SOSYAL
YAZILIMLAR, ÖZGÜRLEŞMEK VE MUTSUZLUK ÜZERİNE
NEVİN BİLGİN
İnsanın yaptıklarının ne kadarı kendisine
ait. Ya da düşündüklerinin ne kadarı kendi düşüncesi. İnsan davranışlarını
belirlerken, sosyal normlar ve çevresel etkilerle belirliyorsa, kendi özgür
düşünce ve davranışlarına nasıl ulaşabilir? Ulaşmazsa sonuç ne olur? Günümüzün
sadece tüketmek üzerine kurulu yaşam tarzı, mutsuzluk, stres ve huzursuzluğun
asıl kaynağı ne?
Bu sorulara psikolojik danışman Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak, “sosyal yazılım” adı altında yanıt veriyor. Yeşilyaprak, “Sosyal
yazılım, toplumun bireylere dayattığı normlar, beklentiler ve değerler bütünü
olarak tanımlanabilir. Bu yazılım, genellikle bireylerin aileleri, eğitim
kurumları, medya ve kültürel çevreleri aracılığıyla edindiği bilgi ve
deneyimlerden oluşur. Ancak, bireyler bu sosyal yazılımı içselleştirse de bunun
farkına vararak, prangalarından kurtularak kendi kararlarını vermekte
özgürdürler” diyerek açıklıyor.
Sigmund Freud ve Alfred Adler gibi önde
gelen psikanalistler, insan davranışlarının kökenlerini ve toplumsal
etkileşimin rolünü anlamak için kapsamlı teoriler geliştirmişlerdir. Freud'un
yapıtlarında, sosyal yazılım kavramının altında yatan unsurları anlamak için
öncelikle bireyin iç dünyasına inmek gerekmektedir. Freud'a göre, insan
davranışlarının temelinde bilinçaltında yer alan istekler ve iç çatışmalar
bulunmaktadır. Toplumun normları ve beklentileri, bireyin bu iç çatışmalarını
bastırmak için bir araç olarak kullanılabilir. Freud'un ifadesiyle,
"sosyal yazılım", bireyin iç dünyasında yer alan cinsel ve saldırgan
dürtülerin bastırılması sürecinde ortaya çıkan bir fenomendir. Bu bastırma
mekanizması, bireyin toplumsal uyumunu sağlamak için gerekli görülen normlara
uyumunu kolaylaştırır.
Adler ise, Freud'dan farklı olarak,
bireyin toplumsal etkileşimlerin ve dışarıdan gelen beklentilerin altında yatan
psikolojik dinamikleri vurgulamaktadır. Adler’e göre, bireyin davranışları, temel olarak üstünlük ve
aşağılık duygularıyla şekillenir. Adler'in "üstünlük kompleksi" ve
"aşağılık kompleksi" kavramları, bireyin sosyal dünyadaki konumunu ve
benlik algısını belirlemede önemli bir rol oynar. Toplumun beklentileri,
bireyin bu üstünlük veya aşağılık duygularını tatmin etme çabalarını şekillendirir
ve sosyal yazılım olarak adlandırılabilir.
Freud’a göre sosyal yazılım genellikle
bireyin iç dünyasındaki bilinçdışı çatışmaların bir yansımasıdır. Adler ise,
sosyal yazılımı bireyin toplumsal konumunu belirlemede kritik bir faktör olarak
görür. Her iki perspektif de sosyal yazılımın bireyin davranışlarını
şekillendirmedeki önemini vurgulamaktadır. Yani davranışlarımız aslında bize
ait değil, bize dikte edilenler. Ama çoğu zaman bunun farkında olmuyor, o
şekilde yaşayıp gidiyoruz. 0-8 yaş bu nedenle çok önemli bir dönem olarak
görülüyor.
Prof.Dr. Binnur Yeşilyaprak,
Özterapi adlı eserinde, sosyal yazılımların kendisi üzerinde oluşturduğu
etkileri ve bunlardan özgürleşme sürecine kendisine öz terapi uygulayarak
gerçekleştirdiğini anlatıyor. Yeşilyaprak, şunları anlatıyor:
Geçmişim, benim varoluşumun izlerini
taşır. İç dünyama yönelmek, kendi varlığımla yüzleşmek istedim. Ancak,
kendimize doğru bakmak, aslında korkutucu bir deneyimdir. Bu coğrafyada
yaşamlar birbirine benzer hikayelerle örülüdür. Dış dünyanın gürültüsü bizi
sarar ve bu yaşam tarzı alışılageldik gelir. Ne hissettiğimi anlamak, içime
doğru bir yolculuğa çıkmak istedim. Ancak nasıl başlayacağımı bile
planlamamıştım. Kendimi, kendi içime doğru inceleme arzusu sardı. Çocukluk
anılarından başladım. Adler'in teorisi, çocukluk yıllarının kişiliğimizi
belirlediğini söyler. Ve ben de o yöne odaklandım. Kendimi geçmişimde
bulduğumda, üç buçuk yaşındaki depremi hatırladım. Ailede hep anlatılan bir hikâye
olarak belleğimde kalmıştı. Ve şimdi, o anı çocukluğumun derinliklerinde
yeniden yaşadım. Ev sallanırken babamın kucağında olduğumu hatırladım. Deprem,
evi sallarken annem ablamı alıp çıkmış, babamı çağırmıştı ancak beni almayı
unutmuştu. Ev yıkılmaya başladığında ben merdivenin başında yıkıntıların
arasında kalmışım. O anı hatırlamıyordum, ancak terapi sürecinde bu duyguları
bastırdığımı fark ettim.
Belki de bu olay, bende güvensizlik
duyguları oluşturmuştu. Yalnızlık ve kendine güvenme duygusuyla büyümüştüm
belki de. Tüm bunları düşünürken, geçmişteki olayların ve duyguların
bilinçaltımızda nasıl bir arşiv oluşturduğunu gördüm. Geçmiş, hala davranışlarımızda
ve kişiliğimizde yaşamaktadır. Öfke, hayal kırıklığı, sevgi ve güven ihtiyacı,
hepsi bu derinlerde yatmaktadır. Ve yaşamımızda nasıl ifade ettiğimizi
görüyoruz.
Boş sandalye tekniğiyle karşılıklı konuşup
bazen ağlayarak yazdım. Bütün bu bastırılmış duyguları yaşayarak özgürleştiğimi
fark ettim.
Toplumun bize dayattığı sosyal kalıpları ve
beklentileri gördüm. Bunların hayatımızı nasıl etkilediğini ve bu prangalardan
nasıl kurtulduğumu anlamaya çalıştım. Annemin acılarını kendi içselleştirdiğimi
ve babamın hatalarını telafi etmeye çalıştığımı gördüm. Ancak bunların benim
sorumluluğum olmadığını, bu yüklerden kurtularak içimde alan açabileceğimi fark
ettim.
Toplumun bize dayattığı beklentilerle
sıkışıp kaldığımı ve doğal yazılımımızın baskı altında olduğunu gördüm. Ancak
bu düşüncelerle yüzleşerek özgürleştiğimi hissettim.
Neden diye sormak yerine, nasıl
yaşadığımızı sorgulamak gerektiğini fark ettim. Dışarıdan dayatılanları kabul
etmiş ve sürdürmüş olabiliriz ancak 0-8 yaş arasında içselleştirdiklerimizi
reddetmemiz mümkün değil. Tüm bunları düşünerek, kendi içimde bir yolculuğa
çıktım ve sonunda kabul etmeyi öğrendim.
Artık kimseye öfke duymuyorum. Kendi
kararlarımı vermeye ve beklentilere kapılmamaya karar verdim. Çünkü
beklentileri kabul etmek ve onlara boyun eğmek benim sorumluluğumdur”
Kendi kararlarımızı verme süreci,
içselleştirilmiş sosyal yazılımın etkisinden bağımsız değildir. Ancak bundan
özgürleşmek elbette mümkün. Bireyler, içselleştirdikleri toplumsal normlar ve
değerler ışığında hareket etse de, kendi içsel değerlerine, isteklerine ve
hedeflerine göre kararlar alabilirler. Bu kararlar, bireyin kişisel
deneyimleri, özgünlüğü ve öznel değerleriyle şekillenir.
Örneğin, bir bireyin içselleştirdiği
toplumsal yazılıma göre "başarılı" olmak için belirli bir kariyer
yolu izlemesi bekleniyor olabilir. Ancak, bireyin içsel olarak mutlu olacağı ve
tatmin edici bulacağı farklı bir yol seçme özgürlüğü her zaman mevcuttur. Bu
durumda, birey kendi içsel yönelimlerine ve değerlerine göre karar alarak kendi
yolunu çizebilir.
Kendi kararlarımızı verirken,
içselleştirdiğimiz sosyal yazılımın etkisini dikkate almak önemlidir, ancak bu
etkiyi aşarak kişisel özgürlüğümüzü ve özgünlüğümüzü korumalıyız. Bireyler,
kendi değerleri ve istekleri doğrultusunda hareket etme özgürlüğüne sahiptirler
ve bu özgürlüğü kullanarak kendi kararlarını bilinçli bir şekilde verebilirler.
Bir birey farkına varmadığı sürece
içselleştirdiği sosyal yazılımın etkisinden özgürleşmek zor olabilir. Ancak,
farkındalık kazanma süreci, bireyin içsel keşif yolculuğunun bir parçasıdır ve
özgürleşme için önemli bir adımdır. İşte bireyin farkına varmadığı durumlarda
özgürleşme sürecine yardımcı olabilecek bazı yollar:
Kendini Gözlemleme: Birey, kendi
düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını gözlemlemeye başlayarak içsel
keşif sürecine adım atabilir. Bu, bireyin içselleştirdiği toplumsal normların
ve değerlerin farkına varmasına yardımcı olabilir.
Dışsal Etkileri Değerlendirme: Birey,
çevresindeki dışsal etkilerin kendi düşünceleri ve davranışları üzerinde nasıl
bir etkisi olduğunu değerlendirebilir. Bu, bireyin içselleştirdiği sosyal
yazılımı sorgulamasına ve fark etmesine yardımcı olabilir.
Bilinçli Araştırma ve Okuma: Birey, içsel
keşif yolculuğunu desteklemek için bilinçli olarak konuyla ilgili araştırma
yapabilir ve farklı perspektifleri inceleyebilir. Bu, bireyin farkındalığını
artırabilir ve içselleştirdiği sosyal yazılımın sınırlarını anlamasına yardımcı
olabilir.
Destek Arama: Birey, içsel keşif sürecinde
destek almak için terapi, danışmanlık veya güvenilir arkadaşlar gibi
kaynaklardan faydalanabilir. Destek almak, bireyin içsel derinliklerine
inmesine ve farkındalığını artırmasına yardımcı olabilir.
Kendi İçsel Değerlerini Tanıma: Birey,
kendi içsel değerlerini ve isteklerini tanıyarak, bu değerlere uygun kararlar
almayı öğrenebilir. Bu, bireyin içselleştirdiği sosyal yazılıma bağımlı
olmaktan kurtulmasına ve kendi özgürlüğünü kazanmasına yardımcı olabilir.
Bu süreçler, bireyin içselleştirdiği sosyal
yazılımdan özgürleşme yolculuğunda önemli bir rol oynayabilir. Farkındalık
kazanma ve içsel keşif süreci, bireyin daha bilinçli ve özgür bir şekilde
yaşamasına ve kendi değerlerine uygun kararlar almasına yardımcı olabilir.
Özgürleşmezse Ne Olur?
Bir birey içselleştirdiği sosyal yazılımdan
özgürleşmezse, bir dizi olumsuz etkiyle karşılaşabilir. İşte bu durumun
sonuçlarından bazıları:
Kişisel Tatminsizlik ve Mutluluk Eksikliği:
Birey, kendi içsel değerlerine ve isteklerine uygun olmayan yaşam tarzlarını
sürdürdüğünde, genellikle kişisel tatminsizlik ve mutluluk eksikliği yaşar.
İçsel uyumsuzluk, bireyin yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyebilir ve içsel
huzursuzluğa neden olabilir.
İçsel Çatışma ve Stres: İçselleştirilmiş
sosyal yazılımın bireyin kendi içsel değerleriyle çatıştığı durumlarda, birey
içsel bir savaşla karşı karşıya kalabilir. Bu durum, bireyin duygusal ve
zihinsel sağlığını olumsuz etkileyebilir ve stres seviyelerini artırabilir.
Yetersiz Özgüven ve Özsaygı:
İçselleştirilmiş sosyal yazılım, bireyin kendi yeteneklerine, değerlerine ve
benliğine olan inancını zayıflatabilir. Birey, içsel çatışmalarla boğuştuğunda
ve kendi kararlarını almak konusunda güçlük çektiğinde, özgüveni ve özsaygısı
azalabilir.
İlişki Sorunları: İçselleştirilmiş sosyal
yazılım, bireyin ilişkilerinde de olumsuz etkilere neden olabilir. Birey, kendi
içsel değerlerine ve isteklerine uygun olmayan ilişkilerde bulunabilir veya
ilişkilerinde sürekli çatışma yaşayabilir.
Kişisel Gelişimde Duraksama:
İçselleştirilmiş sosyal yazılım, bireyin kişisel gelişimini engelleyebilir ve
onun potansiyelini tam olarak gerçekleştirmesini engelleyebilir. Birey, kendi
içsel keşif yolculuğuna çıkmadığında, potansiyelini keşfetme ve geliştirme
fırsatlarını kaçırabilir.
Boş Sandalye Tekniği
Boş sandalye tekniği, terapi ve danışmanlık
süreçlerinde sıklıkla kullanılan bir yöntemdir. Bu teknik, bireyin kendisini
veya başka birini temsil etmek için kullanılan hayali bir sandalyeyi ifade
eder. Terapist veya danışman, bireyle çalışırken bu boş sandalyeyi kullanarak
bireyin duygularını, düşüncelerini veya ilişkilerini daha derinlemesine
keşfetmeyi amaçlar. Boş sandalye tekniği genellikle şu şekilde uygulanır:
Sandalye Yerleştirme: Terapist veya
danışman, odadaki bir sandalyeyi bireyi temsil etmek için kullanılan "boş
sandalye" olarak belirler. Bu sandalye, bireyin kendisini, bir ilişkiyi,
bir duyguyu veya başka bir kişiyi temsil edebilir.
Role Geçiş: Terapist veya danışman, bireyin
o anki duygularını veya düşüncelerini ifade etmek için bu boş sandalyeye geçiş
yapmasını sağlar. Birey, sandalyeye geçerek kendisini ya da başka birini temsil
eder ve terapistle veya başka biriyle bir diyalog kurar.
Diyalog Kurma: Birey, sandalyeye
geçtiğinde, terapist veya danışmanın yönlendirmesiyle içsel diyaloğa girer. Bu
diyaloğun amacı, bireyin duygularını, düşüncelerini veya ilişkilerini daha
derinlemesine keşfetmesine yardımcı olmaktır. Bazen birey, kendisini temsil
eden sandalyeye karşı konuşurken, bazen de sandalyedeki kişiyi temsil eder.
Değerlendirme ve İnceleme: Terapist veya
danışman, bu role geçiş sürecini izler ve bireyin duygularını, düşüncelerini
veya ilişkilerini anlamak için gözlemler ve değerlendirmeler yapar. Bu süreç,
bireyin derinlemesine keşif yapmasını ve potansiyel olarak farkındalık
kazanmasını sağlar.
Boş sandalye tekniği, bireyin içsel
dünyasını keşfetmek, duygularını ifade etmek ve ilişkilerini anlamak için güçlü
bir araç olabilir. Bu teknik, terapi ve danışmanlık süreçlerinde
kullanıldığında bireyin kişisel gelişimine ve duygusal iyilik haline katkıda
bulunabilir.........
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder