18 Eylül 2025 Perşembe

 ÇATALHÖYÜK'ÜN SIRLARI....


"GEZEN TİLKİ" MEHMET AKBULUT'LA ÇATALHÖYÜK'TE BİR GÜN

BUĞDAYI İLK ONLAR EKTİ VE  EVİN İÇİNDE DEPOLADI: İlk Ziraat Devrimi

ÖLÜLERİNİ EVİN İÇİNE GÖMDÜLER

EVLERİN GÜVENLİKLİ OLMASI İÇİN DAMDAN GİRİP ÇIKTILAR

KOMÜNAL İLK YAŞAMDA İLK KENTLERİ KURDULAR

22 Katman: Yaklaşık 2 Bin Yıl Süren Kesintisiz Yaşam

Sokaksız Mahalleler: Evler Birbirine Bitişik

Damlardan Giriş: Sokak Yok, Çatılardan Geçiş Var

Kerpiç Duvarlar ve Sıkıştırılmış Toprak Tabanlar

Ocaklar, Tandırlar ve Duvar Resimleri: İç Mekânın Detayları

Ölümle Yaşam Aynı Mekânda: Evlerin Altına Gömülen Ölüler

Ortalama 25 m² Boyutunda Evler

Katman Katman İnşa: Her Yeni Ev Eski Evlerin Üzerine Kuruluyor

Höyük Yüksekliği: 40 Metre Boyunda



NEVİN BİLGİN 

Kerpiç duvarların suskunluğunda yankılanan binlerce yıl…

Adım adım, bir zamanın nabzını tutuyoruz.

Toprağın altında değil, tam da evin içinde ölüyle yan yana, yaşamla iç içe.

Seki altına gömülenler, duvar resimlerinde yeniden doğuyor.

Her ocak, bir hafıza; her merdiven, bir geçit.

Burada zaman, bir çizgi değil bir döngü.

Avcıydılar, toplayıcıydılar… sonra eken, biçen, depolayan oldular.

Buğdayın ilk DNA’sı, insanın ilk yerleşik düşü.

Damdan girilen evlerde, göğe açılan bir güvenlik.

Ve her oda, bir ritüel alanı; her duvar, bir anlatıcı.

Çatalhöyük, sadece bir kent değil bir kolektif hafıza.

Neolitik’in kalbinden Kalkolitik’e uzanan bir soluk.

Burada yürümek, geçmişle bugünü aynı anda solumak demek.

Ve belki de en çok, insan olmanın ne demek olduğunu yeniden düşünmek…





                    Ritüel Tepesinde obsidyen ve Kybele

RİTÜEL TEPESİ
Ritüel Tepesi’nden Çatalhöyük’e: Toprağın Hafızasında Bir Yolculuk

Ayaklarımız toprağın içine gömülüyor, her adımda ince bir toz yükseliyor. 

Ritüel Tepesi’ne doğru ağır ağır tırmanıyoruz. Sessizlikte yankılanan ayak seslerimiz, binlerce yıl öncesine ait bir çağrıyı hatırlatıyor sanki.
Tepenin zirvesinde, güneşin ışıkları elimizdeki obsidyen taşın keskin yüzeyinde parlıyor. 

Siyah cam gibi… Soğuk ama canlı. O taş, zamanın içinden süzülüp gelen bir nefesi saklıyor hâlâ. Altımızda uzanan höyük, sadece bir yerleşim değil; anıların, duaların, aşklar ve vahşetin, ortak kullanılan eşyaların, taştan silahların, hayvan kafataslarının ve ezilen buğdayın sesinin yankılandığı bir hafıza alanı.

Gezen Tilki şöyle diyor:
Üzerlik bitkisi çoksa bir yerde, orada fosfor vardır. Yaşanmışlık vardır. Canlı kalıntısı vardır.” 

Ve gerçekten de höyük üzeri üzerlik otlarıyla süslenmiş: sarı, yeşil, canlı. Her yaprak, geçmişe açılan bir kapı gibi.

Kybele, taşın üzerinde heybetiyle duruyor. Gözlerimizi kapattığımızda, rüzgar sesiyle birleşen ayin melodileri kulaklarımızda çınlıyor. 
O dönemin insanları, doğayla bütünleşmiş bir ritüel diliyle konuşuyor. 

Elimize höyükten aldığımız bir taş parçasını tutup bırakıyoruz tıpkı içimizdeki bir sıkıntıyı toprağa teslim eder gibi. Derin bir nefesle o günden bu güne dönüyoruz.

Gözlerimizi yeniden kapattığımızda, etrafımızda toplanmış insanlar beliriyor. Ellerinde küçücük bir kadın heykelciği: Kybele. 

Toprağın, doğurganlığın, bereketin anası. 
Eller yukarı kalkıyor ama dualar göğe değil, toprağın derinliğine yöneliyor. Çünkü onlar için kutsal olan gök değil, yaşamı besleyen toprak.

Dinlerden önce de vardı ritüel. Höyükten çıkanlar bunu anlatıyor: bir zamanlar insanlar, taşın, sesin, otun ve rüzgarın diliyle dua ediyordu. 

Ve biz, bu yolculukta onların izini sürüyoruz.

               

                     Bulunan Kibele Heykeli


BİNLERCE YIL ÖNCESİNİN ÇATALHÖYÜĞÜ


Ve 10 Bin Yıl Öncesindeyiz…Bir höyükte...

Ve on bin yıl öncesinin Çatalhöyüğü..
Sulak, yeşil, sazlıklarla çevrili bir cennet. Turnaların çığlıkları gökyüzünde yankılanıyor. Ovanın ortasından sular akıyor, bereketli toprak her tohuma can veriyor. Yaşam, doğanın ritmiyle uyum içinde akıyor.

Bir yanda vahşi bir sığırı evcilleştirmeye çalışan bir insan…

Diğer yanda buğdayı toprağa eken eller.
Bir başka köşede obsidyeni sivriltip mızrak ucu yapanlar.

Her biri, yaşamın farklı bir yönünü şekillendiriyor.
                    Çatalhüyük'te yemek (Arkofili)

İşte o dönemin gastronomisi:
Taşlar ateşte ısıtılıyor, içi su dolu kaba atılıyor. Ardından et ekleniyor. Taşın ısısıyla yavaş yavaş pişiyor.

Buğday, iki taş arasında eziliyor. Bir başkası su ekliyor, karıştırıyor… Ortaya çıkan lapa, o çağın besleyici mucizesi. Her şey doğayla uyumlu, her hareket ritüel gibi.

Yemek sadece karın doyurmak değil; toprağa, ateşe, suya ve taşa duyulan saygının bir ifadesi.
İnsan, doğanın döngüsüne katılıyor; üretirken dua ediyor, pişirirken hatırlıyor, yerken şükrediyor.      



                      Höyükler ve Üzerlik Otları



                    Konya Ovası 


                       Çatalhöyük Kazı Alanı


                    Çatalhöyük Kazı Alanı

Çatalhöyük: Katman Katman İnsanlık

Konya’da 360 höyük var. Her biri zamanın bir parçasını saklıyor. Ama Çatalhöyük başka.

Bu toprak, yalnızca bir yerleşim değil; insanlığın hafızası.

Höyük nedir?

Tarih öncesi ve tarihi yerleşimlerin üst üste birikmesiyle oluşmuş yapay tepeler.

Evler, duvarlar, çanak-çömlekler, taş aletler…

Her yapı yıkıldıkça, üzerine toprak örtülür; yeni yaşamlar, eski hayatların küllerine inşa edilir.



Ve böylece zaman, bir tepe gibi yükselir.

Bugün höyüğün başında durduğunuzda gördüğünüz o toprak yığınları, aslında katman katman yaşam izlerinden oluşuyor.

Her ev, bir öncekine yaslanmış.

Her hayat, bir öncekinin hatırasını taşıyor.

Çatalhöyük’te her katman, insanlık tarihinin farklı bir yüzünü gösteriyor:

İnanç, üretim, ölüm, doğum, ritüel, sessizlik…



Gezen Tilki Mehmet Akbulut tam bu noktada söze giriyor:

Konya’da 360 höyük var. Ama burası başka. Çatalhöyük, ilk tarım kentlerinden biri. İlk resimler, ilk inançlar, ilk evler burada… Bu topraklarda obsidyen yalnızca bir taş değil; bir yaşam kaynağı, bir ticaret aracı, hatta kutsal bir nesneydi.”

Katmanların arasında dolaşırken fark ediyoruz:

Çatalhöyük bir taş toprak yığını değil.

İnsanın kendini keşfettiği bir laboratuvar.

Burada ölüler evlerin altına gömülüyor.

Yaşamla ölüm yan yana yaşatılıyor.

Toprak, yalnızca bir zemin değil; kutsalla kurulan ilk bağın taşıyıcısı.

Her taş, bir ses.

Her katman, bir ritüel.

Ve biz, bu sessizliğin içinden geçerken, insanın doğayla kurduğu o ilk anlaşmayı duyuyoruz.



           Binlerce yıl önce Konya Çatalhöyük canlandırma


Çatalhöyük’ten Konya Arkeoloji Müzesi’ne: Binlerce Yılın İzinde Bir Yolculuk

Çatalhöyük ziyaretimizin ardından son durağımız, Konya Arkeoloji Müzesi oldu. Küçük ama olağanüstü zengin koleksiyonu ile bu müze, özellikle Çatalhöyük kazı alanından çıkarılan eserleriyle Anadolu’nun arkeolojik belleğini taşıyor.

Konyalılar, müze depolarında bekleyen binlerce eserin gün yüzüne çıkacağı yeni bir sergi alanını umutla bekliyor. 

Mevcut koleksiyon ise Neolitik dönemden Klasik döneme kadar uzanan, titizlikle düzenlenmiş bir kronolojiyle ziyaretçilerini karşılıyor. Her bir eser, zamanın içinden süzülerek gelen bir anlatı gibi…

Ancak içlerinden biri, gerçekten büyüleyiciydi:

Günümüzden tam 10.000 yıl öncesine ait, ana karnında Hoker pozisyonunda kıvrılmış bir kız çocuğu iskeleti.

Yaklaşık 1 yaşındaki bu çocuk, özenle fırçalanarak gün yüzüne çıkarılmış. Boncuktan yapılmış bilezikleri ve kemikten halhalları hâlâ ayak bileklerinde duruyor. Bu detaylar, Çatalhöyük insanının takıya olan ilgisini ve sembolik dünyasını gözler önüne seriyor.

Bu küçük beden, sadece bir arkeolojik buluntu değil; aynı zamanda binlerce yıl öncesinden bugüne ulaşan bir anlatı, bir ritüel, bir insanlık izi…

KONYA OVASI'NDAKİ VAHŞİ SULAMA

Höyükler Kenti Konya Programı: Bir Çöküşün İzinde

Ankara’dan katıldığımız Ritüel Tepesi, Çatalhöyük ve Arkeoloji Müzesi’ni kapsayan Höyükler Kenti Konya programımız, Konya Garı’nda rehberimiz Gezen Tilki tarafından karşılanmamızla başladı. 



Ritüel Tepesi’ne doğru ilerlerken Mehmet Bey, Kapalı Konya Havzası’nda son 50 yılda doğayla uyumsuz tarımsal faaliyetlerin yarattığı dönüşüme dair çarpıcı bilgiler paylaştı.

Konya Ovası’nda buğday üretiminin neredeyse terk edildiği manzara, Karaman’a kadar uzanan devasa mısır tarlalarıyla daha da düşündürücü hale geliyordu. Suya doymayan, adeta su düşmanı olan bu ürünlerin; şekerpancarı, mısır ve ayçiçeği gibi su kaynaklarıyla can çekişen bir coğrafyada hâlâ desteklenmesi anlaşılması güç bir durumdu. Konya, 10 bin yıllık tarihinde toprağının ana ürünü olan buğdaya sırtını dönmüş gibiydi.

40-50 yıl önce, kar sularının erimesi ve yağmurların başlamasıyla Konya Ovası’nda kilometrekarelerce alanda, bazı yerlerde derinliği 2 metreyi bulan göller oluşurdu. Temmuz ayına kadar küçülen bu sulak alanlar hiçbir zaman tamamen yok olmazdı. 

Bu suların içinde yaşayan haşerat, larvalar ve balıklar, göçmen kuşları Konya’ya çekerdi. Bir zamanlar Konya’nın kuş cenneti gölleri vardı.

Ne yazık ki bu su kaynakları “bataklık” olarak görülüp drenaj kanallarıyla il dışına aktarıldı. Bugün Konya, su fakiri bir bölge olarak çölleşmeye en yakın coğrafyaların başında geliyor. Vahşi sulama ve yeraltı sularının kontrolsüz tüketimi, her yıl Konya Ovası’nda onlarca yeni obruk oluşmasına neden oluyor.

Bu kısa yolculukta, bir coğrafyanın çöküş hikâyesini yüreğim burkulurcasına izledim.





             Konya Ovası ve günümüz vahşi sulaması

--------

 Çatalhöyük ev içi

Katmanların arasında dolaşırken anlıyoruz ki, Çatalhöyük bir taş yığını değil, insanın kendini keşfettiği bir laboratuvar. 

Burada gömülen ölülerin evlerin altına konması, yaşamla ölümün yan yana yaşatılması, bize insanın doğa ve kutsalla kurduğu o ilk bağın ipuçlarını veriyor.



        Çatalhöyük'ün binlerce yıl önceki damdan girilen evleri (kapılar günümüz için açıldı)

Bugün rüzgârın savurduğu tozların içinde, binlerce yıl öncenin dua fısıltılarını duyar gibi oluyoruz. 

                      obsidyen binlerce yıl öncesinin hammaddesi

Obsidyen hâlâ parlıyor, Kibele hâlâ sessizce bakıyor. Ve Konya ovası, bir zamanlar ne kadar yeşil olduğunu hatırlatmak ister gibi ufka uzanıyor.

Yol boyunca sağlı sollu ayçiçeği, mısır, yonca, şeker pancarı tarlaları ve gündüz vakti yapılan sulamalar. Alabildiğine uzanan ova sonsuzluk çizgiyle birleşiyor. 

Yanlış sulamadan beton gibi olmuş tarlalar, sulama borularının yorgunluğu, mısır tarlalarının yeşille sarı arasındaki sonsuzluğu. 

ATALARIN DOĞUŞU

Yaklaşık 30 km sonra Çatalhöyük'e varıyoruz. 

Çatalhöyük'te yeni yapılan müze binası karşılıyor bizi. Kazı ve örnek evlerin olduğu bölüme doğru geçiyoruz tahta platform üzerinde ilerleyerek. Tahta platformun bazı yerlerine ayağımız takılıyor, platformun altında tarihi alana zarar vermemek için tahta platform yapıldığı belirtiliyor ancak bu tür platformların yağışlı günlerde insanın ayağının kaymasına neden olduğunu da hatırlıyoruz. 

          Müze ve kafe alanları


                     Çatalöyük müze ve kazı alanının girişi


                     Çatalhöyük Müzesi'nde canlandırma


                      kazı alanına giden tahta platform (aman ayağınız kaymasın)

Yerleşik Hayatın Başlangıcı


                Çatalhöyük Müzesi Anadolu Leoparı


         ev duvarındaki resim (kafası olmayan insana saldıran vahşi kuşlar)

Çatalhöyük’ün Doğu Höyük ve Batı Höyük olarak iki katmanlı.  oluşu; Doğu Höyük'ün Neolitik dönem (MÖ ~7400–6200) izleri taşıması; Batı Höyük’ün Kalkolitik döneme geçiş evresine ait olmasına rağmen gün yüzüne çıkmamış olması… 

                        Kazı laboratuvarı


 Çatalhöyük ev içi yaşamı binlerce yıl öncesi

                                                                    Örnek ev 


      Gezen Tilki Mehmet Akbulut, o dönemdeki ev yaşamını anlatıyor

Evin kapısı çatıda, insanlar dışarı çıktıklarında çatıdan çatıya geçerek çatıların üzerinde yürüyerek "damda yaşam" sürüyorlar tam tabiriyle. 


           Eve giriş damdan

Evin içinde merdivenin hemen altında bir ocak, yanan ocağın dumanı da damdaki kapıdan çıkıyor. Hemen sağda eşik olarak tabir edilen oturma alanı, duvarlarda figürler, dans eden insanlar, kafatası olmayan insana saldıran yırtıcı kuş, volkanik bir patlamanın resmi killi duvarda kırmızı rengiyle duruyor. Duvarın yanında hayvan kafatasları kutsallığı temsil ediyor. Daha ileride kiler duruyor küçük bir kapıdan girildiğinde. Yiyecek depolamaya yarıyor. 


                   Çatalhöyük kazı alanı

EŞİTLİKÇİ YAŞAM

Kadınlar da erkekler de avlanırken, tarımda da birlikte çalışıyorlar. Liderleri yok, paylaşım varken, daha eşitlikçi bir yaşam söz konusu o dönemde. Merkezi bir yapı bulunmuyor. Hiyerarşi belirgin değil. 



Çöp alanı da mevcut. Çöpler aynı yere evlerin dışındaki alana gömülmüş. Sokak yok, kapılar çatıda. Çatılardan merdivenden inilerek giriliyor evlere. Merdivenler tahtadan yapılmış. Kil ve samandan yapılan tuğla benzeri yapıyla evler inşa edilmiş.

Evlerde kiler var. İnsanoğlu ilk defa biriktirme, saklama, depolama fikri geliştiriyor. Eskiden avcı toplayıcı idi, artık burada yerleşik hayata geçiyor.  Bu mimari düzen, sokaksız toplulukları doğuruyor. Mezarlar evlerin tabanlarına gömülüyor; aile fertleriyle birlikte. Önder kişi denilen bir figür varsa da toplumsal hiyerarşi katı değil; daha eşitlikçi bir yaşam.

Duvarlarda semboller resimler var. Hasandağı volkanı çizilmiş evin duvarına. 

                      Damdan eve giriş merdivenle

Kazı alanına baktığımızda 6 dikey, 3 yatay kirişlerle destekleniyordu. Kilerde de yatay kirişler var. Yaşama alanları görülüyor. Sekiler, oturma alanları, ritüel alanları...

Çöplerini de evlerin yanındaki sokak diyebileceğimiz bir alana üst üste gömüyorlar. 

Karbon tarihleme ve yanmış odun kömürü gibi kalıntılar sayesinde, tarımın, bitki ekimlerinin, ekmek pişirilmesinin, koçların, koyunların, tahılların, bitki tohumlarının kullanımı belirlenebiliyor. Karbon çok önemli; ateş yanmış yerlerde, yemek pişirilen ocaklarda bulunan karbon, ısının ve yemeğin izini bırakıyor.

İlk Kentler

Kurulan o dönemde bir kent. Metropol olarak da düşünebiliriz. Üst üste yapılan evler, her katmanın bir nesil yaşamını temsil ettiğini düşünün. Her katmanda bir zaman yolculuğu içinde olduğunuzu hissedin. Her adımda, her basamak inildiğinde binlerce yıl geriye gidiyorsun. Çünkü çocukları babalarının yaşadığı dönemin üzerine yapmış evlerini, onların çocukları da onların evlerinin üzerine yapmış

                Çatalhöyük'te evin içi
           Evlerin duvarına çizilen o dönemde volkanik olan Hasandağı mı? 

İklim değişir, verim kaybolur, toplumsal yapı değişir. Çatalhöyük de terk edilir bir süre sonra. Kent değilse de köyleşme başlar; yerlerden taşınanlar, göç edenler. Göçün nedeni bilinmiyor. Kalabalıkta yaşamanın getirdiği zorluklar yanında iklim değişikliğinin yarattığı sıkıntılar nedeniyle göçün olduğuna ilişkin teoriler var. 

                        evde eşiğin altına gömülen mezar

Yani göç, küçük topluluklara ayrılma, yaşam biçiminin yeniden şekillenmesi bu terk edişin doğal seyri olur.

ÇATALHÖYÜK MÜZESİ

Müzede buluntu laboratuvarında toprakların, aletlerin laboratuvarda nasıl incelendiğine ilişkin ayrıntılı dijital ve görsel malzemelerle karşılıyorsunuz. Ayrıca o dönemdeki Konya ve Çatalhöyük'ün nasıl su ve yeşillikler içinde bir alan olduğunun canlandırıldığı filmleri izleyebiliyorsunuz. 

Anadolu leoparı gibi o dönemde yaşayan havyanların figürlerini, kemiklerini, yaşam şekillerine ilişkin dijital ve görsel malzemelerle karşılaşıyorsunuz. 

O DÖNEMİN HASTALIKLARI

İskeletler üzerinde yapılan araştırmalar o dönemdeki insanların daha çok akciğer hastalıklarına yakalandıklarını, en fazla 39-40 yıl yaşadıklarını, akciğer hastalığına yakalanma sebebinin ocağın dumanından etkilenme olduğunu öğreniyoruz. Yine diş hastalıklarının artmasının tarım ürünlerinin tüketilmesiyle birlikte geliştiği, tarıma geçişle birlikte doğurganlığın arttığı gibi sonuçları da araştırmalardan öğreniyoruz. 

BEBEK MEZARI 

Mezara cenin şeklinde gömülen insanların mezar örnekleri de insanı bambaşka bir boyuta taşıyor. 

O  dönemdeki insanların sanattan kopuk olmadıklarını  kil duvarlara kırmızı boyalarla yaptıkları kafası olmayan insana saldıran vahşi kuşlar, evcilleştirilmiş hayvanların figürleri yer alıyor. Hayvanların avlanmaları dijital film haline getirilmiş ve sizi o döneme götürüyor adeta. 

        obsidyen aynalar (Konya Arkeoloji Müzesi)


      yüzükler

               obsidyen mızrak

OBSİDYENDEN AYNALAR, HALHALLAR

Konya Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor Çatalhöyük'teki kazıda bulunan eserler. Bunların arasında o dönemde kullanılan çömlekler, obsidyenden yapılan aynalar, o dönemde taşlarda yapılmış takılar, bilezikle, yüzükler..


                                            Bebek mezarı

BEBEK MEZARI

Ve dünyada pek çok ülkede gezici sergiye katılan bir bebek mezarı. Yaklaşık 1 yaşlarındaki bebek, el ve ayak bileklerinde bir dizi boncukla gömülmüş. Bilezikler, taş ve kemik boncukların sıralanmasından oluşurken, halhallar sadece kemik boncuklarından yapılmış. 

                    Kazı alanının dışında yapılan Kybele Heykeli


Zaman yolculuğundan çıkıyoruz belki de...

Ve sen de burayı ziyaret etmeli, tüm bunları hissetmelisin.

Ey sen, höyüklerin arasından geçerken hissedersin ki; zaman yalnızca bir sayı değil, yaşamın dokusu. Her taş, her odun parçası, her kemik; insanı geçmişe bağlayan ip. Çatalhöyük ise bu iplerden en sağlamı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder