KÜLTÜREL MİLLİYETÇİLİK ÜZERİNE
KÜLTÜRÜN MİLLİYETÇİLİĞE ETKİSİ NEDİR?
ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ NASIL CANLANDIRDI?
EĞİTİM VE KÜLTÜR POLİTİKALARININ ETKİSİ
NEYDİ?
NEVİN BİLGİN
Milliyetçiliğin ortaya çıkarak ayakta kalmasını sağlayan
ayaklardan birisini de kültür oluşturmaktadır. Atatürk de, Türk Milliyetçiliği
olgusunu geliştirirken eğitim ayağı yanında, kültür politikalarıyla da bu yapıya
destek olarak ulus ve millet inşa sürecini gerçekleştirerek, Türk Milliyetçiliğini
bu zemine oturtmuştur.
Doç.Dr. Ergenekon Savrun’un
“Kültürel Milliyetçilik” çalışmasına göre, milliyetçilik farklı
toplumlarda farklı içeriklere sahip olarak ortaya çıkarken, kimisinde “yurtseverlik”,
kimisinde ise “kan, ırk, etnik köken” şeklinde kendisini göstermiştir.
Kültür, her milletin maddi ve manevi değerlerini
içeren bir bütündür. Tarihteki uygarlıkların da kültürleri vardı, bazıları
unutulmuş veya yok olmuş, bazıları ise devam etmiştir. Kültür, yüzyıllar
boyunca bir millete ait olan normlar, gelenekler, yasalar gibi kavramların bir
araya gelmesiyle oluşmuştur. Kültürel milliyetçilik ise kültürü ve medeniyeti
canlı tutmaya yönelik bir fikir ve hareket birliğidir. Bu anlamda, kültürel
milliyetçilik milletlerin kendine özgü kültürel değerlerini koruma ve geliştirme
çabasını ifade etmektedir.
Kültür Milliyetçiliği Değerleri Korur ve
Yaşatır
Kültür, bir milletin yaşayan ve geçmişteki tüm
değerlerini içerirken, bu değerler, toplumun dil, tarih, edebiyat, sanat,
düşünce ve felsefe gibi unsurlarını kapsamaktadır. Bu unsurlar, toplumun sosyal
ve manevi yapısını oluştururken, kültürel milliyetçilik ise bu değerleri koruma
ve yaşatma amacını taşımaktadır. İnsanın bedeni için beslenme ve bakım
gerekiyorsa, bir toplumun da kültürel değerlerini koruyup geliştirmesi için
çaba sarf etmesi gerekmektedir. Bu çaba, toplumun ilerlemesi ve yükselmesi için
önemlidir.
Kültür Oluşumunda Aile, Soy, Eğitim ve
Sosyal Unsurların Önemi
Kültürün oluşumunda aile, soy, eğitim ve diğer sosyal
unsurlar önemli iken, bir toplumun kültürü, onun kimliğini belirlemektedir.
Kültürel milliyetçilik, bir milletin kültürel
kimliğini koruma ve geliştirme çabası olarak, milletin dilini, tarihini,
sanatını, düşüncesini ve diğer kültürel unsurlarını canlı tutma işlevi görmektedir.
Bu sayede milletler, kendi özlerine sadık kalmakta, kültürel zenginliklerini
gelecek nesillere aktarabilmektedir.
Kültür ve Medeniyet İlişkisi
Kültür ve medeniyet, insanların yaşam tarzlarını,
anlayışlarını ve değerlerini şekillendiren önemli kavramlar, kültür bir millete
özgü iken, medeniyet ise milletlerarasıdır ve farklı toplumların ortak
değerlerini yansıtan kavram olarak görülmektedir. Kültür ve medeniyet, Ziya
Gökalp ve İbrahim Kafesoğlu'nun tanımlarına göre, milletlerarası ortak değerler
seviyesine yükselen anlayış, davranış ve yaşam tarzlarının bütünüdür. Kültür ve
medeniyet arasındaki fark, kültürün milli, medeniyetin ise milletlerarası
olmasıdır. Kültür, bir millete özgü unsurların uyumu iken, medeniyet birçok
milletin toplumsal hayatının ortak bir bütünüdür. Kültür ve medeniyetin
içeriği, toplumsal hayatın her alanını kapsar; din, dil, ahlak, hukuk, sanat,
ekonomi, bilim gibi başlıklar bu alanlardan bazılarıdır. Kültür ve medeniyet
arasındaki ayrım, kültürün bir millete özgü olması ve medeniyetin çok uluslu toplulukların
ortak değerleri üzerine kurulmasıdır.
Dil Birliği ve Etnik Çeşitliliğin
Medeniyete Etkisi
Medeniyetin ortaya çıkış nedenleri ve şekilleri,
tarihçiler için ilginç ve karmaşık konular arasındadır. Oswald Spengler'e göre,
yüksek kültür, gizemli kozmik güçlerin insan hayatına müdahalesinden doğar.
Ancak bu açıklama bazıları için anlaşılması zor olabilir. Diğer bir bakış
açısına göre, medeniyetin ortaya çıkmasında dil birliği ve etnik çeşitlilik
gibi faktörler etkilidir.
Medeniyetlerin gelişmesi, coğrafi çevre şartlarına,
yaratıcı grupların varlığına ve insanların çevre ile meydan okuma durumuna göre
de şekillenmektedir. Thomas Hobbes'a
göre, Avrupa'daki medeniyet gelişimi iç savaşlar ve insan doğasının bencil
yönleriyle alakalıdır. İnsanlar barışı sağlamak adına bir araya gelirler ve
toplumsal sözleşmeler yaparlar.
Eski Çin ve Orhun Yazıtlarında Medeniyet ve
Kültür Etkileşimi
Eski Çin kaynakları ve Orhun (Göktürk) yazıtları,
kültür değişimleri ve medeniyet kavramlarının güzel örneklerini sunar. Türkler,
komşu uygarlıklarla ilişkiler kurarak çağın gelişimine ayak uydurmuş, ancak
bazen bu uygarlıkların yerel kültürlerini benimseme eğiliminde olmuşlardır. Bu
durum, Türklük için olumsuz etkilere yol açmıştır, özellikle Çin medeniyetinin
etkisi altında kalan Türk beyleri millî örf ve adetlerinden uzaklaşarak Çin
kültürüne yönelmişlerdir.
Göktürk Yazıtları'nda bu durum açıkça görülmektedir.
Örneğin, bazı hükümdarlar Çin elbiseleri ve yemeklerini benimsemiş ve bu da
Göktürk Devleti'nde sorunlara yol açmıştır. Bu etkileşimlerin sonucunda Türk
beyleri arasında anlaşmazlıklar çıkmış, hatta bazıları Çin kültürünü
benimseyerek Türklük unvanını terk etmiştir. Ancak bu değişimler Türkler
tarafından sorgulanmış ve Türklük bilincinin yeniden canlandırılmasına yol
açmıştır.
Kültürel Milliyetçilik Bağlamında
Balkanlar
Balkanlar, kültürel ve milliyetçilik bağlamında önemli
bir laboratuvar niteliği taşır. Coğrafi özellikleri, çok kültürlülüğü ve tarih
boyunca yaşanan çatışmalar, bu bölgenin kültürel dinamiklerini
şekillendirmiştir. Bu bölgede yaşanan kültürel farklılıklar, milliyetçilik
kavramını anlamak ve günümüzde kültür veya kültürel milliyetçilik kavramlarını
açıklamak için önemli bir perspektif sunmaktadır.
Balkan yarımadasının coğrafi sınırları genellikle
sularla belirlenir. Kuzeyde Tuna Nehri ve Sava Nehri, batıda Adriyatik Denizi,
güneyde Akdeniz, batıda Ege Denizi, Marmara Denizi ve Karadeniz, Balkan
yarımadasının sınırlarını çizer. Son zamanlarda AB forumlarında Balkanlar
yerine genellikle Güney-Doğu Avrupa terimi kullanılmaktadır. AB
terminolojisinde Balkan terimi, sadece eski Yugoslavya'nın ardılı bazı
Cumhuriyetler ve Arnavutluk'u tanımlamak için "Batı Balkanlar" olarak
sınırlı bir şekilde kullanılmaktadır.
Ancak Balkanlar, Doğu ve Batı olarak ayrıldığında
yüzyıllar boyunca oluşmuş kültürel ve tarihî bir bütünlüğü temsil eder. Bu
bölgedeki şehirlerin, kültürlerin ve tarihî olayların birbirine entegre olduğu
görülür. Bu nedenle siyasi literatürde genel bir Balkan coğrafyasından
bahsetmek daha uygun olabilir. Balkan halkları da genellikle bu ayrımı kabul
etmemiş ve kendi kültürlerinde bu ayrımı içselleştirmemişlerdir.
Balkanlar ve Bölgenin Siyasi Dengeleri
Türk tarihçilerinden Halil İnalcık, Balkanlar ve Anadolu'nun tarihî ve kültürel olarak yakın bir ilişkisi olduğunu vurgular. Bu bölgeler, Konstantinopolis'in kuruluşundan Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine kadar yaklaşık 1.600 yıl boyunca Doğu Roma ve Osmanlı İmparatorluklarının yönetimi altında bir siyasi bütünlük oluşturmuştur. Bu süreçte İstanbul, siyasi ve kültürel açıdan önemli bir merkez haline gelmiştir. Bu bölgelerde yaşanan tarihî olaylar ve mücadeleler, bölgedeki siyasi dengelerin ve güçlerin değişmesine yol açmıştır.
Fransız tarihçisi M. Lhéritier'e göre, Balkanlar ve
Anadolu'daki siyasi birlik 1.600 yıl boyunca devam etmiş ve tarihî jeopolitik
açıdan en sürekli bölgelerden biri olarak tanımlanmıştır. Bu birlik, Bizans
İmparatorluğu döneminde Haçlıların İstanbul'u fethetmesiyle dağılmış ve Katolik
Latin milletlerin egemenliği altına girmiştir. Ardından, Batı Anadolu'da
Türkmen beylikleri kurulmuş ve Osmanlı Beyliği bu beyliklerden biri olarak
ortaya çıkmıştır. Osmanlı Beyliği, Selçuklu Anadolu'sunun kültür mirasıyla kaynaşarak
bir yüzyıl içinde Anadolu ve Balkanları bir kez daha birleştirmiştir. 1394,
1411 ve 1422 yıllarında yapılan kuşatmalardan sonra Fatih Sultan Mehmet,
1453'te İstanbul'u fethederek bu siyasi birliğin merkezi olan İstanbul'u
yeniden diriltmiştir.
Osmanlı Ekonomik ve Askeri Gücünü Balkanlardan
Sağladı
Osmanlı İmparatorluğu'nun yükseliş döneminde
Balkanlar, imparatorluğun ekonomik ve askerî gücünü koruması bakımından önemli
bir rol oynamıştır. Aynı zamanda bölgedeki tarım ve hayvancılık ürünleri,
İstanbul ve diğer büyük şehirlerin besin kaynağı olmuştur. Balkanlar'ın
stratejik önemi, Osmanlı İmparatorluğu'nun genişlemesi ve güçlenmesiyle
doğrudan ilişkilidir. Bu dönemde bölge, imparatorluğun güvenliği ve muhafazası
için kritik bir konumda bulunmuştur.
Balkanlar, sadece Avrupa veya Rusya için değil,
Türkiye için de stratejik bir öneme sahiptir. Osmanlı İmparatorluğu'nun merkezi
ve Türklerin Batıya açılan kapısı olarak Balkanlar, tarihsel olarak Türklerin
ve Osmanlı İmparatorluğu'nun önemli bir parçası olmuştur. Ancak Osmanlı
İmparatorluğu'nun gücünü yitirmeye başlamasıyla birlikte, milliyetçilik
hareketleri Balkanlar'da yayılmış ve Avrupa devletlerinin desteğiyle ulus
devletler ortaya çıkmıştır.
Fransız İhtilali'nden sonra Balkanlar'da milliyetçilik
akımlarının güçlenmesiyle, bölgedeki halklar Osmanlı yönetimine karşı
ayaklanmış ve kendi ulusal varlıklarını oluşturma çabalarına girmişlerdir. Bu
süreçte Sırplar, Yunanlar ve Bulgarlar gibi halklar milliyetçilik
hareketlerine öncülük etmiş ve ulusal kimliklerini oluşturmaya çalışmışlardır.
Bu gelişmeler, Balkanlar'da siyasi ve kültürel dönüşümlere yol açmıştır ve
bölgenin tarihsel ve coğrafi önemini artırmıştır.
Kültürel Farklılıklar ve Milliyetçilik
1925 yılında yaşanan bir örnek, İngiliz diplomat Mary
Edith Durham, Balkanlar'daki görevi için İngilizlerin tepkisel ve tiksinti dolu
bakışını ifade ederken, Ruslar için ise bu görevin önemli olduğunu belirtmektedir.
Durham'un sözleri, Balkanlar'ın Avrupa'da farklı algılandığını ve kültürel
farklılıkların milliyetçilik söylemlerinde önemli olduğunu göstermektedir.
Osmanlı İmparatorluğu, kozmopolit yapısı nedeniyle 19.
yüzyılda yükselen milliyetçilik akımıyla parçalanma sürecine girmiştir. Bu
süreçte Balkan Savaşları, Osmanlı İmparatorluğu'nun büyük toprak kayıpları
yaşamasına ve stratejik bölgelerini kaybetmesine yol açmıştır. Özellikle
Edirne'nin Bulgarlar tarafından alınması, Türkler için büyük bir yıkım
olmuştur. Ancak bazı Osmanlı subaylarının çabalarıyla kaybedilen topraklar geri
alınmıştır.
Balkan Savaşları sırasında yaşananlar, Sırpların
gelişmişlik seviyesi ve kültürel farklılıkları hakkında da bilgi vermektedir.
Savaşta esir düşen Selanikli Türk Yüzbaşısı Bahri'nin anıları, Sırp ordusunun
eğitim ve kültürel düzeyini ele almaktadır. Bu örnekler, milliyetçilik
söylemlerinin kültürel yakınlık ve dil üzerinde yoğunlaştığını göstermektedir.
Kültürel Yakınlık ve Dil Unsurları
Genel olarak, Avrupa'daki millî hareketlerin
incelenmesiyle kültürel milliyetçilik hareketlerinin önemli olduğu ve bu
hareketlerin Avrupa ve Türk dünyasında farklı şekillerde etkili olduğu
görülmektedir. Bu hareketler, milliyetçilik söylemlerinin temelini
oluştururken, kültürel yakınlık ve dil unsurları da bu söylemlerde hayati bir
rol oynamaktadır.
Kimi Ülkede Yurttaşlık, Kimisinde Kan ve
Irk Bağı
Milliyetçilik ve ulusal kimlik kavramları, kültürel ve
tarihsel bağlamlarda şekillenir ve ulus devletlerin inşası sürecinde önemli bir
rol oynamaktadır. Avrupa'da yaşanan çeşitli tarihsel deneyimler, milliyetçilik
ideolojisinin çeşitliliğini ve karmaşıklığını ortaya koymaktadır.
ABD, İngiltere, Fransa Milliyetçiliği ve
Almanya ile İtalya Milliyetçiliği
Milliyetçilik ideolojisi farklı toplumsal bağlamlarda
ve ekonomik tatmin seviyelerinde farklı şekillerde ortaya çıkabilir. Örneğin,
ABD, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerde milliyetçilik genellikle vatanseverlik
ve yurttaşlık kavramları üzerine kurulmuştur. Diğer yandan, Almanya ve İtalya
gibi ülkelerde milliyetçilik daha çok kan, ırk, etnik köken gibi unsurlara
dayanarak ortaya çıkmıştır, özellikle yabancı egemenlik altında olan veya
devletin güçsüz olduğu dönemlerde bu tür milliyetçilik daha belirgin hale gelmiştir.
Ulus Devletin İnşa Sürecinin Sonucu
Ernest Gellner'e göre, milliyetçilik kültürel bir
yerelliğin doğal bir yansıması değil, ulus devletin inşa sürecinin bir
sonucudur. Endüstrileşme ve sanayileşme süreci, toplumları bir araya getirerek
milliyetçilik duygusunu ve hareketlerini ortaya çıkarır. Ulus devletlerin
inşası sürecinde milliyetçilik, ekonomik gelişmelerle birlikte ortaya
çıkar ve devleti kültürel ve siyasi anlamda millî bir yapıya dönüştürür.
Ulus kavramı, bir grup insanın ortak dil, din, tarih,
soy gibi unsurlar üzerinden tanımladığı siyasi ve kültürel bir birimi ifade etmektedir.
Uluslar, sosyal bir oluşum sürecidir ve devlet, bu ulusun siyasi bir
ifadesidir. Ancak, ulus devletlerde önemli olan kavram self-determinasyon yani
kendi kendini yönetebilme ilkesiyken, bu ilke, ulusal kimlik ve bilince dayalı
olarak ulus devletlerin kurulmasına ve varlığını sürdürmesine yardımcı olmaktadır.
Avrupalılık Kimliği
Avrupa'da milliyetçilik ve ulusal kimlik kavramları,
tarihsel süreçler içinde farklı şekillerde gelişmiştir. Ancak, bu süreçlerde
Avrupalılık kimliğinin oluşturduğu öteki sınıflandırmaları ve çatışmaları da
göz önünde bulundurmak önemlidir. Avrupalılık kimliği, Antik Yunan felsefesi,
Roma hukuku ve Hıristiyanlık gibi kültürel referanslar üzerinden tanımlanırken,
bu tanımların sorgulanması olgusu da ortaya çıkar.
Avrupalı olmayan kültürlerin de Avrupa'nın geçmişine
ve kimlik algısına etkisi olmuştur. Örneğin, İspanya ve Yunanistan gibi
ülkelerin Avrupa Birliği'ne kabul edilmesine rağmen Türkiye'nin bu süreçte
dışlanması, Avrupalılık kimliğinin öteki sınıflandırmasının bir sonucu olarak
görülebilir.
Göçebe Olmak, Sosyal Örgütlenmeyi
Gerektiriyor
Türk toplumunun kültürel milliyetçilik ve Avrupa
medeniyetiyle olan ilişkisi, köklü ve zengin bir tarihe dayanır. Binlerce
yıllık geçmişiyle Türkler, Asya, Avrupa ve Afrika'nın çeşitli bölgelerine
yayılarak dünya mirasına ve Türk tarihine önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Özellikle Orta Asya'dan başlayarak göçler gerçekleştiren Türk toplulukları, bu
hareketlerin çoğunu batıya doğru yapmışlardır. Arnold Toynbee'nin belirttiği
gibi, Türklerin göçebe yaşam tarzı aslında oldukça karmaşık ve sosyal bir örgütlenmeyi
gerektiren bir hayat şeklidir. Göçebe topluluklar, çevrelerine uyum sağlamak
için sıkı bir disiplin ve stratejik bir planlama ile hareket ederler.
Türkler Farklı Din ve Etnik Grupları
Biraraya Getirdi
Türk tarihi, farklı coğrafyalarda ve zaman
dilimlerinde farklı Türk topluluklarının varlığına dayanır. Selçuklular,
Karahanlılar, Gazneliler, Hazar Hanlığı, Peçenekler ve Kıpçaklar gibi farklı
Türk devletleri, kendi bölgelerinde siyasi ve kültürel etkilerini
göstermişlerdir. Bu durum, Türk tarihini tek bir hükümdarlık veya topluluk
olarak değil, Türk adı altında farklı bölgelerde ortaya çıkan ve ortak bir
kültürü paylaşan toplulukların tarihi olarak da ele alınmaktadır.
William H. McNeill'in Dünya Tarihi'nde ifade ettiği
gibi, Türklerin uygar toplumlara entegrasyonu ve etkileşimi binlerce yıl
öncesine dayanmaktadır. Bu süreçte Türkler, Çin'den Orta Doğu'ya, Hindistan'dan
Doğu Avrupa'ya kadar geniş bir coğrafyada hüküm sürmüşlerdir. Türklerin bu uzun
süreli hükümdarlığı ve etkileşimi, farklı dinlerden ve etnik gruplardan
insanları bir araya getirerek birçok medeni ve kültürel eser ortaya koymalarına
olanak sağlamaktadır.
Farklı Coğrafyada Farklı Kültürel
Etkileşim
McNeill'in belirttiği gibi bazı tarihçiler, medeniyeti
ve uygarlığı sadece belirli kriterlere dayandırarak değerlendirebilmektedirler.
Bu durumda, Türklerin diğer medeniyetlerle olan ilişkileri ve etkileşimi,
çeşitli coğrafyalarda farklı şekillerde yorumlanabilir. Örneğin, Hindistan'da
uzun süreli bir Türk hükümdarlığı ve kültürel etkileşim olmasına rağmen, bugün
bile Hindistan'da Türklerin mirası farklı şekillerde algılanabilir ve
yorumlanabilir.
Türk toplumunun kültürel milliyetçilik ve Avrupa
medeniyetiyle olan çekişmesi, karmaşık bir tarihi ve çeşitli ilişkileri içermektedir.
Bu ilişkiler, farklı zaman dilimlerinde
ve coğrafyalarda farklı şekillerde gelişmiş ve yorumlanmıştır, bu da Türk
tarihini zenginleştiren bir özelliğe dönüşmüştür.
Türkçülük, Subaylar, Edebiyatçılar ve
Şairler
Orta Çağ Avrupa'sının sosyal, siyasal ve ekonomik
yapısı, merkezi iktidarın olmaması, feodal birimlerin teokratik bir şekilde
yönetilmesi, dinin toplumsal hayata büyük etkisinin olduğu bir döneme işaret
eder. Papalık, bu dönemde güçlü bir kurum olarak öne çıkmıştır ancak zamanla
siyasi iktidarlarla çekişmeler yaşamış ve reform hareketleriyle gücü
azalmıştır. Reform hareketleri, Avrupa'da ulusal kiliselerin oluşmasına ve
dünyevi iktidarların güçlenmesine yol açmıştır. Rönesans dönemiyle birlikte
Avrupa'da büyük bir yenilik ve uyanış başlamış, bilim, sanat ve teknik
alanlarında ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu süreçler, Avrupa'nın modernleşme ve
güçlenme sürecindeki önemli adımları temsil ederken, Osmanlı İmparatorluğu ise
bu dönemde gerileme sürecine girmiş ve Avrupa'nın karşısında güç kaybetmiştir.
19 yüzyılın sonlarına doğru, Osmanlı Devleti'nin
içinde bulunduğu zor durum, Avrupa'nın Balkan ulusçuluğuna verdiği destekle
birlikte toplumda çeşitli düşüncelerin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu düşünceler
arasında Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük (Turancılık) ve Batıcılık gibi
akımlar öne çıktı. Osmanlıcılık ve İslamcılık fikirleri bazı nedenlerle
zayıflarken, Türkçülük akımı subaylar, edebiyatçılar ve şairler arasında
yaygınlaşmaya başladı. Bu dönemde önemli isimlerin, İttihat ve Terakki
önderlerinin ve Türk burjuvasının temsilcilerinin bu düşünceyi benimsediği
görüldü.
Millet Olmak İçin 3 Evre
Millet olma süreci, Miroslav Hroch'un öncülerinden
biri olduğu kuramla açıklanabilir. Bu kurama göre, millet olabilen toplumlar üç
evreden geçer: ortak kültürün oluşturulması, tarihi köklerin canlandırılması
ve doğal liderlerin ortaya çıkması; ardından toplumun çıkartılması, son
olarak da ulus devleti ve milleti oluşturacak faktörlerin hazır hale gelmesi.
Bu süreçte kültür, büyük bir öneme sahiptir ve güçlü bir kültüre sahip
toplumlar ulus devletlerini kurabilirler.
Renan’ın Tanımı
Ernest Renan'ın tanımında da vurgulandığı gibi, ortak
bir geçmişi ve birlikte yaşama arzusu olan insan topluluklarına millet denir.
Bu, millet olmanın temelinde kültürel ve tarihsel bağların yanı sıra ortak bir
gelecek vizyonunun da olduğunu gösterir.
Atatürk, Ulusal Kimlik İnşa Etti
Atatürk döneminde kültür ve milliyetçilik, Türk
milletinin tarihsel, kültürel ve medeni geçmişinin önemini vurgulayarak ulusal
kimliğin inşasına odaklanmıştır. Milletin bireyleri veya çoğunluğu tarafından
benimsenen ortak değerler ve milli bilincin güçlenmesi, başarılı bir ulus
devletin oluşumunu sağlamıştır. Kültürel milliyetçilik, milletin sosyolojik
gerçekliğine dayanır ve ortak bir geçmişe sahip olmanın yanı sıra manevi
bağlarla da öne çıkar. Bu bağlar, milletin kökenleri, kültürü ve ortak şuurunun
bir ifadesidir.
Milli duygu, modern devletlerin temelini oluşturan bir
unsurdur ve milliyetçilik ilkesine dayanır. Her milletin kendi bağımsız
devletini kurma hakkı ve milli sınırlar içinde özgür bir şekilde yaşama isteği
vurgulanır. Mustafa Kemal Atatürk, milliyet duygusunun Türklerde son zamanlarda
ortaya çıkmasının, Osmanlı'nın çöküş dönemindeki sorunları ve dış müdahalelerle
ilişkili olduğunu belirtmiştir.
Eğitim ve Kültür Politikaları: Türk Milliyetçiliği
Milli kültür, milliyetçilikle birlikte canlandırılmış
ve Cumhuriyet döneminde ulusal bir yapı oluşturulmuştur. Ancak bu süreç,
Osmanlı dönemindeki çok uluslu ve kültürlü yapıdan farklıdır. Atatürk'ün
öncülüğünde milli eğitim ve kültür politikaları benimsenmiş ve Türk kültürüne
özgü bir milliyetçilik anlayışı geliştirilmiştir.
Atatürk'ün kültüre ve milliyetçiliğe verdiği önem,
Türkiye'nin modernleşme ve medeniyet seviyesini yükseltme çabalarında da
kendini gösterir. Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu gibi kuruluşlar bu
sürecin bir parçasıdır. Atatürk, milli varlığın temelinin milli şuurla ve milli
birlikle sağlanacağını vurgulamaktadır.
Atatürk, Türkçülüğü, Kültür Milliyetçiliği
ile Canlandırdı
Kültür milliyetçiliği, bir ulusun askerî, siyasi,
sosyal, kültürel ve medeniyet tarihinde başarılı olmasını sağlayan önemli bir
faktördür. Milletin oluşumunda sosyolojik gerçeklikler ve ortak geçmişin önemi
büyüktür.
Ön yargılar, devletler ve toplumlar arası ilişkileri
yönlendirmede etkili olabilir ve parçalanması zordur. Küçük görme veya aşağılık
kompleksi, toplumların gelişimini ve özsaygısını olumsuz yönde etkileyebilir.
Türk tarihi, kültürü ve medeniyeti, büyük zorluklarla
karşılaşmasına rağmen, bilim ve akıldan uzaklaşmasıyla gerilemeye doğru
gitmişse de Türkçülük hareketi ve Atatürk dönemindeki kültür milliyetçiliği ile
yeniden canlanmıştır. Kültür ve medeniyet, bir ulusun temelini oluştururken, ulus
devletlerin kuruluş hikâyelerinde önemli bir rol oynamaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder