21 Ekim 2025 Salı

 Araba Terörü: Direksiyon Silaha Dönüşürse

Asfaltın Yeni Efendileri

Bir Yanda Ölenler, Arabası Zarar Görenler Diğer Yanda Kaza Çarkının Kazananları

Kazalar kaçınılmaz olur. 

Sonra başlar başka bir çark: sigorta şirketleri, değer kaybı davaları, avukatlık büroları, çekiciler, tamirciler… 

Herkes bir pay peşinde. Raporlar bambaşka, kim haklı kim haksız belli olmaz. Sistem o kadar kurnazca kurulmuştur ki, kazazededen bile kazanç çıkar.

Şehir Jetleri: Motosikletler Bir Yanda



Nevin BİLGİN 

Şehrin sokaklarında artık bir “araba terörü” hüküm sürüyor. 

Sabah ve akşam saatlerinde, en işlek caddelerde bile adeta ölümle burun buruna yaşıyoruz. Direksiyon başına geçen bazı “hız kahramanları”, sanki Formula 1 pistindeymiş gibi, gaz pedalına basarken insan canını hiçe sayıyor. 

Kırmızı ışık mı? O, onların dünyasında “süs lambası” yalnızca. 

Önündeki arabayı sollarken de, kaldırımda yürüyen yayaya doğru hızla sürerken de tek bir düşünceleri var: “Yolu ben satın aldım.”, "Ben bilmem ne marka araca biniyorum, görün bakın"...

Karşıdan karşıya geçmek artık bir cesaret testi. 

Elinde poşetleriyle bir yaşlı kadın düşünün; yaya geçidi yok, trafik ışığı yok. Saatlerce yolun boşalmasını bekliyor. Ama boşalır mı? 

O “sonsuz sürat” arabalar geçit verir mi? Neredeyse roket hızıyla uçup gidiyorlar. Yaya geçidine gitse ne olacak, kırmızı ışıkta bile durmayan bir sürüyle karşı karşıya.

Trafik polisleri ortalarda yok, “kameralar izliyor” diyorlar ama her yerde kamera yok zaten, cezalandırma nasıl yapılacak, cezalandırma yapılmadan bu " her yer benim" diye dolaşanlara nasıl bir çeki düzen verilecek. İzlemek başka, denetlemek bambaşka.

Yollara üç sıra park edenler, kaldırımı işgal eden arabalar, dükkan önlerine yığılmış kargo kutuları, lastik değiştirme dükkânlarının işgal ettiği kaldırımlar… 

Şehir sanki yürüyen insanlara değil, araba sahiplerine miras kalmış bir imparatorluk.

Ve o “araba sahipleri”…


Arabadan indiklerinde ellerinde tespih, saçlar jöleyle geriye taranmış, üstlerinde ya ağır bir parfüm ya da ter kokusu. Deri ceket, omuz düşük. 

Hızla üzerinize sürdüğü arabadan inip bir de elindeki koca sopayı göstererek küfürler savurur. 

El kol hareketleriyle “trafik kralı” olduğunu ilan eder. 

Arabanın kapısını “benim gücüm bu” dercesine çarpar. 

Oysa biraz dikkat etseniz, direksiyon başında öfke nöbeti geçiren bu insanlar aslında akıl hastası bile çıkabilir. 

Direksiyon, onların elinde bir silah; gaz pedalıysa egosunun tetikleyicisi.

Dolmuş ve otobüs şoförleri de ayrı bir âlem. Onlar için her yaya, bir “zaman kaybı”; her durak, bir “rakip tehdidi”. 

Direksiyon başında telefonla konuşurlar, bir yandan selektör yapar, bir yandan küfreder, bir yandan da “yol ver be kardeşim!” diye bağırırlar.

Yolun ortasında inip yolcuyu alır, sonra bir de arkadaki sürücüye el işareti yapar: “Sen kim oluyorsun da bana korna çalıyorsun?”

Kapıyı açıp trafikte balgam çıkarırlar. 

Kazalar kaçınılmaz olur. 

Sonra başlar başka bir çark: sigorta şirketleri, değer kaybı davaları, avukatlık büroları, çekiciler, tamirciler… 

Herkes bir pay peşinde. Raporda bambaşka bilgiler çıkar, kim haklı kim haksız belli olmaz. Sistem o kadar kurnazca kurulmuştur ki, kazazededen bile kazanç çıkar.

Yeni Şehir Jetleri

Üstüne bir de motosikletli kuryeler çıktı. Sağınızdan solunuzdan fırlayan, hızla geçerken rüzgârıyla saçınızı savuran bu yeni “şehir jetleri”, trafikte ayrı bir kaos yaratıyor. 

Sipariş yetiştirme telaşıyla her yerden bir anda beliriyorlar. Aynaya baktığınızda yoklar, gözünüzü bir an kapatsanız yanınızdan geçmiş bileler.

Artık şehirde yaşamak, trafikle mücadele etmek değil, hayatta kalma sanatı.

Kaldırımlar yayalara değil, arabalara. Işıklar sürücülere değil, şov malzemesi.

Bu şehirde insanın yaşam hakkı, motor sesiyle bastırılmış durumda.

Ne yapılmalı?

Yollara beton bariyerler konulmalı, hız kesici sistemler artırılmalı. Trafik polisleri yeniden görünür olmalı. Kameralar sadece izlemekle kalmamalı, yaptırımı olmalı. Ama en önemlisi, direksiyon başına geçen herkesin anlaması gereken bir şey var:

Yol senin değil, hepimizin.

Bu hız çağında bir an durup düşünmek gerek:

Belki de en büyük kaza, insanlığın trafikte kaybolmasıdır.

Ankara'da ölümlü kazaların sürekli yaşandığı paralı üniversitelerde babalarının arabasıyla hız yapan öğrenciler başta olmak üzere Bilkent ve İncek Yolu'ndaki hız tutkunları için birşey yapılmayacak mı? Dikmen Caddesi gibi işlek caddelerde aşağıya arabasını hızla sürenlere, trafik ışığında durmayanlara karşı herhangi bir cezalandırma ve denetim yapılmayacak mı? 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder