MÜLKİYETTE KAYBOLMAK:
BİR ÖMÜR; EVLİLİK, BİR EV BİR ARABA
Sanki yaşamanın değil, sahip olmanın peşindeyiz.
NEVİN BİLGİN
Düzen farkına varamazsanız sizi bir evlilik, bir ev ve arabaya sığdırır.
Tüm hayat bir ev, bir araba, olabilirse bir de yazlığa mı endeksli acaba?
Sanki yaşamanın değil, sahip olmanın peşindeyiz. Sürekli para kazanıp satın alıyoruz. Para kazanmak ve para harcamak üzerinden yaşamı sonlandırıyoruz.
İnsanların en büyük amacı, mülkiyet.
Acaba mülkiyetle ne kadar kalıcı olabiliyoruz dünyada. Kök salıp buralı olarak sonsuza kadar kalabiliyoruz.
İnsanlar kapısını aralayamadıkları malikânelerin hayalini kuruyor, ellerindekini de tapuya yazdıramamanın mahcubiyetiyle yaşıyor. Herkes sahip olmak istiyor. Mülkiyetsiz olduğu hâlde.
Ama neden bu kadar istiyoruz? Çünkü kök salamadık.
Nietzsche’ye göre insan, eksiktir. Bu eksiklikten dolayı sürekli bir “olma” hâli içinde debelenir. Bu tamamlanmamışlık, onu kök salmaya; kalıcı, güvenli bir zemin bulmaya iter. Ama modern çağ bu arayışı yönlendirir: “Ev alırsan tamamlarsın. Araban varsa varsın.”
Böylece kök salma arzusu, sürekli çalışma, dürüstlüğünü kaybetme, kısa yoldan zengin olma davranışına, kredi borçlarına, tapu belgelerine, konut projelerine hapsolur.
Nietzsche, sıradanlığı varoluşsal cesaretten yoksunluk olarak görür. Ona göre kendi değerini yaratamayan insan, sürüye tutunur. Bugün ise sürünün biçimi bellidir: 3+1 daire, otomatik vites, deniz görsün yeter yazlık.
Bunlara sahip oldukça bir yere ait olacağımızı, bir anlam kazanacağımızı sanırız. Ama bu aidiyet, ancak kiralık bir huzur sunar.
Kapitalizm, insanın kök salma ihtiyacını önce tanır, sonra şekillendirir ve nihayet satar. Tapularla, kredi vadeleriyle, “aidiyet” illüzyonu sunar. Halbuki insan gelip geçicidir, tüm hayatını para kazanıp o mülkiyete kavuşmakla geçirir. Evler de yıkılır, arabalar da eskir. İnsan, sahip olduğunu sandığı şeylere değil, onların gölgesine bağlanmıştır.
Nietzsche’nin “üstinsan” ideali, kendi değerlerini yaratabilen, anlamı dışardan değil içerden inşa edebilen bireydir. Oysa biz anlamı, başkalarının gözünde değerli olan eşyalarda arıyoruz. Sahip oldukça kök salacağımıza inanıyoruz.
Bir ömre bir ev, bir araba sığdırıyoruz. Ama hayatı sığdıramıyoruz.
Koca bir hiçliğe yer açarken, kendimize yer bırakmıyoruz.
Ve böylece...
Mülkiyette kayboluyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder