BİR BALKAN GÜNLÜĞÜ
NEVİN
BİLGİN
Ankara
Esenboğa Havalimanı’ndan Anadolu jet ile Sırbistan’ın başkenti Belgrad’a saat
18.05’te hareket edilmesiyle 7 gece 8 günlük Balkan turu başladı. Uçakta
çoğunluğu, Sırbistan’daki inşaat, domuz çiftliklerinde çalışmaya giden Türk
işçiler oluşturuyordu. Günlük 50 Euro kazanmak, belki de bu ülkeden Avrupa’ya
açılan kapıdan girebilmek için gidiyorlardı. Gittiğimiz ülkelerde ise
Türkiye’den hem tatil, hem işyeri açmak için bölgeye yerleşmiş Türkler yanında,
kumarhaneler gibi sebeplerle gelenleri de görüyoruz. Kimisi de Türkiye’deki
otellerin Türklere daha pahalı olması, Balkan turlarının vizesiz ve daha ucuz
olması nedeniyle tercihini bu yönde yapmıştı. Türklerin yoğunluğu nedeniyle iki
devlet bankasının şube ve ATM’lerini Balkan ülkelerinde görürseniz şaşırmayın.
Yine Cengiz İnşaat’ın Budapeşte’den Adriyatik Denizi’ne inen otoyolunun bir
kısmını yaptığını da öğreniyoruz. Yine Balkan ülkeleri Sedat Peker’i bir süre
ağırlayan bir bölge olma özelliği de taşıyor. Bizimle tura katılanların
çoğunluğu öğretmen grubu olmakla birlikte farklı meslekten insanlar da var.
KARŞILAŞTIĞIMIZ MANZARA,
REKLAMLARDAKİ GİBİ DEĞİL
Belgrad
Nicola Tesla Havaalanı’na indiğimizde, inenleri şaşırtacak şekilde yeniden
yapılan inşaat alanları içinden, hatta yağmur nedeniyle oluşan su birikintileri
arasından buluşma noktasına ulaşıyoruz. Havalimanındaki inşaat projesini
Fransız Firması Vinci’nin yürüttüğünü öğreniyoruz. Bizi ilk karşılayan bu
manzara tabii filmlerde, tur reklamlarında gördüğümüz ve bilinçaltımıza işleyen
o güzel görüntülerin tersi oluyor. Havaalanında bizleri tur rehberimiz Tuncer
Akayoğlu karşılıyor, elinde “balkan turu” yazan bir flamayla.
Otel
Theater’a ulaştığımızda çorba, makarna, pilav, tavuk ve salatadan oluşan akşam
yemeği bizi bekliyor. Odamız ise tavan arasına düştüğü için kafamızı sık sık
çapmamak için dikkatli olmaya çalışıyoruz. Otel odalarında sıvı sabun kalmaması
da diğer bir eksiklik. Ama bunlar Balkan Turu’yla yıllardır yanıp tutuşan
gezginler için elbette çok önemli değil, ancak bir kenara not ediliyor tabii
ki.
Otelin
şehir merkezine yakın olduğu kadar, Tuna nehri kıyısında olması ise
sevindirici. Gezinin son günü erken kalkıp çevreyi gezmek isteyenler için
böğürtlen, incir, mantar, pazı, erik gibi birçok meyve ve sebzenin olduğu pazar
yeri bile var. Ve unutulmaması gereken pazar alışverişini yapan herkesin
çantasının üzerine gösterişten uzak bir demet taze çiçek kondurması. Eski, çoğu
terkedilmiş, savaşta bombalanan, kurşunlanan, izleri hala üzerinde taşıyan eski
binalar eski Komünist rejim ve savaş manzaralarına inat bu kareler. Kentin
büyük meydanları ve yeşil alanları huzura, mütevaziliğe kucak açıyor adeta.
Ertesi gün
otelde kahvaltı yaptıktan sonra, Milan isimli yüzü hep asık olan şoförün
kullandığı otobüsle 38 kişiyle birlikte, tur rehberinin anlatımlarıyla yola
devam ediyoruz; Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’ya doğru. Yolun sağ ve
solundaki bahçelerin düzeni, çiçeklerle süslenmiş hali, mütevaziliğiyle şirin
köy evleri insani kendisine çekiyor.
Yine
ayçiçek tarlaları, kanola bitkisi, tütün tarlaları, otlayan küçükbaş hayvanlar,
tıpkı Goran Bregoviç müzikleri eşliğindeki Emir Kustarica filmi Çingeneler
Zamanı’ndaki sahneleri hatırlatıyordu, cama hafif başınızı yasladığınızda.
Sonra
Tuncer Bey, Yugoslavya tarihinden başlayan haritalı, güncelle, staratejik
noktalarla başlayan zevkli ve bir o kadar ilginç sunumunu yapıyor:
“Yugoslavya, Güney Slavları
Ülkesi anlamına gelmekte. Ülkenin adı altı Güney Slav halkının (Sırplar,
Hırvatlar, Slovenler, Boşnaklar, Karadağlılar ve Makedonlar) birleşimine
istinaden verilmiştir.
Bugünkü Yugoslavya
topraklarında yaşadığı bilinen ilk kavim İliryalılardır. 4.yüzyılda da Hun
grupları yaşamıştır. Hunlar ilk kez 378’de Tuna’yı geçmiştir. M.Ö.358’de Büyük
İskender’in babası 2. Filip, İlirleri yenerek egemenlik alanını Ohri Gölü’ne
kadar genişletmiştir. Daha sonra Romalılar dönemi başlamıştır. Bölgede
Hıristiyanlık yayılmıştır. 5 ve 6. yy da Slavlar Balkanlar’ın geniş arazilerine
hakim olmuştur. Sonra Bulgarların Balkanlar’a gelişinin ardından 11 ve
12.yy’larda Peçenek, Kuman ve Uz Türkleri Balkanlar’a göç etmiştir. Büyük
Bulgar İmparatorluğu’nun hakimiyetinin bitmesinin ardından bölgeye Bizans
İmparatorluğu yerleşmiştir. Bizans İmparatorluğu, 14.yy’da Sırp saldırıları
sonucu Belgrad’dan Atina’ya kadar yayılarak Doğu Roma’nın yerini Sırp İmparatorluğu’na
bırakmıştır. 14.yy’da ise Osmanlı İmparatorluğu saldırıları sonucu Sırp
İmparatorluğu ortadan kaldırılmıştır.
1. Kosova Muharebesi sonucunda
burada Osmanlı Türklerine bağlı derebeylik oluşmuş, 14.yy’dan itibaren, Slav
halkı ve Slav olmayanlar Osmanlı hakimiyeti altına girmiştir. 2. Kosova
Muharebesi’nin ardından Balkanlarda Osmanlı direnişi, sona ermiş ve 17.yy’da
Viyana kuşatmasına kadar sakin ve huzurlu dönem geçirmiştir. O dönemde, Osmanlı
vergi almayı yeterli görmüş ve yaşam tarzına karışmamıştır. Osmanlı
zayıflayınca isyanlar çıkmış, 1789 Fransız İhtilali ve milliyetçilik akımları
bölgeyi etkilemiştir. Kara Yorgi önderliğinde isyanlar olmuş, Rus desteğiyle
isyanlarını sürdürmüştür. Osmanlının isyanı bastırması üzerine Kara Yorgi
kaçmış, 1800’lerde Miloş Obrenoviç isyan liderliğini üstlenmiş, Osmanlı,
Miloş’u Sırpların Prensi olarak tanımış ve Sırbistan’a kısmi özerklik
vermiştir.
19.yy’da Slovenya,
Hırvatisyan, Bosna-Hersek bölgeleri Osmanlı sınırlarından çıkmış, Sırbistan
Bağımsız krallık olmuş, Osmanlı idaresi 1912/1913 yıllarına kadar sürmüştür.
Daha sonra bölgede Yugoslavya
Krallığı kurulmuş, Sırp, Sloven ve Hırvatlardan oluşmuştur. Karadağ daha sonra
buna eklenmiş, 1941’de Mihver Devletlerince işgal edilmiş, 1943’te Demokratik
Federal Yugoslavya kurulmuş, 1963’te Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti
olmuş, Josip Broz Tito’nun Kasım 1942’de topladığı konsey direniş harekatını
bütün Yugoslav halklarını birleştirecek bir programa dönüştürmüştür.”
Yolda
sıklıkla benzin istasyonlarında verilen ihtiyaç ve yiyecek, içeçek molaları
yolculuğa ekleniyor. Alışverişlerde Sırbistan’da iken Sırp Dinarı kullanılıyor.
1 Sırp Dinarı 0.15 Türk Lirası’na eşit. Bosna-Hersek sınırlarına girdiğinizde
ise para birimi Bosna Hersek Markı yani kısaca KM, konvertibl olarak kodu BAM
olarak geçiyor. 1 Bosna-Hersek Markı ise 9.30 TL’ye eşit. Karadağ Euro
kullanıyor. Arnavutluk Lek kullanıyor ve 1 Arnavutluk Leki 0.15 TL’ye eşit.
Makedonya para birimi ise Dinar, 1 Dinar 0.29 TL’ye eşit. Tabii bu durum
girdiğiniz alışveriş yerlerinde sık sık hesap yaparken kendinizi bulmanıza
neden oluyor.
Sonra
yeniden otobüste herkes yerini aldıktan sonra Tuncer Bey’in anlatımı sürüyor,
Yugoslavya’nın bölünmesi, kantonların bayrakları, işleyiş şekilleri üzerine…Yol
boyunca da sağda ve solda dikkat çeken yerleri anlatmayı da ihmal etmiyor;
“Tito’nun ölümünün ardından
artan etnik çekişmeler, ekonomik bunalım, Doğu Avrupa’daki değişiklikler
nedeniyle 1980’lerin sonlarından 2000’li yıllara kadar yaklaşık 20 yıl süren
kanlı süreç sonunda 7 ayrı egemen devlete bölünmüştür. Hırvatistan, Slovenya,
Kosova, Bosna-Hersek, Kuzey Makedonya, Sırbistan ve Karadağ. Eskiden aynı ülke
sınırlarında yaşayan insanlar bugün diğer ülkedeki işyerine gidip gelirken
sınır kapılarını ve pasaport kullanmak durumunda kalmakta…”
“Tito, 15 çocuklu fakir bir
köylü ailesinin 7. çocuğu. Metal işçisi olarak çalıştı. 1. Dünya Savaşı’nda
askerken savaşa karşı çıktığı için cezaevine atıldı. Hapisten çıkınca yeniden
cepheye gitti. Rus Ordusu’na esir düştü. Bir Rus kadınla evlenerek ülkesine
döndü. Yugoslavya Komünist Partisi’nin kurucusu oldu. 6 yıl hapis yattı. 2.
Dünya Savaşı sırasında partide yükseldi. Çevresindekiler sürekli Ti-To, Ti-To
yani “Sen bunu yap” dediği için, başka bir görüşe göre de Roma İmparatoru
Titus’a olan hayranlığı nedeniyle bu lakapla meşhur oldu. Yugoslavya’da eşit
haklardan meydana gelen Federal bir topluluk olarak parlamentoyu ilan etti.
1945’te monarşiye son verdi. Sosyalist bir rejim kurdu. Tito, gençliğinde çok
parası olmasını, çok iyi giyinmeyi ve çok sevgilisi olmasını istiyordu.
Belgrad’da komünist rejim uyguladı ve Washington ile daha yakın ilişkiler
kurdu. Son olarak Stalin’den ayrılığını ilan eden ilk kömünist lider oldu ve
hayatta kaldı.”
BALKANLARIN KUDÜS’Ü
SARAYBOSNA
Ve Bosna
Hersek’in başkenti Saraybosna’ya ulaşıyoruz. Tabii her çıkışta pasaport ve
bavul kontrolü, her girişte bavul ve pasaport kontrolü yapılarak. Panoramik
Saraybosna Şehir turunun ardından yerel rehber Mika karşılıyor bizleri. Savaş
sırasında Türkiye’de 4 yıl kaldığı dönemde öğrenmiş Türkçe’yi. Yolda Drina
Nehri üzerine kurulu Mimar Sinan imzalı Drina Köprüsü’nü görüyorsunuz.
İlk durak,
aşırı Sırp milliyetçileri (Çetniklerin) 25 Ağustos 1992’de açtığı ateş sonucu
çıkan yangında ülkenin ulusal arşivlerinin de bulunduğu 2 milyon eserin yok
edildiği milli kütüphane oluyor. Mika, kütüphanenin Avusturya ve AB’den,
TİKA’dan sağlanan fonlarla yeniden restore edildiğini, ancak eserlerin çoğunun
yandığını anlatıyor. Yine kütüphanenin tam karşısında yeralan İnat Müzesi’nin
hikayesiyle süslüyor anlatımını: “Kütüphane
inşa edilmeden önce arsada evi olan bir köylü, evini para verilmesine karşın
yıkmıyor, evinin aynısını karşıya yapılmasını istiyor. Bunun üzerine evin
aynısı, karşısına yapılıyor. Ev şu anda inat müzesi olarak anılıyor. Bu,
Boşnakların ne kadar inatçı olduğunu göstermesi açısından önemli…”
Belgrad’ta bir çiçekçi
Ardından
baş çarşı gezisi (eski şehir merkezi/Başçarşı’nın bittiği noktada ise
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dönemine ait yapılar göze çarpıyor) Osmanlı
döneminden beri devam eden Kurşunlu Medresesi, Hüsrev Bey Camii, Saat Kulesi,
Katolik Katedrali, Ortodoks Kiliseleri, Musevi Sinagogu, 1. Dünya Savaşı’nın
çıktığı Latin Köprüsü, Prens Ferdinand ve eşi Sophie Chotek’in vurulduğu nokta
(Latin Köprüsü yakınlarında Sırp Suikastçi Gavrilo Princip’in silahından çıkan
kurşunla hayatını kaybediyor) , sönmeyen ateş (şimdiye kadar iki kez sönmüş.
Birincisi öğrenciler tarafından, diğeri de bir arabanın yanlışlıkla çapması
sonucunda. 2.Dünya Savaşı’nın askeri ve sivil kurbanları için bir anıt. 1946’da
Saraybosna’nın Nazi Almanyası ve faşist Hırvatistan Bağımsız Devleti’nin 4
yıllık işgalinden kurtuluşunun ilk yıldönemine adandı), Fatih Sultan Mehmet
Han’a atfedilen Fatih Camiisi’nin görülmesi. Boşnak böreği ve cevabi köfte,
ayrıca Boşnak tatlısı Tuhafiye de tadılması gereken lezzetlerden.
Daha sonra
Sarajevo’daki Exclusive Otel’de konaklama…
MOSTAR KÖPRÜSÜ’NDEN
ATLAYANLAR
Turun
3.günü Saraybosna’dan Bosna Hersek’in başka bir kenti olan Mostar, Poçitel ve
Trebinje’ye doğru yola çıkıyoruz. Yol üzerinde TİKA’nın yardımlarıyla restore
edilen Konjic Köprüsü (1682’de yapılmış) kenarında duraklıyoruz. 1945’te
köprüyü, Almanlar mayın döşeyerek yıkmış. Neredva Nehri üzerinde bulunan köprü
Bosna ve Hersek bölgelerinin birleştiği nokta olarak biliniyor. Sultan 4.Mehmet
döneminde yapılan köprünün yakınında Seonica, Mumhammed Mehmet Çavuş camileri
yükseliyor.
Daha sonra
sırada Mostar var. Anlamı köprü demek. Gezinin en ilgi çekici yerlerinden,
Bosna-Hersek Federasyonuna bağlı Hersek Neredva Kantonu’nun idari merkezi olan
bir şehir. UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi’ne alınmış bir şehir. Neredva
Herri kıyısında. Hersek’in başkenti. 105 bin nüfusu var. İç savaşta zarar gören
şehirlerden.
Tuncer Bey
bu kez de Mostar Köprüsü’nü anlatıyor;
“Mimar
Hayreddin tarafından 1557’de yapılmış, köprü 1992’de Hırvat topçusu tarafından
yıkılmış. 2004’de yeniden hizmete açılmış. Mostar Köprüsü’nün üzerinden,
sporcular yüksekliği 20 metreyi aşan noktadan serin sulara atlıyor. Bosna’da
yaklaşık 450 yıllık bir geleneğin izlerini taşıyor. Genç kızla evlenmek isteyen
erkeğin evlenebilmesi için köprüden aşağıya atlayabilmesi gerekiyor. Şimdilerde
profesyonel ekip ücret toplayarak atlamayı gerçekleştiriyor. Mostar Köprüsü,
Neretva Nehri’nin üzerine kurulu.”
Tura
katılanlar köprüdeki bu atlamayı seyrederken çanta ve değerli eşyalarına dikkat
etmeleri konusunda yeniden uyarılıyor.
Rehberimizin
anlatımıyla köprünün de bir hikayesi var: “1566’de
Mimar Sinan’ın öğrencilerinden Mimar Hayreddin tarafından inşa edildi köprü.
Köprü bir ay şeklinde tasarlanıyor ve o dönemde inşasının ardından çökmesi
halinde mimar Hayreddin’in de idam edilmesine neden olabilecek. Bu durumu
öngören Hayreddin köprünün ayağına mezarını da yapıyor. Köprü 1993’de Bosna
Hersek Savaşı sırasında tanktan yapılan ateşleme ile yıkılıyor. Yeniden inşa
edilmesinin ardından açılışı Prens Charles gerçekleştiriyor.”
Mostar
Köprüsü’nün etrafında hediyelik eşya satan yerler size İstanbul’da hediyelik
satış yerlerini anımsatıyor. Çünkü ürünlere kadar aynı. İşletme sahipleri
Türkiye’den gelen turlardan oldukça memnun, Türkçe konuşuyorlar
Ardından
Koski Mehmet Camii’ni görüp, Poçitel’e doğru hareket ediyoruz. Tipik Türk
evleri özelliğini yansıtan Poçitel Köyü’nde 16.yy’da inşa edilen Osmanlı tarzı
evleri görüyoruz ve tepeye inşaa edilen Poçitel Kalesi’ni. Girişte Bosnalı
kadınlar dağ inciri satıyorlar. Kimi Türk isimleri taşıyan ve Türk çayı yapan
kafeler bile bulmanız mümkün. Savaşta yıkılan köy, Dünya Bankası ve Türkiye’nin
destekleriyle yeniden inşaat edilmiş.
Rehberimiz,
bu kez de Ayşe Kulin’in Bosnalı olduğunu, Sevdalinka eserinde Yugoslavya’yı
anlattığını, hatta soyunun Bosna hükümdari Ban Kulin’e dayandığı iddiasını da
anımsatıyor. Ardından da Bosna’nın olduğu topraklarda yıllarca etkisini
gösteren ve Müslümanlığı seçmelerine neden olan Bogomilizm inancı hakkında
ayrıntılar veriyor:
“Aslında Bulgarlara ait bir
mezhep. Bulgar Çarı 1.Petro zamanında ortaya çıkıyor. Hristiyanlığın temel
anlayışına aykırı bir hareket. Kurucusu bir köy papazı. Adı Tanrı’nın sevdiği
anlamına gelen Bogomil. Slavca. Albigenler, Poturlar, Babunlar gibi farklı
isimlerle anılıyorlar. Aslında Şaman inancına yakın. Papalığın büyük tepkisiyle
karşılaşıyorlar. 13.yy’da Bogomilizm kalesi Bosna Hersek oluyor. Balkanlar’daki
15.yy’daki Osmanlı fetihlerine kadar etkinliğini sürdürüyor. Bogomilciler
Osmanlı fethi sonrasında kitleler halinde İslam dinine geçiyorlar. Bosna’ya
Batı’nın Kudüs’ü denilmesinin sebeplerinden birisi Dalmaçya’nın çoğunda
Katolikliğin, Sırbistan’da ise Ortodoksluğun yerleşmesi, ikisinin arasındaysa
Ortaçağ Bosna’sı iki mezhebin kesişme noktası olan bir tarafsız bölge olarak
kalması ve tüm dinlerin kesişme noktası olmasıydı.”
Ardından
Trebinje’deki Acimovic Otel’e doğru yol alıyoruz.
Rehberimiz
anlatıyor; “Trebinje Bosna Hersek’in Sırp
Cumhuriyeti’nde bulunan şehri. Trebinje Nehri içinden akıyor. Arslanağa Köprüsü
bu şehirde ve Osmanlı döneminde inşaa edilmiştir”
Acimovic
otelde salata, balık ve elmalı turtalı akşam yemeği yiyoruz. Odaları da rahat.
KARADAĞ’DA ADRİYATİK
DENİZİ’NE GİRMEK
4.günde
Trebinje’den yola çıkarak Karadağ’a doğru hareket ediyoruz. Yine sınırdan çıkış
ve girişte pasaport ve bagaj kontrolü var. Karadağ’ın, Kotor, Budva ve
Arnavutluk’un İşkodra kentlerini sırasıyla ziyaret ediyoruz.
Adriyatik
Denizi’nin incisi olarak anılan dağları (Lovcen Dağları) ve gölleri ile ünlü
Karadağ’a giderken yol boyunca sağlı sollu yüksek dağlar eşlik ediyor
manzaraya. Daha sonra Kotor’a ulaşıyoruz. Kotor’da eski şehir ve kalede
yürüyerek beldeyi tanıma imkanı buluyoruz. Yolda St.Stefan’ı panoramik olarak
tepeden görme imkanımız oluyor.
Karadağ’a
gitmiş fotoğrafçıların pozlamadan dönmediği ve adeta ülkenin simgesi haline
gelmiş Sveti Stefan Karadağ için de önemli bir yer. Özünde ülkenin en popüler
turizm şehri Budva’ya bağlı bir Ortaçağ köyü. Ada önce kamulaştırılmış,
sonrasında da Singapurlu bir multi milyardere satılmış. Ve elbette Karadağ’daki
her yer gibi buranın da ilginç bir hikayesi var. Rehberimizin anlatımıyla
hikaye şöyle:
“Sveti Stefan, 15. yüzyılda
Venedikliler tarafından Türkler’den ve korsanlardan korunmak için yapılmış.
Adaya ancak ince uzun bir yoldan gidilebilmesi gerçekten de ne kadar korunaklı
bir yer olduğunu gösteriyor. Üzerinde 100’e yakın ev ve kiliseler varmış. İşin
içine Venedikliler girince elbette binaların dehşet bir mimariye sahip olması
sürpriz olmuyor.
Bu güzeller güzeli ada 20.
yüzyılda bir balıkçı köyü haline gelmiş. Burada eskiden 12 balıkçı ailesi
yaşıyormuş. 1934 yılında ise, Sırbistan kraliçesinin yazlık sarayı inşa
edilmiş. 2007 yılında, Karadağ’ın turizmini canlandırmak için Sveti Stefan
adası 30 yıllığına Aman Resorts otel grubuna kiraya verilmiş. Eski binaların
dış cepheleri büyük ölçüde korunmuş ancak içleri renove edilerek oldukça lüks
ve modern bir otel atmosferi yaratılmış. Şu anda ada Aman Otel’e ait ve
Elizabeth Taylor, Sophia Loren, Princess Margaret, Kirk Douglas gibi isimleri
ağırlamış bir tesis. Hatta Beckham ailesi de 2019 yılında evlilik
yıldönümlerini kutlamak için bu oteli tercih etmiş. Yine Türkiye’den Tarkan bu
otele çağrılanlar arasında. Otelde konaklamıyorsanız, sadece bir tur eşliğinde,
kısıtlı bir bölgesini gezebiliyorsunuz. Bunun dışında, içeride konaklayan
birinin daveti ya da yine içerideki restoranlardan birine rezervasyon
yaptırmanız gerekiyor. Bu koşullar dışında yatıya gelenleri bile içeri
almadıkları oluyor,”
Kotor’a
ulaşıyoruz. Karadağ’ın sahil kasabası. Cruise gemilerinin limana demirlemiş,
karayolu turlarıyla gelenler yoğun bir kalabalık oluşturuyor.
Kotor’un
eski şehir kısmı surların ardında kalıyor. Girişte Tito’nun sözleri, “Kimsenin
bir şeyini almayız, ama kendimizinkini de vermeyiz.” M.Ö.168’de Romalılar
tarafından inşa edilen şehre 535’de kale ve surları yapılmış. 1002’de Bulgar
İmparatorluğu tarafından ele geçirilen şehir, 1185’te Sırp Krallığı’nın
yönetimi altına girmiş. Sırp Krallığı’ndan sonra Macar İmparatorluğu ve Venedik
Cumhuriyeti arasında el değiştirmiş. Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1538 ve
1657’de kuşatılmış. 1797’den 1918’e kadar Habsburg İmparatorluğu altında kalan
şehir 1918’den sonra Yugoslavya’nın bir parçası haline gelmiş.
Bu
bilgileri veren rehberimiz St. Tryhon Katedrali ve Denizcilik müzesi, şehrin
sembolü kedileri anlatıyor. Kapıların üzerinde bulunan kediler yıllar önce
fareler nedeniyle karşı karşıya kaldıkları veba hastalığını hatırlatıyor yıllar
sonrasına. O yüzden her yerde kedi figürü görüyorsunuz. Şehrin maskotu kedi
olunca, bir de kedi müzesi varmış. Saat kulesi, Utanç Anıtı, Silah Meydanı’nı
geziyoruz. Suç işleyenlerin halkın huzuruna çıkarılarak, halkın tükürerek,
domates fırlatarak tepkisini gösterdiği rivayet ediliyor.
Katedral
iki deprem geçirse de geçirdiği restorasyonlar sonucunda günümüze kadar
ulaşmayı başarmış.
Kotor
Kalesi ise bayağı yukarıda. Merdivenler, kalabalık ve uzun bir yol. 1300
basamak çıkıyorsunuz.
Cruise
Gemi ve yatların uğrak yeri olan Kotor, bölgenin önemli limanlarından birine ev
sahipliği yapıyor. Ülkede bulunan iki havaalanından biri olan Tivat
Havalimanı’na 10 kilometre, Podgorica Havalimanı’na ise 90 kilometre uzaklıkta.
Tivat yakınlık açısından daha avantajlı olsa da ülkenin başkentinde bulunan
Podgorica Havalimanı daha yoğun olarak kullanılıyor.
Ardından
gece hayatı ve Balkanların en ünlü tatil merkezlerinden Budva’ya geçiyoruz.
Budva
Karadağ’da sâhil şehri. Yaklaşık 10 bin kişilik bir nüfusa sâhip olan şehir
Budva Beldesinin de merkezi. Budva şehrinin bulunduğu bölge, ülke turizminin
merkezi konumunda. Şehir 2500 yıllık geçmişiyle Adriyatik Denizi kıyısındaki en
eski yerleşim yerlerinden birisi.The Dark of The Sun filminin çekimleri burada
yapılmış. Madonna da ziyaret edenler arasında.
1572
yılında Uluç Ali Paşa tarafından Venediklilerden alınarak Osmanlı topraklarına
katılan Budva, Venedik ile 1573 yılında yapılan anlaşma ile bu ülkeye geri
verilmiş.Yürüyüş turunun ardından eski şehir merkezi olan Stari Grad ve kale
gezisini yapıyoruz. Burada Adriyatik Denizi’nde serinlemek için serbest zaman
buluyoruz.
Ardından
konaklamak için Arnavutluk’un şehri İşkodra’ya Rozafa Otel’e doğru yola
çıkıyoruz. Yol boyunca küçük köyler, yükselen camiler, kiliseleri yan yana tek
karede görürseniz şaşırmayın. Kiliseden çan, camiden ezan sesi gelebiliyor.
Yine sağlı sollu eski ve yeni araba atölyeleri beliriyor sürekli. Yollar dar,
trafikte garip hareketleri görürseniz şaşırmayın. Rozafa Kalesi’ni görünce
İşkodra’ya geldiğimizi anlıyoruz. Rozafa Kalesi’nin hikayesini Tuncer Bey’den
dinliyoruz:
“Efsaneye göre, 3 erkek kardeş
kaleyi inşaa etmeye karar verirler. Sağlam olmaz, bir duvarı çöker. Kardeşler,
yaşlı adama rastlar. Sağlam olması için ertesi gün yemeği getiren kadın kurban
etmeniz ve harç malzemesinde kullanmanız gerekir der. Eşlerini uyarırlar. En
küçüklerinin eşinin haberi yoktur. Adı Rozafa’dır. Eşi ona bahseder, kurban
olmayı kabul eder, oğlunu emzirmek için göğsünün bulunduğu noktaya delik
açılmasını ister. Kadın gücünü simgelemesi açısından rağbet görüyor. Boyana ve
Drin Nehri ile çevreleniyor kale. Yine İşkodra Gölü de bu şehirde.”
Bisiklete
binenler çoğunlukta. Sağlı sollu kafelerin olduğu yayalara ayrılmış olan Kole
Idromeno Caddesi şehrin en işlek caddesi ve erken saatlerden itibaren çok canlı
ve kalabalık. Cadde, kaldığımız Rozafa Otel’e oldukça yakın.
ARNAVUTLUKTA BEKTAŞİLİK
5. günde
yiyeceklerinden pek memnun kalmadığımız Rozafa Otel’den çıkış yaparak
İşkodra’dan ayrılıyoruz. Bu kez Arnavutluk’un başkenti Tiran’a ardından da
Makedonya’nın şehri Ohrid durağımız olacak.
Arnavutluk’ta
ikinci durağımız başkent Tiran oluyor.
Rehberimizin
sesi yol boyunca Arnavutluk ve Enver Hoca üzerine bilgiler vermeye devam
ediyor:
“Arnavutluk’un günümüzdeki
toprakları tarihin çeşitli noktalarında Dalmaçya (Güney İlirya), Makedonya
(özellikle Epirus Nova) ve Moesia Superior gibi Roma eyaletlerinin bir parçası
oldu. Modern cumhuriyet ise Balkan Savaşları sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun
Avrupa’daki çöküşünden sonra ortaya çıkmıştır. 1912 yılında bağımsız olan
Arnavutluk, 1917-1920 arasında İtalyan himayesine girdi, II. Dünya Savaşı’nda
1939 yılında Faşist İtalya, 1943’te de Nazi Almanyası tarafından işgal edilene
kadar Prenslik, Cumhuriyet ve Krallık oldu. 1944 yılında Arnavutluk’ta işgal
sona erdi ve Enver Hoca ile Emek Partisi önderliğinde Arnavutluk Sosyalist Halk
Cumhuriyeti kuruldu. Enver Hoca dini yasakladı geldiğinde. 1991 yılında
sosyalist yönetim sona erdi ve çok partili yönetime geçildi.
Arnavutluk, parlamenter
demokrasiye ve bir geçiş ekonomisine sahiptir. Arnavutluk’un başkenti olan
Tiran, ülkedeki 2.831.741 kişinin yaklaşık 421.286’sını barındırıyor. Serbest
piyasa reformları, özellikle enerji ve ulaşım altyapılarının gelişiminde, ülkeye
doğrudan yabancı yatırımların kapısını açmış. Arnavutluk evrensel bir sağlık
sistemi ile ücretsiz ilk ve orta öğretim sunmakta.
Türkçedeki Arnavut kelimesi
bir güney Arnavut (Toska) boyu olan ‘Arvanit’lerin Türkçeleştirilmiş şekli.
Ortaçağ’da Arnavutlar antik İlliryalılar ve Pelasglar isimlerinin yerine Arber,
Arberesh, Arbanon, Arbanoi isimleriyle anıldılar. Yeni Çağ’da ise Arnavutlar
ülkelerine kartallar ülkesi anlamında Shqipëria (okunuşu Şipıria) şeklinde
adlandırıyor. Diğer çoğu dünya dillerinde ise ‘Albania’ kelimesi kullanıyor.
Nitekim Latince “alba” = yüksekte duran, demek.
Şemseddin Sami’ye (Arnavut
asıllı Osmanlı yazarı. İlk Türkçe roman olan Taaşşuk-u Talat ve Fitnat ile ilk
Türkçe sözlükler olan Kamusül alam’ın ile Kamusi Türki’nin yazarıdır) göre
‘Arnavut’ kelimesinin anlamı ‘Çiftçi’ demektir. Arnavutluk (Shqipëria), Arnavutça
(Shqip) ve Arnavut (Shqiptar) sözcükleri kök bakımından kartal (Shqiponja)’dan
türetildiği de söylenmekte. Ş. Sami’nin büyük eseri Kâmus-u Türkî’de
Arnavutluk-Arnavutça-Arnavut sözcüklerini Türkçeye Şkipniya-Şkip-Şkipetar
şeklinde çevirmiştir.
Ülkenin önemli sorunlarından
birisi altyapının zayıf olması. Ana yolların birçoğunda iyileştirme çalışmaları
yapılmasına ragmen, çoğu çok kötü durumda. Elektriğin neredeyse tümünü sadece
Hidroelektrik santrallerden sağlayan Arnavutluk, komşularının çoğunun yaptığı
gibi Bulgaristan’dan elektrik ithal etmek zorunda. Son yıllarda kış aylarının
sert geçmesi, barajların dolmasına yol açtığından, elektrik üretimi giderek
düzenli hale gelmiş.
Yine Osmanlı döneminde Arnavut
işçiler tarafından yapılan kaldırımlardan dolayı ismi Arnavut kaldırımı olarak
kalmış. Yani Arnavutluk’ta böyle bir kaldırım olmadığı gibi Arnavut ciğeri de
Arnavutluk’ta yok.
Elbasan tava, haşlanmış kuzu
etinin yoğurtlu bir sosla fırınlanmasıyla yapılan, geleneksel bir Arnavut
yemeğidir. Adını Arnavutluk’a bağlı Elbasan şehrinden alır. Türk mutfağında da
yapılır.Yine Trileçe tatlısı ünlü.”
“İskender
Bey ismiyle bilinen Gjergj Kastrioti, Arnavut halkı için büyük önem taşıyan bir
şahsiyet. 15. Yüzyılda Osmanlı’ya karşı yaptığı başarılı mücadeleler ile halkın
sevgisini kazanmış. Zaten bu durum şehrin en büyük meydanına isminin
verilmesinden belli. Burası ayrıca kutlamaların yapıldığı meydan. Meydanda
hopörlerden gelen müzik sesi var. Meydanın çevresinde Enver Hoca’nın emriyle
yapılan sığınaklar bulunuyor.
Saat
Kulesi – Kulla e Sahatit: Meydanda sağa sola bakılınca göze çarpan en yüksek
yapı olan saat kulesi, 1811 yılına ait bir yapı. Yüksekliği 35 metre olan kule,
zamanın Osmanlı Türkleri tarafından yapılmış ve Venedik’ten getirilen orijinal
bir çanı var. Yıllar geçtikçe üzerindeki saat birçok kez değiştirilmiş.
Ethem Bey
Camii, Opera ve Bale Binası, Parlamento, Başbakanlık binaları, Cumhurbaşkanlığı
Köşkü, İskender Bey Meydanı’nı gördükten sonra Ohrid’e hareket ediyoruz.
Yol
boyunca rehberimiz bu kez de Arnavutluk’ta Bektaşilik üzerine ve Arnavutluk’un
bağımsızlığına giden süreçte Bektaşileri, Balkanların Osmanlılar tarafından
fethedilmesinden önce başlıca Balkanlarda ve civarındaki bölgelerde insanlara
İslam’ı tebliğ eden Alevi-Bektaşi şeyhi Sarı Saltuk’u anlatmayı da unutmuyor:
“Batı’da İslamiyet’in
yayıldığı en önemli bölgelerden birisi olan Arnavutluk. Arnavutlar,
İslamiyet’in Bektaşi yorumuna özel ilgi duyduydukları için Bektaşilik bölgede
zaman içinde geniş bir yayılma alanı buluyor. Arnavutlar yükselen milliyetçilik
akınlarından etkilenince Bektaşiler de yardımcı oluyor.”
Tiran’da 3
sütle yapılan gerçek Trileçe tadına da bakma imkanı buluyoruz.
HUZUR VE OHRİD
Makedonya/Matka Kanyonu
Sonraki
durağımız sınır kapısından geçerek ulaştığımız Kuzey Makedonya’ya bağlı Krill
Alfabesinin doğduğu incileriyle meşhur, gölü UNESCO Kültür Mirası listesinde
olan Ohrid oluyor. Ohrid’de şehir turuyla başlıyoruz gezimize. Yerel rehber de
eşlik ediyor bize ve anlatıyor. Önce eski Türk evlerinin olduğu alanı gezip,
St. Pantetelymon Kilisesi, Aya Sofya Kilisesi, Roma döneminden kalma Anfi
tiyatro, Car Samueel Kalesi, St. Bogorodica Perivlerta, 4. yy Kiliseleri,
Keşanlı İmareti, Kuloğlu ve Emin Mahmut Camileri, Çınar Meydanı, Ohrid Halveti
Tekkesi’ni görüyoruz. Ardından Ohrid Gölü’nde tekne gezisi yapıyoruz.365 kilise
yapılmış. 40 kilise kalmış. Tito’nun biz zamanlar kullandığı yazlığı var. Aziz
Jhonn Kilisesi görünüyor. Ohrid’in simgesel yapılarından birisi.
Rehberimiz
göl ile ilgili şu bilgileri veriyor:
“Balkanlardaki en eski ve
derin göl. En derin yeri 288 metre. Gölün ekosisteminde sadece o yöreye özgü
dünya çapında öneme sahip 200’den fazla tür var. 1979’da UNESCO Dünya Kültür
Mirası listesine dahil edilmiş. 2600 km’lik bir alanı suluyor. Suların yüzde
25’i yağış ve içine boşalan akarsularla sağlanıyor. Suların yüzde 20’sinden
fazlası 10 kilometre uzaklıkta ve gölün kendi seviyesinden 150 metre daha
yüksekte bulunan Prespa Gölü’nden geliyor. İçilebilir nitelikteki suya sahip
bir göl. Bu nedenle kendi kendisini temizleme özelliğine sahip.”
Yerel
rehber yıllarca incinin sırrının kadınlardan saklandığını belirterek, incinin
yapımına ilişkin olarak, “Endemik bir balık türü olan ‘plasica’ balığının
pullarından elde edilen solüsyon Ohrid’e özgü inci yapımında kullanılır”
bilgisini veriyor.
ohrid Gölü
Daha sonra
Ohrid Gölü’nün kaynağının bulunduğu bölgelere oradaki küçük sandalları
kiralayarak ulaşıyoruz. Suyun berraklığını görünce ister istemez içenler bile
oluyor.
Ohrid’de
Makedonya dinarı ve Euro geçiyor. Tura katılanlar Türkiye ile
karşılaştırıldığında daha ucuz içki alabilmek için marketlere girdiklerinde
hesap üstüne hesap yapmak zorunda kalıyor.
Konaklama
için, içinin antikalarla bezendiği hem orman hem de göl manzaralı Belvedere
otele geçiyoruz Ohrid’deki. Makedon Halk danslarının kısa bir gösteriminin
yeraldığı Boşnak Gecesi düzenleniyor.
MANASTIR VE ASKERİ
İDADİ’DE DUYGUSAL ANLAR VE ATATÜRK’E TEK ODA
6.gün
Ohrid’den yola çıkarak yine Makedonya’nın Bitola yani Manastır şehrine hareket
ediyoruz. Makedonya’nın şehri olan Manastır’a yaklaşırken rehberimiz Tuncer
Bey’in Atatürk’ün çok sevdiği “Manastır” türküsü kulaklarımıza eşlik ediyor;
“Manastır’ın ortasında var bir havuz/ Canım havuz/ Bu yurdun kızları hepsi de
yavuz/ Biz çalar oynarız….” Otobüsteki birçok kişi duygulanıyor.
Yol
üzerinde Resne’de bulunan İttihat Terakki’nin en ünlü 3 simasından biri ve Türk
Yunan savaşındaki faydaları nedeniyle üne kavuşan Resneli Niyazi’nin sarayını
panoramik olarak görüp Bitola’ya yani Manastır’a varıyoruz. Burada Türk
Çarşısını, Bedesten’i, İshakiye Camii’ni, Yeni Camii’ni ziyaret ediyoruz.
Şirok, 19.yy sonlarında Manastır’ın en geniş sokağı. Zaten Makedonca’da Geniş
Sokak anlamına geliyor. Günümüzde müze olan Askeri İdari bu sokağın kentin
meydanı ile birleştiği yerde bulunuyor. O yıllarda ders saatleri dışında askeri
öğrenciler bu sokakta sıkça dolaşıyor. Sokaktan geçerken rehberimiz soldaki iki
katlı bir binaya dikkat çekiyor; “İşte Eleni burada oturuyordu” diyor. Ve
Atatürk’ün mezun olduğu Askeri İdadi ve Atatürk Müzesi’nin önünde buluyoruz
kendimizi. İçine irdiğimizde Atatürk’ün çocukken koridorlarında yürüyüp
koşturduğu okulun merdivenlerini çıkmak, koridorlarında yürümek bambaşka bir
duygu yaratıyor.
Atatürk Müzesi’nden bir
görüntü
Müze’nin
sadece birinci katında bir odanın Atatürk’e ayrıldığını görüyoruz. Atatürk’ün
büstü, heykeli bulunan odada, o dönemde giyilen askeri öğrenci kıyafetlerinden
örnekler, Atatürk’ün aldığı madalyalar, ailesine ilişkin bilgi ve belgeler
yanında bir de ziyaret defteri konulmuş. Ayrıca video ile bilgi veriliyor.
Müzedeki bilgi ve belgelerin yetersizliği ziyaret edenleri hem üzüyor, hem de
şaşkına çeviriyor. Çoğunluğu da ziyaret defterine bu şikayeti yazmadan
geçemiyor tabii ki.
Eleni’nin yaşadığı
sokaktan bir görsel
Rehberimizin
verdiği bilgiye göre, Mustafa Kemal işte burada okurken ve Eleni’nin oturduğu
sokaktan geçerken aşık olur;
“1896 yılında Genç Harbiyeli
Mustafa Kemal, askeri lisede okumak için Selanik’ten Manastır’a gelir.Henüz 15
yaşında. Üç yıl okuduğuna göre. Aşkı yaşadığı dönem 15-18 yaş arası.
Anlatılanlara göre aşkları, Eleni ile göz göze gelmeleriyle başlar. Mustafa Kemal,
güzel Eleni’yi balkonlarında otururken fark eder. Mustafa Kemal her gün
evlerinin önünden geçermiş, Eleni de hep balkonda bizim delikanlıyı beklermiş.
Mustafa Kemal ve Eleni arasında güçlü bir aşk doğar. Biraz da yasaklı bir
aşk…Manastırlı güzel Eleni Karinte ve genç Mustafa Kemal birbirlerine aşık
olmalarına rağmen kavuşamazlar.Eleni, Mustafa Kemal ile kaçmaya çalışırken
babası yakalar ve Eleni’yi eve kapatarak zorla başka bir adamla evlendirmek
ister. Bu aşkın doğruluğunu, ne Eleni’nin babası ne de Mustafa Kemal’in annesi
onaylar…Hikaye üzerine kuru söylenti çoktur… Gerçek ise Manastır’daki o tarihi
evin balkonundaki Eleni’nin aşkının hala yaşıyor olması…”
ELENİ’NİN MEKTUBU
Eleni’nin
Mustafa Kemal’e sonradan yazdığı söylenen mektup da şöyledir:
“Kemal Atatürk’e
Çok uzun yıllar oldu, ben
senden hala bir haber bekliyorum.çEğer bu mektup eline geçerse beni hatırla ve
kağıdın üzerindeki gözyaşlarını gör. Yıllar geçiyor ve ben senin hakkında çok
şey duydum. Hayat devam ediyor. Eğer senin hayatında başka bir kadın varsa bu
mektubu yırt at. Ve o kadına sor, Bitola’dan Eleni Karinte diye bir kadının
seninle bir gün geçirmek için hayatını verebileceğine inanır mı?
Eğer sen o kadını benim seni
sevdiğim kadar seviyorsan, ona hiçbir şeyden bahsetme ve mutlu olmasını sağla.
Fakat sen hala balkondaki kızı
hatırlıyor ve başka birini sevmemişsen, bil ki seni hala bekliyorum ve ömrüm
boyunca bekleyeceğim. Beni unutmadığını ve geri döneceğini umut ediyorum. Babam
öldü. Onun beni senden bir ay boyunca eve hapsetmek suretiyle ayırmasının
üzerinden yıllar geçti. Babamın beni evlendirmek istediği adam kendini sevip
sevemeyeceğini sordu, ‘hayır’ dedim. ‘Ben ilk aşkımı seviyorum.’
Bu yüzden babam beni hiç
bağışlamadı. Ben de onu bağışlamadım. Şimdi eskiden olduğu gibi genç ve güzel
değilim. Ama yine de seni sonsuza kadar seveceğim.”
ÜSKÜP’TE TÜRK PARASI İLE
CEVABİ KÖFTE YEMEK
7.gün ünlü
şair Yahya Kemal Beyatlı’nın doğum yeri olan Üsküp’e hareket ediyoruz.
Rehberimiz bu kez Üsküp’le ilgili bilgiler veriyor:
“Daha önceden adı Scupi olan
Üsküp, 1392’de Yıldırım Beyazıt döneminde Osmanlı’nın hakimiyetine girdikten
sonra “Üsküp” ismini almış. Birkaç yüzyıl Osmanlı’nın hakimiyetinde kalmış ve
mimari, ekonomik, politik açılardan geliştikçe gelişmiş. Osmanlı-Avusturya
Savaşları’nın yaşandığı dönemde Avusturya Osmanlı’nın topraklarını işgal
ederken Üsküp de Avusturya tarafından işgal edilen şehirlerden olmuş, hatta bu
sırada Üsküp tarihinin en talihsiz olaylarından ‘1689 Hadisesi’ yaşanmış ve
şehirde sayısız yer ciddi zarar görüp kullanılamaz hale gelmiş. Bu olay sonrası
Osmanlı, saldırıları geri püskürtmeyi başarmış ama verilen zararlar birçok
insanın hayatını mahvedecek kadar kötü olmuş. 1913 yılında Balkan Savaşları
sonrası Osmanlı Üsküp’teki hakimiyetini kaybetmiş ve Üsküp’ten diğer ülkelere
ciddi göçler yaşanmış. Osmanlı’dan sonra Sırplar Üsküp’ü işgal etmiş ve ülke
1913’te Sırbistan’ın hakimiyeti altına girmiş. Sonradan Bulgarlar, Sırplar,
Hırvatlar ve Sloven Krallığı’nın hakimiyetlerine giren Üsküp 1944 yılında Yugoslavya
yönetimi altındaki ‘Özerk Makedonya Cumhuriyeti’nin başkenti olmuş. Çok eski
değil, 1991 yılında ise Makedonya Cumhuriyeti bağımsız olmuş ve hala Üsküp
Makedonya Cumhuriyeti’nin başkenti.”
Üsküp’e
ulaştığımızda yerel rehber Talha karşılıyor ve bize bilgi veriyor.
‘Sedat
Peker nerede kalıyordu’ gibi soruları yanıtsız bırakan rehber Talha, Yahya Paşa
Camii, Saat Kulesi, Türk Çarşısı, İsa Bey Cami, Mustfa Paşa Camii, Murat Paşa
Camili, Panan Hanı, Sulu Han, Davut Paşa Hamamı, Taş Köprü’yü anlatıyor.
Vardar
Nehri’nin kıyısından ve nehrin öteki tarafında bulunan Türk ve Yahudi
mahallerinden geçiyoruz. Mekadonya Meydanı’nı, Osmanlı Köpsüsü, Davut Paşa
Hamamı’nı görüyoruz. Ardından Türk çarşısında tarihi eserleri görüyoruz. Türk
Çarşısı içinde 1550 tarihli Kurşunlu Hanı geziyor, Osmanlı döneminde inşaa
edilen ve günümüze kalan 3 han binası var. 15.yy’ın ikinci yarısında inşa
edilmiş Sulu han ve Kapan Hanı’nı ziyaret ediyoruz. Türk çarşısında gezerken,
Türkiye’den getirilen ürünlerin satıldığına, Türk parasının geçtiğine şahitlik
ediyoruz. Türk parası ile yemek yemenin mutluluğunu yaşıyoruz. Şuşka biberi,
usturumca yer fıstığı, çarıklarla süslü dükkanların önünden geçiyoruz.
Devletin
şehri güzelleştirme politikaları ile yenilenen ve dönüşen yeni yapılan heykel
ve meydanın olduğu alana gidiyoruz. Üsküp heykeller şehri olarak anılıyor.
Şehrin işlek olan her yeri heykelle süslenmiş. Hatta burada şöyle bir espiri
bile varmış; “Makedonya’nın yüzde 70’i Makedon, yüzde 20’si Arnavut, yüzde 10’u
da heykel.” Özellikle Taş Köprü ve Makedonya Meydanı kimisi adam boylarında,
kimisi devasa boyutlarda heykellerle süslenmiş. Ayrıca bu yeni şehir
planlarıyla Vardar Nehri üzerine yeni köprüler ve Arkeoloji Müzesi gibi şık
yapılar da yapılmış. Bazıları hala yapım aşamasında ve iskelelerle çevrili.
Türk
Çarşısı’nda Cevabi Köfte ve güveçte kuru fasulye yemeden, üzerinde demleme çay
içmeden kalkmıyoruz tabii ki.
FETÖ OKULLARINA DEVAM
Makedonya’da
Fetö okullarından bazılarına el konularak Maarif Vakfı’na devredildiğini ancak
bazılarının hala aktif olarak görev yaptığını, hatta zaman zaman konunun ülke
Meclis’inin gündemine geldiğini öğreniyoruz.
Geceyi
zevkle döşenmiş geniş odalı ve kahvaltısı herkesi memnun eden Park Otel’de
geçiriyoruz. Ancak sabah kalktığımızda bizi otobüsün mazotunun çalınması
sürprizi karşılıyor.
M.S. 6.
yüzyılda yapıldığı söyleniyor Üsküp Kalesi’nin. Söylentilere göre Roma
döneminde yapılıp 518 yılındaki bir deprem sonrası yıkılmış, sonralarda ise
tekrar yapılmış. Kale Vardar’ın kuzeyinde kalıyor ve Üsküp’ün arması ve
bayrağında da kalenin simgesi var.
Şehri
tepeden gören bir teleferik olduğunu, şehrin en yüksek noktası olan Vodno
Dağı’nın şehir manzaralı tepesine çıktığını, tepede bir de 66 metre olan
dünyanın en büyük haçı buluhduğunu öğreniyoruz. Milenyum Haçı. Hristiyanlığın
2000. yılı için buraya dikilmiş. Gece olunca aydınlatılıyor ve Üsküp’ün her
yerinden görülebiliyor.
Üsküp
Başkent
Üsküp’e sadece 15 kilometre 30 dakika mesafede, tüm Makedonya’nın en popüler
doğa kaçamağı olan Matka Kanyonu var. Makedonya’da görülmesi gereken yerlerde
bir numara Ohrid ise iki numara da Matka Kanyonu. İçinden su geçen yemyeşil
doğası bir harika. 5 bin hektarlık devasa kanyonda ister kano kiralayarak
ister, 14 kilometrelik yürüyüş yolundan keşif turu yapabiliyorsunuz, isterseniz
tekne turu seçeneği de var. Biz tekne turunu tercih ediyoruz. Kanyonun
ilerisindeki mağaralarda yarasaların olduğunu ve yarasa gübresinden kozmetik
alanında kullanmak için İtalyanların bölgeye geldiklerini rehberimizden
öğreniyoruz.
Matka
Kanyonu gezisinin ardından Sırbistan’ın başkenti Belgrad’a doğru yola
çıkıyoruz. Ancak yol uzadıkça uzuyor. Hem yol uzun, hem de Sırbistan sınırında
uzun araç kuyrukları en az 5 saat beklemenize neden oluyor. Üstelik bu
bekleyişler sırasında ihtiyaçlarınızı karşılayacağınız bir mekan da bulunmuyor.
Sınırı geçtikten sonra ise yol yapım çalışması nedeniyle saatlerce beklemek
durumunda kaldığımız için yaklaşık 10 saat yolda geçmiş oluyor ve gece
24.00’ten sonra Belgrad’taki Theatre Otel’e ulaşabiliyoruz.
SAVA VE TUNA’NIN KAVUŞTUĞU
KENT
8. gün Belgrad’ta
Sabah panoramik şehir turu, Aziz Sava Katedrali, Kale Meydanı, Akeri Müze,
İstanbul Kapı, Saat Kulesi, Damat Ali Paşa Türbesi, zindan Kap, Leopoldov Kapı,
Sokullu mehmet Paşa çelşemims, Stefah Lazerevic Anıtı, Nebojsa Kulesmmi,
Sabonra Kilesisi, Cumuhriyet Meydanı, Terazi Meydanı, Taş Meydan görülecek
yerler arasında. Daha sonra Sokolovic Çeşmesi’nden su içiyoruz. Rehberimizin
verdiği bilgiyere göre, “Kalemeydan Parkı
Sırp olarak doğan Sokollu Mehmet Paşa Osmanlı döneminde devşirme olarak Edirne Sarayına
getirilmiş ve devlet adamı olarak görev yaptığı süreçte vezirliğe kadar
yükselmiş. Belgrad’ta Sokollu Mehmed Paşa adına günümüze kadar ulaşmış tek eser
Kalemeydan Parkı içinde bulunan çeşmedir. 16. yy’ın ikinci yarısında kendisi
tarafından yapılan bu çeşme Osmanlı dönemine dair oldukça nadir bir eser olarak
günümüze kadar korunmuş. 2006 yılında yapılan restorasyon çalışmaları sonucunda
çeşme kullanıma tekrar açılmış.”
Yine
Belgrad Kalesi’ni gezerken, seferde iken ölen Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümü
ordu içerisinde düzensizlik yaratmasın diye askerlerden gizlenmesi, oğlu II.
Selim Belgrad’ a gelene kadar ölümünün gizli tutulması ve 2. Selim’in saltanatı
Belgrad Kalesi’nde alması rehberin anlatımıyla canlanıyor adeta.
Belgrad
Kalesi, yerel halk arasında Kalemegdan Kalesi olarak da biliniyor. Türkçeden
birçok kelime Sırpçaya geçtiği için Kale Meydanı Alanı’nda birçok yapının adı
Türkçe. Bunlardan biri de Stampol Kapja (İstanbul Kapısı). İstanbul Kapısı,
kalenin ana giriş kapısı ve Osmanlı döneminde yapılmış.
Tuna ve
Sava nehirlerinin birleştiği noktada yüksek bir tepede yer alan Kalemegdan,
Belgrad Kalesi’nin de yer aldığı şehrin buluşma noktası. Türkçede Kale Meydan
isminden dönüşen meydan geniş bir alana yayılıyor.
Belgrad’ın
en güzel, görülmeye değer bölgelerin başında gelen Kalemegdan’da yer alan
Belgrad Kalesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın Avrupa’ya açılacak yeni ticaret
yollarını denetim altında tutmak için almak istediği yer. İçerisinde müzeler,
parklar, anıtlar, galeriler, heykeller bulunan ve enfes Belgrad manzaraları
sunan 53 hektarlık bir alana yayılan kale, 1521’de Osmanlı İmparatorluğu
sınırları içine katılmış.
Kent
surlarının kuzeydoğusunda, Despot Stefan Kulesi’nin hemen yanında yer alan ve
bir köprüyle Zindan Kapısı’na bağlanan kapı, Despot Stefan’ın ismiyle anılıyor.
Kalemegdan’ın simge kapılarından biri olan 15. yüzyıl yapısı, Osmanlı döneminde
zindan olarak kullanıldığı için bu ismi almış.
Aziz Sava
Katedrali, Nikola Tesla Müzesi, Arkeoloji Müzesi, Cumhuriyet Meydanı, Taş
Meydanı ve Nicola Tesla Müzesi’ni ziyaret ettikten sonra dönüş için Nikola
Tesla Havaalanı’na ulaşıyoruz.
Yeni
insanlarla tanışıp, değişik kültürlere yelken açıp, gördüğümüz eşsiz doğa
güzellikleri ve tarihsel, kültürel eserleri görmenin mutluluğuyla dönüyoruz.
Parçalanmış, çok yakın bir zamanda savaşı en ağır şekilde yaşamış, hala kurşun
ve bomba izlerini şehirlerinin en işlek binalarında taşıyan insanların yaşama
nasıl tutunduklarını, onun hüznünü yüzlerinde taşıdıklarını gördüğümüz için
hüzünleniyoruz. Aklımızda Avrupa’da olmasına karşın sanayi yönünden geri
bırakılmış, bazı ülkelerin sadece tarım ve turizm alanı, ucuz işçi gücü olarak
kullandıkları, çok küçük devletçiklere bölünmüş olması gibi pekçok soruyla
ayrılıyoruz. Ederlezi’nin hüzünlü notalarıyla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder