8 Nisan 2024 Pazartesi

İDEOLOJİLER SİMÜLASYON MU?

 

   İDEOLOJİLER BİR SİMÜLASYON MU?

  SİMÜLASYON, YAPAY ZEKA, GERÇEKLİK VE        EPİSTOMOLOJİK TARTIŞMA





Hazırlayan: NEVİN BİLGİN

   Her şey simülasyon mu, gerçeğin gerçekten gerçek mi olduğu tartışması günümüzün en önemli bilimsel ve felsefi tartışmalarından birisini oluşturmaktadır. 

   Aşırı gerçekçi simülasyonlar, insan ötesi evrelerin mümkün olup olmadığı, simülasyonların kendi evrenlerini yaratabileceği ve evrendeki her şeyin bilgisayarda modellenebilir hale gelmesi gibi konularda çalışmaları farklı boyutlara taşımaktadır.

   "Simülasyon" kelimesinin ilk ortaya çıkışı Antik Yunan’a dayanmaktadır. M.Ö. 4.yüzyıllda Platon’un Mağara Alegorisi’nde ifade ettiği gibi insanlar bir mağarada zincirlerle bağlı olarak yaşamakta ve gerçek dünyayı görmemektedir. Onlar sadece mağaranın duvarlarına yansıyan gölgeleri görmekte ve bu gölgeleri gerçeklik sanmaktadır. Benzerini yapmak, görünmek anlamlarına gelmektedir. 

    Simülasyon teorisi, evrenin bir tür bilgisayar simülasyonu olabileceği fikrini öne sürmekte ve bir tür bilgisayar programı olduğunu ve her şeyin bir simülasyonun içinde olduğumuz gibi bir perspektif sunmaktadır. 

   TARİHSEL GELİŞMELER

   Simülasyon çalışmalarıyla ilgili tarihsel gelişmeleri de şöyle sıralamak mümkün: 

   Filozoflar ve Mitoloji (Antik Çağ): Antik Yunan filozoflarından Parmenides ve Platon, gerçeklik ve idealar arasındaki ilişkiyi düşünmüşlerdir. Platon'un "Mağara Alegorisi", gerçeği algılama konusunda sınırlılıkları anlatan bir metafor sunmaktadır. 

    Bilim ve Matematik (Orta Çağ ve Rönesans): Matematiksel düşünce, gerçeğin temsilinde önemli bir rol oynamaya başlamakta, Descartes’ın "Ben Düşünüyorum, Öyleyse Varım" ilkesi, düşünce ve varlık arasındaki ilişkiyi vurgulamaktadır.

    Bilgisayar Bilimi ve Dijital Devrim (20. Yüzyıl): Alan Turing'in çalışmaları ve bilgisayar biliminin gelişimi, düşüncenin ve hesaplamanın birbirine bağlı olduğunu göstermektedir. Bu dönemde bilgisayar simülasyonları oluşturulmaya başlanmaktadır. 

    Simülasyon Hipotezi (1980'ler): Bilimkurgu yazarı Philip K. Dick, "biz zaten bir simülasyonun içinde olabiliriz" düşüncesini ortaya atmaktadır. Ancak, bu düşünce daha sonra 2000'lerde Nick Bostrom tarafından daha sistemli bir şekilde ele almaktadır.

   Nick Bostrom'un Tezi (2003): Felsefeci Nick Bostrom, "Evrenimiz bir Bilgisayar Simülasyonu Olabilir mi?" başlıklı makalesinde, üç olasılığı ele alarak simülasyon teorisini tartışmaktadır. Bu tez, simülasyon teorisini daha geniş bir bilimsel ve felsefi topluluğa taşır.

   Bilim ve Teknolojideki Gelişmeler (2010’lar- Günümüz): Gelişmiş bilgisayar gücü, artırılmış gerçeklik, sanal gerçeklik ve yapay zekâ gibi teknolojik ilerlemeler, simülasyon teorisinin popülerliğini arttırmıştır. Elon Musk ve diğer bazı önde gelen figürler, simülasyon fikrini desteklerken, bu konuda düşüncelerini paylaşmaktadır.

    Günümüzde bu konuda çalışma yapan önemli isimlerden birisi Alman Fizikçi Melvin Vopson’dır. Vopson bilginin maddenin 5.hali olduğunu öne sürmektedir. Bu konudaki çalışmalar 1948’lere kadar uzanmaktadır. Bilgi ile fiziksel dünya arasındaki ilişki araştırılmaktadır. 1948’de ortaya konan bilgi teorisine göre, bilgi kavramı matematiksel zemine oturtulurken, matematiksel olarak hesaplanabilir ve tanımlanabilir hale gelmiştir. Claude Shannon teoriyi geliştirmiştir. 

      Shannon, bilginin termodinamikle (ısı enerjisiyle kinetik enerji arasındaki ilişkileri inceleyen fiziksel kanunlar) ve entropi ile ilintili olduğunu fark etmiştir. Isı, sıcaklık ve enerji gibi konularla ilgilenen termodinamik bağlamında bilginin fiziksel yönüne dair bir ipucu sağlamıştır.

       Rolf Landauer, 1961 yılında silinen bilginin enerjiye dönüşebileceğini ileri sürmüş ve bu iddia 2000'li yıllarda deneysel olarak gösterilmiştir.

       2019'da Melvin Vopson, daha da ileri giderek kütle-enerji-bilgi denkliği ilkesini ortaya atmıştır. Vopson'a göre, bilginin kütlesi vardır. Temel parçacıklar, taşıdıkları bilgiden dolayı kendi kütlelerine ilave bir kütle içerirler; bu, parçacıklardaki ilave kütle kavramının karanlık maddeyi açıklayabileceği anlamına gelir.

       James Clerk Maxwell, 1867 yılında sonradan "Maxwell'in Cini" olarak ünlenen bir düşünce deneyi ortaya atmıştır. Buna göre, bir bölmesi gazla dolu iken diğer bölmesi boş olan iki bölmeli bir kutu hayal edin. Bölmelerin arasındaki engel kaldırılırsa ne olur? Herkesin bildiği üzere, böyle bir durumda gaz kutunun tamamına yayılacaktır. Peki bu olayın tersi mümkün müdür? Biraz beklesek dağılmış gaz molekülleri tekrardan bir tarafta toplanabilir mi? Ne kadar uzun beklenirse beklensin bu mümkün değildir çünkü entropinin azalması anlamına gelecektir ve termodinamiğin 2. Yasasına göre zamanla entropi azalamaz. Bu entropi yasasını şöyle bir örnekle anlayabiliriz: Bir ev uzun zaman içerisinde yıkık dökük hale gelecektir (entropi artışı) ancak yıkık dökük bir ev müdahale edilmeksizin zaman geçtikçe kendiliğinden tamir olamaz (entropi azalışı).

       Gaz dolu ve boş olan iki bölmeden oluşan kutumuza geri dönelim. Ancak bu sefer iki bölmeyi ayıran engelin ortasında tek bir gaz molekülünün geçebileceği boyutta kütlesiz bir kapı olsun. Maxwell'in Cini tam burada devreye giriyor. Bu gizemli varsayımsal varlığın ara engeldeki kapıyı açıp kapatabildiğini düşünelim. Eğer bu varlık rastgele hareket eden gaz moleküllerinin konum ve hızlarını biliyorsa, kapıyı kullanarak yukarıda imkânsız dediğimiz şeyi yani gazın bir tarafta toplanmasını sağlayabilir. Sol taraftan bir molekül geliyorsa kapıyı açarak sağ tarafa geçmesine izin verir, sağ taraftan gelenlere ise kapıyı kapatır. Böylece bir süre sonra sol taraftaki bütün moleküller sağ tarafa geçmiş olacaktır. Bu işlemi moleküllere temas etmeden sağlayabildiğinden enerji ve dolayısıyla entropi artışı olmayacak, tam tersine tüm moleküller bir bölmede biriktiğinden entropi azalması olacaktır.

    Bennet Landauer prensibine göre, bilgi kaybolduğunda enerji açığa çıkar ("bu da düzensizlik artışını" ifade eder). Deneyde kapıyı kontrol eden varlık, gaz moleküllerinin anlık konum ve hız bilgilerini hafızasında tutar. Ancak sınırlı hafıza nedeniyle bilgi kaybı kaçınılmazdır. Bu kayıp, enerji açığa çıkararak entropiyi artırır. Deneyde gaz molekülleri bir tarafta toplandığında, bilgi silinmesi sonucu ortaya çıkan enerji artışı, gazın hacminin azalmasından kaynaklanan entropi düşüşünü dengeler. Landauer prensibinin deneysel doğrulaması 2012'de yapıldı; bilgi silinmesi, ısı açığa çıkaran ve entropiyi artıran bir süreçtir.

   Soyut olarak düşünülen bilginin fiziksel dünyayla bu kadar iç içe olması, ilginç ve derin sonuçlara yol açmaktadır. Landauer Prensibi, doğru sorularla düşünmemizi bir adım öteye taşıyabilir. Acaba bilgi, maddenin yönlendirmesine katkıda bulunabilir mi, yoksa madde ve bilgi arasında bir dönüşüm mümkün müdür? Maddenin doğası, içinde barındırdığı bilginin değişimiyle şekillenebilir mi? Bilgi, var olanla olmayan arasında bir köprü işlevi görebilir mi? Hücre çekirdeğinin insanın genetik kodunu taşıması gibi. 

   SİMÜLASYON TEORİSİ VE FELSEFİ KÖKENİ

   Simülasyon teorisi, temelde bu evrenin aslında başka varlıklar tarafından tasarlanmış bir bilgisayar programı olduğunu öne sürmektedir. Bu teori, evrende yaşamın nasıl ortaya çıktığı sorusunu ele almaktadır. 

    Simülasyon teorisine göre, gerçekliğimiz aslında bir bilgisayar simülasyonu içinde gerçekleşen yapay bir ortamdır. Bu, algıladığımız evrenin ve deneyimlerimizin bir bilgisayar tarafından üretilen bir simülasyonun parçası olduğu anlamına gelmektedir. 

    Teori, teknolojik ilerlemenin bir noktada bilinçli varlıkların deneyimlerini tamamen taklit edebilecek düzeyde bir simülasyon yaratma kapasitesine ulaşacağını öngörmektedir.

    Simülasyon teorisi, Platon'un "mağara alegorisi" ve Descartes'ın "şeytanın aldatması" düşüncesine benzer şekilde, gerçeklik algımızın sorgulanmasına dayanır. Nick Bostrom, bu konuyu popüler hale getiren 2003 tarihli bir makalede, gelecekteki uygarlıkların atalarını simüle etme arzusu ve yeteneğine sahip olacaklarını öne sürmüştür. Bostrom, birkaç olasılığı değerlendirirken, "Ya insanlık simülasyon yaratma kapasitesine ulaşmadan yok olacak, ya simülasyon yapma arzusu olmayacak, ya da biz zaten bir simülasyonun içindeyiz..." ifadesini kullanmıştır.

    MATRİX FİLMİ

     Simülasyon teorisi, bilimsel ve felsefi bir tartışma konusudur. Bazı bilim insanları ve filozoflar, bu teorinin test edilebilir bir hipotez olmamasını ve dolayısıyla bilimsel olmamasını savunurken, diğerleri bu fikrin bazı temel gerçeklik anlayışlarını sorgulamamıza yardımcı olabileceğini düşünmektedir.

      Günümüzde, Portsmouth Üniversitesi'nde görev alan Alman fizikçi Melvin Vopson, evrenin bir simülasyon olabileceği düşüncesini bilimsel yöntemlerle sınamaya hazırlanmaktadır. Vopson, Albert Einstein'ın genel görelilik kuramına dayandırdığı teorisini savunmakta ve bilgi parçalarının sonlu ve ölçülebilir bir kütleye sahip olduğunu öne sürmektedir. Ancak bu kütle farkının çok küçük olması, teorinin mevcut imkanlarla kanıtlanmasını zorlaştırmaktadır.

      Matrix filminden alıntılarla, Morpheus'un Neo'ya simülasyon teorisini anlattığı sahnede, evrenin "gelişmiş bir sanal gerçeklik yansıması" olup olmadığı sorusu gündeme gelmektedir.

     MADDENİN 5.HALİ: BİLGİ

     Dr. Melvin Vopson, bilgi fiziği (Info Dynamics) alanında çalışmaktadır ve evrenin temel bir yapı taşı olarak bilginin fiziksel bir kütleye sahip olduğunu savunmaktadır. Bu tezi, bilgi parçacıklarının evrenin en küçük yapı taşı olan bütünleşik parçacıkların taşıdığı bilgilerle benzerlik göstermektedir. Vopson, bilgi fiziğinin ikinci kanununu ortaya koyarak entropinin sabit kalacağını veya zamanla azalacağını savunurken, bu sistemin kaotik olmaktan ziyade bir mekanizma tarafından kontrol edildiğini gösterdiğini savunmaktadır.

      Vopson'un teorileri, evrendeki simetri prensiplerini açıklamak için kullanılabileceğini ve yüksek simetrinin düşük bilgi entropi durumuyla ilişkilendirilebileceğini öne sürmektedir. Bu yaklaşım, doğanın düzenliliği tercih ettiği fikrini de desteklemektedir. Simülasyon teorisini güçlendiren bu çalışmalar, bilginin maddenin beşinci hali olduğu düşüncesini de kuvvetlendirmektedir.

      Vopson, bu teorileri test etmek ve deneyleri gerçekleştirmek amacıyla finansal destek arayışını da sürdürmektedir. Bu tür çalışmalar, evrenin simülasyon içinde olma olasılığını tartıştırırken, daha önce yapılan hesaplamalar ise bu olasılığın yaklaşık yüzde 50 olduğunu göstermektedir.

   Vopson, The Conversation'daki yazısında bunu şöyle açıklamaktadır:

  1989'da efsanevi fizikçi John Archibald Wheeler, evrenin temelde matematiksel olduğunu ve bilgiden doğmuş olabileceğini söyledi. Yani ünlü aforizmayı 'bit'lerden icat etti.

   Bilgisayar dilinde bilgi depolayan en küçük ve en temel birime "bit" adı verilmektedir.

   "Aşırı yüklenmiş bir işlemcinin bilgisayardaki işlemleri yavaşlattığını biliyoruz" diyen bilim insanı, teoriyi Einstein'dan bir örnekle açıklamaktadır: 

   Benzer şekilde Albert Einstein'ın genel görelilik kuramı da kara deliğin yakınında zamanın yavaşladığını göstermektedir.

   VOPSON’IN DENEYİ NASIL OLACAK

  2019’da Einstein'ın genel görelilik kuramına dayandırdığı bir teori ortaya atan Vopson, her bilgi parçasının ölçülebilir bir kütlesi olduğunu savunmaktadır. Bu kütlenin eldeki imkanlarla ölçülmesi mümkün olmadığı için şimdiye kadar kanıtlanmamıştır. 

  Vopson, bu teoriyi yakın gelecekte kanıtlamanın mümkün olduğuna inanmaktadır. Şu anda sadece kâğıt üzerinde tasarladığı deneyde iki temel varsayım öne çıkmaktadır:

   Bilginin Kütleye Sahip Olması: Bu varsayım, bilginin fiziksel bir kütleye sahip olduğu temel öneği üzerine kuruludur.

   Temel Parçacıkların Bilgi Taşıması: İkinci varsayıma göre ise tüm temel parçacıklar, canlıların DNA'sı tarafından kodlanmasına benzer şekilde, kendi hakkındaki bilgi içeriğini depolar. Yani her elektron, bir bilgi taşıyıcısı olarak işlev görür.

   Bu teoriyle birlikte bilginin maddenin 5. hali olduğunu öne süren Vopson, "Temel parçacık başına düşmesi beklenen bilgi içeriğini hesaplayarak, deney protokolünü buna dayandırdığını öne sürmektedir.  Simüle edilmiş bir evrenin, her yerde çok sayıda bilgi biti içereceği varsayılmaktadır. Bu bilgi bitleri simülasyonun kodlarını temsil etmektedir. Dolayısıyla, bitlerin saptanması simülasyon hipotezini kanıtlayacaktır.

   Vopson’un deneyleri gerçekleştirilirse, bilginin kütlesi hakkında somut sonuçlara ulaşmak mümkün olacak. Çalışmalara göre, tüm parçacıkların özünde bulunan bilgi, aslında tüm canlıların hücrelerinde bulunan genetik koda benziyor.

   YAPAY ZEKâ VE SİMÜLASYON

   Gelecekteki süper zeki yapay zekâların kendi simülasyonlarını oluşturma potansiyeli, modern düşünceyi zorlayan ve birçok kişinin felsefi ve varoluşsal sorularla başa çıkmasına neden olan bir konsepttir.

    Bilgisayarların icadından bu yana, büyük veri kavramı giderek önem kazanmıştır. Bu kavram, verilerin yüksek hacimdeki ham yığınları olarak tanımlanabilir. Melvin Vopson'un çalışmaları ve büyük veri analizi, gelecekteki olayları tahmin etme ve öngörülebilir bilgiler elde etme potansiyelini ortaya koyar.

    Blok zinciri teknolojisi, merkezi olmayan ve güvenilir bir yapı sağlayarak birçok alanda dönüşüm getirmektedir. Özellikle dağıtık sosyal medya platformları ve merkeziyetsiz internet, blok zinciri teknolojisinin getirebileceği potansiyeli gösteren örnekler arasındadır.

    Kuantum bilgisayarları ve kuantum blok zinciri yapıları, geleneksel bilgisayarlarla karşılaştırıldığında daha güvenli bir yapı oluşturabilir. Bu, gelecekteki güvenlik önlemlerinde çığır açabilir.

   Blok zinciri teknolojisinin sosyolojik etkileri üzerinde durulması gereken bir konudur. Toplumlar, teknolojik değişimlere adapte olarak kurumsal hafızalarını ve değer yargılarını dönüştüreceklerdir. Ancak, bu değişimler aynı zamanda toplumsal çatışmalara ve farklılıklara da neden olabilir.

    Önümüzdeki on yıl içinde, blok zinciri teknolojisinin devletler ve birçok kuruluş tarafından yaygın bir şekilde benimseneceği ve hayatımızın bir parçası haline geleceği öngörülmektedir.

    SİMÜLASYON VE EPİSTEMOLOJİ ÇELİŞKİSİ

    Epistemoloji, bilgi ve bilgi edinme süreçleriyle ilgilenen felsefi bir alan olup, gerçeklikle olan ilişkisi birçok felsefi tartışmanın merkezindedir. Epistemolojik çelişkiler genellikle şu sorular etrafında döner:

    Bilgiye Erişim Sorunu: Gerçeklik nedir ve onu nasıl bilebiliriz? Bilgi, nesnel bir gerçekliği yansıtabilir mi, yoksa sadece bireysel deneyimlerimizin bir ürünü müdür?

     Duyusal Algı ve Gerçeklik: Duyularımızın gerçekliği nasıl algıladığı ve temsil ettiği konusu. Gerçeklik, duyusal algılarımızla tam olarak örtüşebilir mi?

    Dil ve Anlam Sorunu: Dilin gerçeği anlama ve ifade etme yeteneği. Dil, gerçeğin nesnel bir temsilini yapabilir mi, yoksa dilin kendi yapısı, gerçeğe müdahale eder mi?

    Bilgi ve İnanç: Bilgi ile inanç arasındaki ayrım ve bunların gerçeklikle ilişkisi. Hangi ölçüde inançlarımız gerçeğe uygun olabilir?

    Bilgi Aracılığı ile Gerçeklik: Bilgi, gerçeği nasıl aracılık eder? Bilgi, gerçeğe doğrudan erişim sağlar mı, yoksa ona sadece dolaylı bir pencere sunar mı?

    Bu sorular etrafında dönen epistemolojik düşünce, bilgi ve gerçeklik arasındaki karmaşık ilişkiyi anlamaya çalışırken, fizikteki gelişmeler de bu düşünceyi derinleştirmektedir.

    Kuantum mekaniği, özellikle Heisenberg Belirsizlik İlkesi ile, belirli özelliklerin aynı anda tam olarak ölçülemeyeceğini göstererek epistemolojik çelişkilere yeni bir boyut eklemiştir. Bu prensipler, gözlemlenen fenomenlerde geleneksel düşünce modellerini sarsmış ve şu konuları ortaya çıkarmıştır:

    Gözlemlenemeyen ve Belirsizlik: Kuantum mekaniği, gözlemlenen bir durumu etkileyebilecek belirsizlikleri vurgular. Bu, geleneksel deterministik düşünce modelleri ile çatışır.

    Paralel Evrenler ve Çoklu Olasılıklar: Kuantum mekaniği, bir parçacığın birden çok durumda olabileceğini ve bir ölçüm yapıldığında sadece bir durumun gerçekleştiğini öne sürer. Bu, paralel evrenler teorisine ve çoklu olasılıkların eş zamanlı varlığına dayanır.

    Gözlemci Etkisi: Kuantum mekaniğinde gözlemcinin rolü, gözlemlenen bir durumu etkileyebileceği öne sürülür. Bu durum, gözlemcinin subjektif etkisini ve gözlemin gerçeği nasıl etkilediğini tartışma konusu yapar.

    Geleneksel bilgi anlayışındaki nesnel gerçekliğin var olduğu düşüncesi, kuantum mekaniği ile gözden geçirilmeye başlanmıştır. Bu durum, postmodernist epistemolojik yaklaşımların gelişimine zemin hazırlamış ve fiziksel dünyanın anlamını sorgulamıştır.

     Hipergerçeklik ve teknolojik atılımların yarattığı boyutlar arası sıçramalar, post modern düşünceyi daha da karmaşık hale getirmiştir. Modernizmin eleştirisiyle başlayan postmodernizm, şimdi teknolojinin yarattığı hipergerçeklikle beraber yeni bir döneme evrilebilir. Ancak, bu konudaki kesin sonuçlar henüz belirsizdir ve araştırmaların devam etmesi gerekmektedir.

    İDEOLOJİLER DE BİR SİMÜLASYON MU?     

    Simülasyon düşüncesi, sadece fiziksel bir bilgisayar simülasyonu olarak değil, aynı zamanda toplumsal, kültürel ve ideolojik düzlemlerde de değerlendirilebilir. Sevgili Hocam Prof. Ahmet Alpay Dikmen'in hatırlatması üzerine, simülasyon kavramını literatürde daha geniş bir perspektifle ele almak oldukça önemlidir.

    Simülasyon, sadece bilgisayar programları aracılığıyla değil, aynı zamanda toplumsal yapılar, kültürel normlar ve ideolojiler aracılığıyla da gerçekleşebilen bir kavramdır. Cesur Yeni Dünya ve 1984 gibi distopik eserlerde, yazarlar toplumu kontrol etmek veya manipüle etmek amacıyla karmaşık simülasyonlar oluşturmuşlardır. Bu eserlerde, bireylerin düşünce sistemleri, algıları ve deneyimleri, bir üst otorite tarafından manipüle edilerek simüle edilmiştir.

     Toplumsal simülasyon, bireylerin sosyal normlara, kültürel değerlere ve ideolojilere uygun davranışları benimsemelerini sağlayan süreçleri ifade eder. Toplum içinde bireyler, bu normlara uygun davranışlar sergileyerek bir tür simülasyonu yaşarlar. Bu, bireylerin aslında kendi özgür iradeleriyle değil, toplumsal beklentilere uygun davranarak bir simülasyon içinde var olmalarını ifade eder.

    İdeolojiler, bir topluluğun veya devletin, belirli bir dünya görüşünü benimsemesini sağlayan simülasyonlardır. Bu simülasyonlar, bireylerin belirli bir ideolojiye göre düşünmelerini, hissetmelerini ve davranmalarını yönlendirir. İdeolojik simülasyonlar, toplumun genel dünya görüşünü belirler ve bireylerin gerçekliği ideolojik bir çerçeve içinde algılamalarına yol açar.

    Bu geniş perspektifte simülasyon kavramını değerlendirmek, modern toplumların karmaşık dinamiklerini ve bireylerin algılarını yönlendiren unsurları anlamak için önemlidir.


    KAYNAKÇA: 

     IndyTurk. (Yıl). Alman Fizikçi: Simülasyonda Yaşayıp Yaşamadığımızı Öğrenmek İçin Bir Deney. 

     Cumhuriyet. (Yıl). Alman Fizikçiden Çarpıcı Bulgular: Matrix Gerçek ve Bir Simülasyonda. 

     Yazar, A. (2022). Makale Başlığı. Sosyal Bilimler Dergisi, 5(2), 1-10. https://halic.edu.tr/tr/s-arastirma/Documents/bilimseldergiler/sosyalbd/sosbd-2022-c5-s2.pdf

     YaklasanSaat. (Yıl). Maddenin DNA'sı: Bilgi. YaklasanSaat. 

     Dumlu, A., "Jean Baudrillard ve Yeni Dünyanın İnşası: Göstergebilimsel Analiz Örneği," Selçuk İletişim Dergisi, cilt 14, sayı 1, 2021, ss. 137-164.

    Melvin M. Vopson. (2020). The information catastrophe. AIP Advances, 10, 085014. https://doi.org/10.1063/5.0019941


EKLER: 

Simülasyon, Sanal Gerçeklik Konulu Film ve Diziler

Dark City (Gizemli Şehir) 1998

Matrix: 1999

On Üçüncü Kat, 1999

Vanilla Sky, 2001

Inception (Başlangıç) 2010

Tron Efsanesi (Tron: Legacy) 2010

Reboot: The Guardion Code 2010, (Netflix, dizi)

Gerçeğe Çağrı, 2012

Pixels, 2015

Başlat: Ready Player One, 2018

Steins;Gate 0, 2018

Maniac 2018 Netflix, Dizi

Black Mirror Bandersnatch, 2018 (Netflix)

The Mandela Effect 2019

Hello World, 2019 (Anime)

Love Death +Robots (Netflix)

Black Mirror: 2019

İLGİLİ KİTAPLAR

"Neuromancer”- William Gibson: Cyberpunk türünün öncülerinden biri olarak kabul edilen bu kitap, yapay zekâ, sanal gerçeklik ve simülasyon gibi konulara odaklanır.

"Snow Crash”- Neal Stephenson: Bu kitap, bir hacker'ın, gerçek dünya ve sanal dünya arasındaki sınırları keşfetmesini anlatır. Cyberpunk ve metavers konularını işler.

"Ready Player One”- Ernest Cline: Gelecekteki bir distopik dünyada geçen bu roman, sanal bir gerçeklik oyununda geçen bir hikâyeyi anlatır. Oyun, bir simülasyon olarak büyük bir öneme sahiptir.

"Permutation City”- Greg Egan: Bu bilim kurgu romanı, dijital varlıkların ve simülasyonların varoluşu üzerine derinlemesine bir düşünce denemesi sunar.

"The Metamorphosis of Prime Intellect" - Roger Williams: Bu kitap, bir yapay zeka tarafından kontrol edilen bir simülasyon evreninde geçen hikayeyi konu alır ve varoluşsal sorulara odaklanır.

"Simulacra and Simulation”- Jean Baudrillard: Felsefi bir eser olan bu kitap, simülasyon teorisi üzerine düşünceler içerir ve modern toplumun gerçeklikle olan ilişkisini sorgular.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder