19 Nisan 2024 Cuma

 


KUŞLARIN KORUNMASI İÇİN 

                   İNGİLİZ KRALİYET TOPLULUĞU





    NEVİN BİLGİN

     Bu kuruluşun adını çevre konularına ilgili olanlar belki biliyordur. Ancak 1889’da İngiliz Kraliyet ailesinin desteğiyle kurulan bir kuruluş olduğunu ve küreselleşmenin yarattığı çevre kirliliğine karşı faaliyet yürüttüğünü çoğu kişi bilmiyordur diye düşünüyorum. 

    Küreselleşmenin olumlu etkileri yanında çevre sorunları yaratması gibi olumsuz etkileri bulunmaktadır. Küreselleşme taraftarları, küreselleşmenin doğum oranlarını düşürerek dünyadaki baskıyı azalttığını, küresel refahta artının çevre konusundaki yatırımları arttırdığını, çevresel maliyetlerin fiyatlara yansıtılabileceğini, çevre konusundaki NGO (hükümet dışı kuruluşlar) etkisinin ve bilgi paylaşımının artacağı gibi olumlu etkileri olduğunu savunsalar da, 7 bin yıldır dünyada yaşayan insanoğlu küreselleşme sonucu yaşanan çevre sorunlarının önemini ancak 1990'lara gelindiğinde anlayabilmiştir. 

    Çevreyle ilgili sorunlar aslında endüstrileşmenin başlamasıyla birlikte 19. yüzyılda, son 150 yılda ve özellikle 2.Dünya Savaşı sonrasında yoğunlaşan ekonomik üretimin yol açtığı kirlenme, 1950 ile 1960 arasında petrol tankerlerinin atıklarıyla oluşan kirlenme, hunharca doğal ve yeraltı kaynaklarının kullanılarak üretim yapılması ve artan nüfusa dönük tüketim sonucu ortaya çıkmaya başlamıştır. 

   Çevre konusunda ilk uluslararası sözleşme 1946 tarihli Balina Avlanması Düzenlemesidir. Yine 1950'de Dünya Meteoroloji Örgütü kurulmuş, 1959'da Antartika'yı bilimsel çalışma alanı olarak koruyan anlaşma imzalanmıştır. Soğuk Savaş nedeniyle high politik konuların gündemde olması çevre sorunlarını ikinci plana itmiştir. 1970'lerdeki ekonomik durgunluk ile 1980'lerde yeniden başgösteren Soğuk Savaş o dönemde law politik olarak görülen çevre sorunlarını ikinci plana itmiştir.

   İlk kez 1962'de Sessiz İlkbahar adlı eserinde Rachel Carson zirai ilaçların ve tarım  kimyasallarının artan kullanımına dikkat çekerek ilk çevreci siyaset çalışmasını yapmıştır. Çevre sorunlarının gündeme gelmesi 1972'deki BM İnsani Çevre Konferansı'nda olmuştur. Dünya nüfusu 10 milyara yaklaşmaktadır. Küreselleşme ve ekonominin birbirine paralel büyümesi, kârın arttırılması ve küresel gelişme için doğal kaynakların yoğun şekilde kullanılması sonucu oluşan atıklarla da tüm canlı türleri ve doğa bundan zarar görür hale gelmiştir. Çevreye zarar verecek şekilde üretim ve tüketim yapılması nedeniyle dünyanın kapasitesi 3 kat aşılmıştır. 



    Bu durum atmosfer, deniz alanlarının kirlenmesi ile çevresel felaketlere yol açmaktadır.  Denizler ve karalar zehirli atık deposuna dönüşmüş, uzay ise adeta uydu çöplüğü olmuştur. Yine üretim atıkları yanında fosil kaynakların kullanılması ve tarım faaliyetlerinin (kimyasal kullanımı, bir ineğin yılda 18 bin km yapan küçük bir otomobil kadar çevreye atık bıraktığı belirtiliyor) artan nüfusa bağlı olarak artması, karbondioksit, kloroflorakarbonlar, halonun atmosfere salınması sonucunda sera gazları oluşmuş ve sera etkisi yaratmıştır. Sera gazı olan karbondioksidin, endüstriyel çağ öncesinde atmosferdeki düzeyi milyonda 280 parça ppm iken, 2007'de 384 ppm'e yükselmiştir. Güneş tek ısı kaynağı ve atmosferden geçerek, dünya yüzeyini, uzun dalga ve kızılötesi radyasyon şeklinde ısı yaymaktadır. Atmosferdeki sera gazlarının bulunması radyasyonun emilmesi atmosferin alt tabasına hapsedilmesi dünya yüzeyinin ısıtılması anlamına gelmektedir. Karbondioksit sıcağı hapsetmektedir. Gaz salınımları fosil yakıtlar endüstriyel faaliyetler sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu durum ozon tükenmesi, ozon tabakasının incelerek delinmesi, asit yağmurları ve küresel ısınmayı arttırmaktadır. 

    Yine ozon tabakasının delinmesi gibi gözlemler, iklimle ilgili kuraklık, mevsim değişiklikleri sorunları 1990'ların başından itibaren iklim problemlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte önem kazanmaya başlamıştır. Buna bağlı olarak 973 neslin türünün yok olması, iklim değişikliği, 2100'e kadar sıcaklığın 2.4 ile 6,4 derece artacak olması, beklenmedik hava olayları, fırtınaların, sel felaketlerinin yaşanması, buzulların erimesine bağlı küresel felaketler insan hayatını da tehdit eder duruma gelmiştir. İklim değişikliği ile birlikte ısı artışı, tropikal kasırgalardaki artışlar, seller, su ve gıda kaynaklarının yok olması sonucu başta dünyanın Ekvator bölgesinden Kuzey'e doğru, tıpkı Türklerin Orta Asya'dan göç etmesi gibi yoğun bir göç yaşanacağı, milyonlarca insanın yer değiştirmesine yol açacak göç sorunlarıyla insanlığın karşı karşıya kalacağı bilimsel bir gerçektir artık. 

  Dünyanın önemli gıda alanları olan deltalar da sellerle birlikte yok olma tehlikesi altındadır. Vietnam Mekong, Mısır Nil, Çin Yangtze Deltaları tehdit altındadır. Bengladeş toprağının altıda birinin denize karışacağı, nüfusun yüzde 13'ünün toprağının kalmayacağı, Maldivler gibi adaların tamamen yok olacağı öngörülmektedir. Yine buzullar güneş ışığının yüzde 80'ini geri çevirerek gezegenin serin kalmasını sağlamaktadır. İklim değişikliğinin buzulların erimesine yol açacağı, Soğuk Körfez akıntısını durduracağı, Kuzey Avrupa'nın dondurucu soğuklara maruz kalacağı öngörüler arasındadır. 

   Küreselleşmenin yarattığı çevre sorunları bunlarla sınırlı kalmamış 1986'daki Çernobil Nükleer Kazası, petrol tankerlerinin atıkları, 1991 Körfez Savaşı sırasında yanan petrol kuyuları, denizlere bırakılan atıklar, kullanılan kimyasal silahlar, 2011'deki Japonya Depremi'nde Fukuşima Nükleer Santrali'nde meydana gelen kaza da çevre felaketine neden olmuştur. 

   1987 Montreal Protokolü ile ozon tabakasını onarıcı çalışmaların yapılması kararlaştırılmış,1992'de RİO Zirvesi toplanarak Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu kurulmuş, iklim değişikliği ve biyo çeşitlilikle ilgili sözleşmeler imzalanmıştır. 1997'de sera gazlarının azaltılması için Kyoto Protokolü gündeme gelmiş yine 2009'da konu BM İklim Değişikliği Konferansı'nda yeniden ele alınmıştır. Sürdürülebilir bir kalkınma, sosyal kalkınma, çevrenin koruması gündeme girmiştir. Kyoto Protokolü ile çevre sorunlarının küresel olduğu bir kez daha kabul edilerek, zehirli gaz salınımı yapan firmaların bunun azaltılması için bacalara filtre takılması gibi maliyet yaratacak çözümler üretildi. Ancak bunun geliri azaltacağını düşünerek pek çok küresel aktör geri planda kaldı ve uygulamadı. Küresel ticaretin aktörleri, siyaset aktörleri gibi söylem ve eylem tutarsızlığı yaşadı. Dünyada üretim kaynaklı atmosfere salınan karbondioksit dağılımına bakıldığında en fazla salınım yapan ülkeler Kuzey Amerika, Ortadoğu, Rusya, Avrupa, Avustralya, Japonya gibi endüstri üretimi olan ülkeler olduğunu görüyoruz. 

    Kollektif iyi ile çıkarlar arasındaki çatışma, gelişmemiş ve gelişmekte olan devletler arasındaki gerginlik, ekonomik engeller, ideolojik engeller iş birliği çalışmalarını baltalamaktadır. Oysa uluslararası deniz hukuku sözleşmelerine göre açık denizler insanlığın ortak alanları, yine atmosfer, okyanuslar, tartışmalı da olsa Antarktika gibi alanlar küresel ortak mal olarak görülmektedir. Çevresel ve küresel felaketlere karşı küresel yönetişim mekanizması oluşturularak birlikte hareket edilmesi çalışmaları da mevcut. Yeryüzü Dostları, Greenpeace, Doğa İçin Yaşam Fonu, Sierra Club, Kuşların Korunması İçin İngiliz Kraliyet Topluluğu gibi sivil toplum örgütleri de sorunlara iş birliğiyle küresel çözümler sağlama konusunda çalışmalar yürütmektedir. Zenginlik yaratılması ile yaşamın yok edilmesi tezatlığı yaşanırken, küreselleşme ile çevre zıtlığı nedeniyle bir türlü somut adımlar atılamamaktadır. Ancak, çevre konusunda devletler arasındaki iş birliğinin önemi de giderek artmaktadır. 



    Kuşların Korunması İçin İngiliz Kraliyet Topluluğu (RSPB- Royal Society for the Protection of Birds), 1889 yılında İngiltere'de kurulmuş olan bir çevre koruma ve doğa koruma örgütüdür. RSPB'nin kuruluşunun kraliyet olan ilgili, İngiliz kraliyet ailesinin örgütün çalışmalarına verdiği destekten kaynaklanmaktadır. RSPB'nin kraliyetle ilişkisi, İngiliz kraliyet ailesinin doğa koruma konusundaki ilgisine dayanmaktadır. Özellikle RSPB'nin kurucularından olan Emily Williamson, kraliyet ailesinin üyeleriyle yakın ilişkiler içindeydi. RSPB'nin ilk başkanı olan William Henry Smith, İngiliz Kraliçesi Victoria'nın damadıydı ve kraliyet ailesi üyeleri RSPB'nin faaliyetlerine destek vermiştir. Kraliyet ailesinin bu destekleri, RSPB'nin kamuoyu önündeki etkisini artırmış ve doğa koruma çalışmalarının daha geniş kitlelere duyurulmasına yardımcı olmuştur. Bu nedenle,  RSPB'nin ismindeki "Kraliyet" ibaresi, örgütün köklü geçmişinden ve kraliyet ailesiyle olan tarihi bağlantısından gelmektedir.

   Günümüzde, RSPB hala İngiltere'de ve dünya genelinde kuşların korunması, yaşam alanlarının iyileştirilmesi, kuş göçlerinin takibi ve kuşların yaşam ortamlarının korunmasına yönelik birçok proje yürütmektedir. Bu çalışmalar, kuş türlerinin korunması ve biyo çeşitliliğin sürdürülebilirliği için önemli bir rol oynamaktadır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder