5 Temmuz 2025 Cumartesi

         YAKUPLAR KAHVEHANESİ

               Yeşilyuva'nın Sessiz Tanığı

Nevin Bilgin'in yeni kitabı....



Bir dönemin hikayesi...

Ömeri Muharrem Bilgin anlattı, Nevin Bilgin yazdı...

Kitabın önsözünden; 

Meşe kömürünün ateşi hiç sönmezdi. Ocak gece boyu yanar, sabaha karşı çay kazanı çoktan fokurdamaya başlardı.

Çünkü sabah ezanından önce camiye gitmeden kahvehaneye uğrayan ya da cami çıkışı mutlaka gelen müşteriler olurdu. Demi yerinde bir çay isterlerdi; sessizce içilir, ardından selam verip çıkılırdı. Camiye doğru. Sabah namazı bitti mi yine uğrak yer kahve olurdu. Yakuplar Kahvehanesi.


Tahta sandalyeleri, tahta zemin, bakır çay ocağı. Tahta sandalyeleri tahta zeminde kaydırıp kimisi tersten otururdu, kimisi düz. Çay ocağına seslenirdi "1 sade, 2 çay!"... Kimi zor yürürdü artık müşterilerin. Kimisi gözlüğü düşmesin diye lastikle tutturur da kafasının arkasından, kimisi bastonluydu. Evi bellemişti kahvehaneyi, evinden çok burada zaman geçirirdi çoğu.


Hele kışın. Sobaya odun atıldı mı, kahvenin içi cehennem sıcağına dönerdi. Palto giymezdi ki müşteriler, üst üste ceketliydi çoğunluğu. Biraz zaman geçti mi, kimisi tavlaya, kimisi damaya, kimisi dominoya... Çok sonraları ise okey taşlarının birbirine vuran seslerine, televizyonun sonuna kadar açık haberlerdeki sesi eşlik ederdi.


Önceleri radyo vardı. Açıldı mı radyo, kimisi duymak için dibine dizilirdi. Darbe dönemlerinde çıtı çıkmadan sessizce nasıl da dinlerdi herkes radyoyu. Radyoyu karıştırırken bazen "Moskova'nın Sesi" radyosu bile çıkardı Türkçe konuşan; "Moskova'nın Sesi Radyosu'nu dinliyorsunuz" anonsuyla...


Müziksiz de olmazdı elbet. Çoğunlukla sanat müziği yankılanırdı, televizyonsuz zamanlarda. "Dalgalandım da duruldum" derdi müziğin sesi. Bazen Zeki Müren, bazen Muazzez Ersoy, bazen Neşe Karaböcek, bazen Özay Gönlüm'ün sesi yankılanırdı kahvedeki değişik seslerin arasında:

"Gelive gidive tın tıngır da

Zilleri takıve şın şıngır da

Hopdiri yârim fın fıngır da dünya güzeli"

1990'dan sonrası ise bambaşka zamanlardı. İnsanlar kahvehanede topluca maç izler olmuştu; bağırtılı çağırtılı el kol hareketlerine eşlik eden küfürlerle. Küfürler de şiveli ve yöreye has olurdu ama;

"Yunan Covır golü nasıl attın gari..."


Kahvehaneyi kim işletiyorsa, ocağa kim bakıyorsa o açardı sabah 05.00 olmadan. Müşterileri karşılayıp çayı demlemek için uykuyu parça parça yaşardı. Gözleri karanlıkta bir anda açılır, hızla kalkardı yataktan. Bazen soğuk suyla yüzünü yıkar, bazen sadece ellerini ovuşturup ocağın başına geçerdi.

Çayın kokusu kahvehanenin içine oradan dışına yayılırken, kapıdan giren ilk müşteri "Demin var mı?" diye sormazdı bile. Çünkü bilirdi ki Yakuplar Kahvehanesi'nde çay her daim hazır ve taze.


Her sabah aynı telaş, aynı düzen. O kerpiç binanın içinde nice sohbetler geçti, nice ömürler iz bıraktı. Köyde düğünler konuşuldu, taziyeler orada paylaşıldı, siyaset orada tartışıldı. Okula giden çocuklar bile bazen babalarının ardından kahvenin kapısından bakar, içerideki kalabalığı anlamaya çalışırlardı. Kahveyi işleten kardeşlerin, Yakuplar Sülalesinin fertlerinin yaşama veda etmelerinin ardından taziyeler bile orada yapıldı.


Bu kitap, işte o hiç sönmeyen meşe kömürünün, buharı eksik olmayan çaydanlığın, 24 saat sönmeyen ocağın (yedek denilen sıcak su kazanı), sabahın sessiz müşterilerinin ve kahvecinin telaşlı adımlarının, Türkiye'nin Ege'deki bir kasabasının, kasabadaki insanların, bir sülalenin, onları anlatan bir kahvehanenin hikâyesidir.

Gaysar’ın, bugünkü adıyla Yeşilyuva’nın kalbinde atan bir mekânın, Yakuplar Kahvehanesi’nin neredeyse bir asra tanıklığıdır.

Kitapta Yakuplar Kahvehanesi’nin hikâyesini okurken Gaysar'ın (Kayser), yani Yeşilyuva'nın hikâyesini de bulacaksınız. Kahvehanenin emektarları Mustafa Efendi'nin, Mehmet Çelebi Bilgin'in, Ali Vehbi Bilgin'in, Yakup Bilgin'in, Halil Bilgin'in, Ömeri Muharrem Bilgin'in (anlatıcı), Orhan Bilgin'in, Zeynep Bilgin'in hikâyelerini bulacaksınız.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder