ÇANAKKALE’DE BİR İZ
NEVİN BİLGİN
Üzüm hoşafı, üstü başı yırtık daha çocuk
yaşındaki iki askerin cephe fotoğrafı, sosyal medyada insanların birbirlerine
gönderdikleri kutlama mesajlarının ötesinde bir anlam taşıyordu: Çanakkale
Savaşı.
Beş nesil boyunca süren yaraların izleriyle
dolu olan Çanakkale, sadece bir savaş meydanı değil, aynı zamanda bir ulusun
direnişinin, fedakarlığının ve vatan sevgisinin sembolüydü.
İbrahim, henüz yeni doğmuş olan oğlunu
görmemişti. Evlenir evlenmez cepheye gitmişti. Ancak aldığı mektupta, kömürle
çizilmiş ayak ve el izlerinden tanıyordu oğlu Hasan’ı. Geride bıraktığı eşi
Fatma, tek çocukla kalmıştı köyde, geçimini sağlamak için sepet örüyor, çorap
örüyor, pazarlara gidip satıyordu. Eşi İbrahim’in babası da savaşta ölmüştü.
Eşinin de babası gibi aynı akıbeti yaşamasından o kadar korkuyordu ki. Neler
yaşayacaktı eşinden uzak o 4 yıl boyunca ne acılar ne yarım sevinçler. Oğlu
Hasan her babasını sorduğunda yüreğindeki titremeler. Cepheden geri dönen azdı,
ölüm haberi geliyordu hep. Dönenler İbrahim’in yaşadığını ya da öldüğünü
bilmiyorlardı. En son süvari birliğinin atlarına su vermek için götürürken
görmüşlerdi. Bir daha gören olmamıştı.
Çanakkale Şehitlik Rehberi düzenlenmişti.
İllere, ilçelere, köy ve bucaklara girip yakınlarını arayıp bulabiliyordu
insanlar. Denizli'den dile kolay 2195 kişi şehit vardı. Tabii bunlar kayıtlı
olanlar. Toplu mezarlarla gömülenler, esir düşenler yoktu kayıtlarda. İbrahim'in akıbeti ise belirsizdi. Bir umutla
nüfus kayıtlarını da aradım. Ancak sadece kayıp olduğu yazıyordu. Mezarı bile olmayan bir askerdi o.
Çanakkale'ye cepheye yurdunu korumak için savunmaya gelmişti.
Annem gözü yaşlı anlattı hep babasının
babası İbrahim’in hikayesini. Tüm aramalara rağmen bulamamıştım İbrahim
Dede’yi. Belki İbrahim Dede de savaşa giden ve bir daha dönmeyen babasını
aramıştı kim bilir. Babasının akıbeti gibiydi kendisininki de.
Şimdilerde savaş deyip bir kareye, bir
cümleye sığdırıp “tık”layıp atıyoruz ya. İşte o yüzden yazmak istedim. Her
birinin arkasında sevdikleri, umutları, hayalleri vardı. Çanakkale, sadece
tarih kitaplarında yer alan bir olay değil, gerçek insanların gerçek
hayatlarını etkileyen derin bir iz bırakan bir dönemdi.
Birçok gazetecinin o döneme ilişkin
günlükleri, yazdıkları anı kitapları, röportajları var. İçlerinde derin
hikayeler dolu. Kimisi filme bile çevrildi, mısır atıştırarak insanların
izlediği.
Gazeteci George Abel
Schreiner’in de Çanakkale günlükleri var.
Gazeteci kimliği ile yazılan bu günlük Çanakkale Savaşı’na şahitlik eden
asker ya da sivillerin günlüklerinde genellikle rastlanmayan ayrıntılar barındırıyor.
Savaşın sivil yaşamı nasıl etkilediğine de yer veren Schreiner, “Savaşın altıncı ayında
tahıl kıtlığı baş göstermişti. Özellikle İstanbul’da gıda sıkıntısı vardı. İç
Anadolu ve Suriye gibi bölgelerden buğday taşınamaması da sıkıntıyı
arttırıyordu. Depolama imkânı yetersiz, çiftliklerde tonlarca buğday çürümeye
terk edilmiş. Bu Osmanlı’nın savaşa hazırlıksız yakalandığını gösteriyor. İngiliz
ve Fransız ablukası nedeniyle deniz yoluyla taşıma yapılamıyor. Erkek nüfus
silah altına alınmış, yerlerine kadınlar çalışıyor” şeklinde anlatmaktadır.
Yine hükümetin vergileri arttırması, yiyecek kıtlığı, yolsuzluk ve savaş
vurgunculuğu gibi şikayetlerin de arttığını anlatan Schreiner, halkın artık
hükümete olan güveninin kalmadığını ifade etmektedir.
Yine cepheden, “İki dikenli tel örgü arasında yüzlerce ölü İngiliz ve Türk
askerleri yatmaktadır ve geceleri bunların çok azı toprağa verilebilmektedir”
diyen Schreiner, hatlar arasında kalan ölü alanın kalın ve yüksek bir ot
tabakası ile kaplı olduğunu belirterek, burayı ölü askerlerin içinde yattıkları
bir köstebek yuvasına benzetir. Dört yüz – dört yüz elli kadar ceset görür.
Dürbünle incelediği yakındaki cesetler çürümektedir. Bazıları normal
ebatlarının iki katı kadar şişmiştir. Yine de savaş sahneleri yaşayanlar için
dehşetini yitirmektedir. Osmanlı ve ANZAK askerlerinin ırk ve inançlarına
bakılmaksızın birlikte yattıkları büyük ortak mezarlar arasında durduklarını
düşünür. Üstelik sert kireçtaşından zeminin yapısı dolayısıyla bunların
gerektiği gibi gömülmesi mümkün olmamış, Türkler ellerinden geldiğince derin
kazsalar da sığ yerdeki cesetleri tepeleme doldurmuşlardır. Schreiner ince bir
toprak ve kaya tabakası yüzünden cesetlerin şimdiye kadar deneyimlediği en kötü
kokuyu yaydığını yazar.
Schreiner'ın gözlemleri, savaşın sadece
siperlerdeki çatışmalarla sınırlı olmadığını, aksine günlük hayatın her alanını
derinden etkilediğini ve insanların yaşamlarını nasıl kökten değiştirdiğini
yansıtır. Bu durum, savaşın toplumun geniş bir yelpazesine yayılan karmaşık ve
derin etkilerini açıkça gösterir.
Çanakkale
muharebelerinde bulunan gazeteci Charles Bean, aynı zamanda 1. Dünya Savaşı
Avustralya Resmî Tarihi’nin de yazarıydı. 23 bin sayfayı bulan günlük ve
notlarına internet ortamından da ulaşmak mümkün.
Çanakkale Cephesi, Osmanlı Devleti
açısından savaşın en yoğun yaşandığı alanlardan biriydi. Burada Osmanlı ve
İtilaf Devletleri toplamda 400.000'den fazla kayıp vermişti. Bu kayıpların
içinde Osmanlı'nın kaybı 200.000'den fazlaydı. Çanakkale'de esir düşen Türk
askerlerinin yaklaşık %5'i, İngiltere tarafından esir alınmıştı. Esir düşen
Türk askerleri, Limni adasının Mondros limanında toplandıktan sonra İngilizler
tarafından Mısır'daki kamplara götürüldüler. Esaretleri boyunca vatanları için
hiçbir kin beslemelerine rağmen, içinde bulundukları şartlar nedeniyle
zorluklarla mücadele etmek zorunda kaldılar. Bazıları, maddi sıkıntılar
yüzünden kışın soğuklarla ve açlıkla mücadele etmek zorunda kaldılar.
Belki İbrahim Dede, o esir kamplarına
götürüldü kim bilir.?
Çanakkale’de yakınlarını bırakmış insanlara
küçük de olsa bir anma madalyası, bir belge verilemez mi diye düşündüm. CİMER’e
bu konuyu yazdım. Ancak olumsuz yanıt aldım.
KAYNAKÇA
https://canakkalesavaslari.comu.edu.tr/amerikali-bir-gazetecinin-gozuyle-canakkale-deniz-.html
https://dergipark.org.tr/tr/pub/vakanuvis/issue/39776/471393
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder