işlemleri ve cenazenin bulunduğu ortama nemin sızmaması yer alır.
Cesetler neredeyse gerçekçi bir biçimde korunmuş; üzerlerindeki kıyafetler, kumaş dokuları ve renkler bile canlılığını yitirmemiştir. Bu durum, Türk mumyalarının yalnızca Mısır mumyalarıyla değil; dünya üzerindeki tüm koruma teknikleriyle rekabet edecek düzeyde olduğunu göstermektedir.
MEVLÂNÂ’NIN MUMYALANMASI: BİR GEREKLİLİK MİYDİ?
1273 yılında Konya’da vefat eden Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, dönemin en büyük tasavvuf ehli, şairi ve mürşidiydi. Vefat ettiğinde Anadolu, Selçuklu döneminin son demlerini yaşıyor; siyasi karışıklıklarla birlikte dini yapılar daha da kuvvet kazanıyordu. Mevlânâ’nın vefatı yalnızca Mevlevîler için değil, dönemin farklı din ve mezheplerine mensup insanlar için de büyük bir kayıptı. Cenazesi, Hristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar tarafından birlikte uğurlandı.
Bu kadar çok kişinin katıldığı ve toplumsal bir olaya dönüşen defin süreci sırasında, naaşın bozulmadan korunması büyük önem arz ediyordu. Aynı zamanda Mevlânâ için planlanan türbenin inşası uzun süreceği için, bedenin korunması zorunluluk haline geldi. Bu bağlamda, Anadolu Selçuklu saray çevresinde uygulandığı bilinen tahnit işlemi Mevlânâ’ya da uygulandı. Onun naaşı özel bitkilerle, tuzla, dolgu malzemeleriyle korunmuş; iç organları çıkarılmış ya da kurutulmuş olabilir. Bugün yapılan bilimsel tespitlerde onun mumyalanmış olduğu net şekilde anlaşılmaktadır.
MEVLÂNÂ’NIN İLK MEZARI VE TÜRBESİNİN YAPILIŞI
Mevlânâ'nın vefatından sonra cenazesi, babası Bahâeddin Veled’in (Sultanü’l-Ulemâ) mezarının yanına defnedildi. İlk mezar yapısı oldukça sade ve gösterişsizdi. Ancak Mevlevî tarikatının giderek büyümesi, Mevlânâ’nın fikirlerinin halk ve devlet katında yaygınlaşması ile birlikte bu mezarın üzerine daha görkemli bir türbe yapılması kararı alındı.
II. Alaeddin Keykubad’ın veziri Emir Bedreddin Gevhertaş’ın desteğiyle 1274 yılında türbe inşaatı başlatıldı. Bu yapının halk arasında bilinen adı "Kubbe-i Hadra" yani Yeşil Kubbe'dir. Türbe tamamlandıktan sonra Mevlânâ’nın naaşı ilk mezarından alınarak türbenin alt katındaki sanduka kısmına nakledildi. Bu esnada naaşın tekrar incelendiği ve mumyalanmış bedenin zarar görmeden taşındığı kaydedilmiştir.
SELÇUKLU VE OSMANLI'DA MUMYALAMA: BİR DEVLET GELENEĞİ
Mevlânâ’nın mumyalanması yalnızca bireysel bir karar değil; Selçuklu devlet geleneğinin bir uzantısıydı. Anadolu Selçuklularında özellikle sultanlar, komutanlar ve dini önderlerin naaşları tahnit edilerek korunurdu. Bu uygulama, Osmanlı döneminde de devam etti. Osmanlı padişahlarından Murad Hüdâvendigar, Çelebi Mehmed, Fatih Sultan Mehmed, Kanûnî Sultan Süleyman, Şehzâde Mustafa ve Cem Sultan da iç organları çıkarılarak mumyalanan isimlerdendi.
Mumyalamada iç organların çıkarılması kadar, bedenin içine dolgu maddeleri yerleştirilmesi de önemliydi. Fatih Sultan Mehmed’in şehzadesi Mustafa Çelebi’nin karnının bal ve yulafla doldurulup dikilmesi, bu yöntemin tipik bir örneğidir.
Bu uygulamalar, İslam’ın bedenin toprakla buluşmasını esas alan anlayışıyla çelişiyor gibi görünse de, tahnit işlemi çoğunlukla zorunlu durumlarda, bedenin geçici olarak korunması amacıyla gerçekleştirilmiştir. Aynı zamanda Mevlânâ gibi figürlerin bedensel varlığına duyulan saygının bir ifadesi olarak da yorumlanabilir.
BİLİMSEL İNCELEMELER VE GÜNÜMÜZDEKİ DURUM
Bugün Mevlâna’nın naaşı Konya’daki Mevlâna Müzesi’nde yer alan türbede korunmaktadır. Ancak onun bedeniyle ilgili detaylı radyolojik, histolojik ve patolojik incelemeler henüz yapılmamıştır. Bu, Türkiye’deki birçok mumya için de geçerlidir. Yurt dışında bulunan mumyalarda yapılan bilimsel incelemeler, mumyalama tekniklerinin detaylandırılmasına katkı sağlarken, Türkiye'deki tahnit geleneğinin belgelenmesi hâlâ eksik bir alandır.
Mevlânâ’nın bedeninin neden mumyalanmış olduğunu anlamak, onu putlaştırmak veya bedene kutsiyet atfetmek anlamına gelmez. Aksine, bu işlem onun manevi mirasının taşıyıcısı olan bedeninin çürümeye bırakılmaması, hem zamana hem de mekâna karşı bir duruş olarak yorumlanmalıdır.
KAYNAKÇA:
Öztürk, H. (2019). Orta Asya'dan Osmanlı'ya Türklerde Mumyalama Geleneği. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1509303
Usta, H. (2006). Türklerde Mumyalama ve Tahnit Geleneği. Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. https://acikbilim.yok.gov.tr/bitstream/handle/20.500.12812/553429/yokAcikBilim_413879.pdf?sequence=-1&isAllowed=y
https://islamansiklopedisi.org.tr/mevlana-celaleddin-i-rumi
https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ertugrul-ozkok/mezar-odasinin-sirri-220470
https://isamveri.org/pdfdrg/D01986/2003/2003_UZUNA.pdf
https://www.merhabahaber.com/mevlananin-mezar-odasinin-inanilmaz-sirri-319418h.htm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder