6 Mayıs 2024 Pazartesi

 

KÜLTÜREL MİLLİYETÇİLİK ÜZERİNE

KÜLTÜRÜN MİLLİYETÇİLİĞE ETKİSİ NEDİR?

ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ NASIL CANLANDIRDI?

EĞİTİM VE KÜLTÜR POLİTİKALARININ ETKİSİ NEYDİ?

 






      NEVİN BİLGİN

     Milliyetçiliğin ortaya çıkarak ayakta kalmasını sağlayan ayaklardan birisini de kültür oluşturmaktadır. Atatürk de, Türk Milliyetçiliği olgusunu geliştirirken eğitim ayağı yanında, kültür politikalarıyla da bu yapıya destek olarak ulus ve millet inşa sürecini gerçekleştirerek, Türk Milliyetçiliğini bu zemine oturtmuştur.

 


      Doç.Dr. Ergenekon Savrun’un “Kültürel Milliyetçilik” çalışmasına göre, milliyetçilik farklı toplumlarda farklı içeriklere sahip olarak ortaya çıkarken, kimisinde “yurtseverlik”, kimisinde ise “kan, ırk, etnik köken” şeklinde kendisini göstermiştir.

     Kültür, her milletin maddi ve manevi değerlerini içeren bir bütündür. Tarihteki uygarlıkların da kültürleri vardı, bazıları unutulmuş veya yok olmuş, bazıları ise devam etmiştir. Kültür, yüzyıllar boyunca bir millete ait olan normlar, gelenekler, yasalar gibi kavramların bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Kültürel milliyetçilik ise kültürü ve medeniyeti canlı tutmaya yönelik bir fikir ve hareket birliğidir. Bu anlamda, kültürel milliyetçilik milletlerin kendine özgü kültürel değerlerini koruma ve geliştirme çabasını ifade etmektedir.

     Kültür Milliyetçiliği Değerleri Korur ve Yaşatır

     Kültür, bir milletin yaşayan ve geçmişteki tüm değerlerini içerirken, bu değerler, toplumun dil, tarih, edebiyat, sanat, düşünce ve felsefe gibi unsurlarını kapsamaktadır. Bu unsurlar, toplumun sosyal ve manevi yapısını oluştururken, kültürel milliyetçilik ise bu değerleri koruma ve yaşatma amacını taşımaktadır. İnsanın bedeni için beslenme ve bakım gerekiyorsa, bir toplumun da kültürel değerlerini koruyup geliştirmesi için çaba sarf etmesi gerekmektedir. Bu çaba, toplumun ilerlemesi ve yükselmesi için önemlidir.

     Kültür Oluşumunda Aile, Soy, Eğitim ve Sosyal Unsurların Önemi

     Kültürün oluşumunda aile, soy, eğitim ve diğer sosyal unsurlar önemli iken, bir toplumun kültürü, onun kimliğini belirlemektedir.

    Kültürel milliyetçilik, bir milletin kültürel kimliğini koruma ve geliştirme çabası olarak, milletin dilini, tarihini, sanatını, düşüncesini ve diğer kültürel unsurlarını canlı tutma işlevi görmektedir. Bu sayede milletler, kendi özlerine sadık kalmakta, kültürel zenginliklerini gelecek nesillere aktarabilmektedir.

    Kültür ve Medeniyet İlişkisi

    Kültür ve medeniyet, insanların yaşam tarzlarını, anlayışlarını ve değerlerini şekillendiren önemli kavramlar, kültür bir millete özgü iken, medeniyet ise milletlerarasıdır ve farklı toplumların ortak değerlerini yansıtan kavram olarak görülmektedir. Kültür ve medeniyet, Ziya Gökalp ve İbrahim Kafesoğlu'nun tanımlarına göre, milletlerarası ortak değerler seviyesine yükselen anlayış, davranış ve yaşam tarzlarının bütünüdür. Kültür ve medeniyet arasındaki fark, kültürün milli, medeniyetin ise milletlerarası olmasıdır. Kültür, bir millete özgü unsurların uyumu iken, medeniyet birçok milletin toplumsal hayatının ortak bir bütünüdür. Kültür ve medeniyetin içeriği, toplumsal hayatın her alanını kapsar; din, dil, ahlak, hukuk, sanat, ekonomi, bilim gibi başlıklar bu alanlardan bazılarıdır. Kültür ve medeniyet arasındaki ayrım, kültürün bir millete özgü olması ve medeniyetin çok uluslu toplulukların ortak değerleri üzerine kurulmasıdır.

    Dil Birliği ve Etnik Çeşitliliğin Medeniyete Etkisi

    Medeniyetin ortaya çıkış nedenleri ve şekilleri, tarihçiler için ilginç ve karmaşık konular arasındadır. Oswald Spengler'e göre, yüksek kültür, gizemli kozmik güçlerin insan hayatına müdahalesinden doğar. Ancak bu açıklama bazıları için anlaşılması zor olabilir. Diğer bir bakış açısına göre, medeniyetin ortaya çıkmasında dil birliği ve etnik çeşitlilik gibi faktörler etkilidir.

   Medeniyetlerin gelişmesi, coğrafi çevre şartlarına, yaratıcı grupların varlığına ve insanların çevre ile meydan okuma durumuna göre de şekillenmektedir.  Thomas Hobbes'a göre, Avrupa'daki medeniyet gelişimi iç savaşlar ve insan doğasının bencil yönleriyle alakalıdır. İnsanlar barışı sağlamak adına bir araya gelirler ve toplumsal sözleşmeler yaparlar.

   Eski Çin ve Orhun Yazıtlarında Medeniyet ve Kültür Etkileşimi

   Eski Çin kaynakları ve Orhun (Göktürk) yazıtları, kültür değişimleri ve medeniyet kavramlarının güzel örneklerini sunar. Türkler, komşu uygarlıklarla ilişkiler kurarak çağın gelişimine ayak uydurmuş, ancak bazen bu uygarlıkların yerel kültürlerini benimseme eğiliminde olmuşlardır. Bu durum, Türklük için olumsuz etkilere yol açmıştır, özellikle Çin medeniyetinin etkisi altında kalan Türk beyleri millî örf ve adetlerinden uzaklaşarak Çin kültürüne yönelmişlerdir.

   Göktürk Yazıtları'nda bu durum açıkça görülmektedir. Örneğin, bazı hükümdarlar Çin elbiseleri ve yemeklerini benimsemiş ve bu da Göktürk Devleti'nde sorunlara yol açmıştır. Bu etkileşimlerin sonucunda Türk beyleri arasında anlaşmazlıklar çıkmış, hatta bazıları Çin kültürünü benimseyerek Türklük unvanını terk etmiştir. Ancak bu değişimler Türkler tarafından sorgulanmış ve Türklük bilincinin yeniden canlandırılmasına yol açmıştır.

  


   Kültürel Milliyetçilik Bağlamında Balkanlar

   Balkanlar, kültürel ve milliyetçilik bağlamında önemli bir laboratuvar niteliği taşır. Coğrafi özellikleri, çok kültürlülüğü ve tarih boyunca yaşanan çatışmalar, bu bölgenin kültürel dinamiklerini şekillendirmiştir. Bu bölgede yaşanan kültürel farklılıklar, milliyetçilik kavramını anlamak ve günümüzde kültür veya kültürel milliyetçilik kavramlarını açıklamak için önemli bir perspektif sunmaktadır.

   Balkan yarımadasının coğrafi sınırları genellikle sularla belirlenir. Kuzeyde Tuna Nehri ve Sava Nehri, batıda Adriyatik Denizi, güneyde Akdeniz, batıda Ege Denizi, Marmara Denizi ve Karadeniz, Balkan yarımadasının sınırlarını çizer. Son zamanlarda AB forumlarında Balkanlar yerine genellikle Güney-Doğu Avrupa terimi kullanılmaktadır. AB terminolojisinde Balkan terimi, sadece eski Yugoslavya'nın ardılı bazı Cumhuriyetler ve Arnavutluk'u tanımlamak için "Batı Balkanlar" olarak sınırlı bir şekilde kullanılmaktadır.

    Ancak Balkanlar, Doğu ve Batı olarak ayrıldığında yüzyıllar boyunca oluşmuş kültürel ve tarihî bir bütünlüğü temsil eder. Bu bölgedeki şehirlerin, kültürlerin ve tarihî olayların birbirine entegre olduğu görülür. Bu nedenle siyasi literatürde genel bir Balkan coğrafyasından bahsetmek daha uygun olabilir. Balkan halkları da genellikle bu ayrımı kabul etmemiş ve kendi kültürlerinde bu ayrımı içselleştirmemişlerdir.

    Balkanlar ve Bölgenin Siyasi Dengeleri

    Türk tarihçilerinden Halil İnalcık, Balkanlar ve Anadolu'nun tarihî ve kültürel olarak yakın bir ilişkisi olduğunu vurgular. Bu bölgeler, Konstantinopolis'in kuruluşundan Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine kadar yaklaşık 1.600 yıl boyunca Doğu Roma ve Osmanlı İmparatorluklarının yönetimi altında bir siyasi bütünlük oluşturmuştur. Bu süreçte İstanbul, siyasi ve kültürel açıdan önemli bir merkez haline gelmiştir. Bu bölgelerde yaşanan tarihî olaylar ve mücadeleler, bölgedeki siyasi dengelerin ve güçlerin değişmesine yol açmıştır.

    Fransız tarihçisi M. Lhéritier'e göre, Balkanlar ve Anadolu'daki siyasi birlik 1.600 yıl boyunca devam etmiş ve tarihî jeopolitik açıdan en sürekli bölgelerden biri olarak tanımlanmıştır. Bu birlik, Bizans İmparatorluğu döneminde Haçlıların İstanbul'u fethetmesiyle dağılmış ve Katolik Latin milletlerin egemenliği altına girmiştir. Ardından, Batı Anadolu'da Türkmen beylikleri kurulmuş ve Osmanlı Beyliği bu beyliklerden biri olarak ortaya çıkmıştır. Osmanlı Beyliği, Selçuklu Anadolu'sunun kültür mirasıyla kaynaşarak bir yüzyıl içinde Anadolu ve Balkanları bir kez daha birleştirmiştir. 1394, 1411 ve 1422 yıllarında yapılan kuşatmalardan sonra Fatih Sultan Mehmet, 1453'te İstanbul'u fethederek bu siyasi birliğin merkezi olan İstanbul'u yeniden diriltmiştir.

    Osmanlı Ekonomik ve Askeri Gücünü Balkanlardan Sağladı

     Osmanlı İmparatorluğu'nun yükseliş döneminde Balkanlar, imparatorluğun ekonomik ve askerî gücünü koruması bakımından önemli bir rol oynamıştır. Aynı zamanda bölgedeki tarım ve hayvancılık ürünleri, İstanbul ve diğer büyük şehirlerin besin kaynağı olmuştur. Balkanlar'ın stratejik önemi, Osmanlı İmparatorluğu'nun genişlemesi ve güçlenmesiyle doğrudan ilişkilidir. Bu dönemde bölge, imparatorluğun güvenliği ve muhafazası için kritik bir konumda bulunmuştur.

   Balkanlar, sadece Avrupa veya Rusya için değil, Türkiye için de stratejik bir öneme sahiptir. Osmanlı İmparatorluğu'nun merkezi ve Türklerin Batıya açılan kapısı olarak Balkanlar, tarihsel olarak Türklerin ve Osmanlı İmparatorluğu'nun önemli bir parçası olmuştur. Ancak Osmanlı İmparatorluğu'nun gücünü yitirmeye başlamasıyla birlikte, milliyetçilik hareketleri Balkanlar'da yayılmış ve Avrupa devletlerinin desteğiyle ulus devletler ortaya çıkmıştır.

Fransız İhtilali'nden sonra Balkanlar'da milliyetçilik akımlarının güçlenmesiyle, bölgedeki halklar Osmanlı yönetimine karşı ayaklanmış ve kendi ulusal varlıklarını oluşturma çabalarına girmişlerdir. Bu süreçte Sırplar, Yunanlar ve Bulgarlar gibi halklar milliyetçilik hareketlerine öncülük etmiş ve ulusal kimliklerini oluşturmaya çalışmışlardır. Bu gelişmeler, Balkanlar'da siyasi ve kültürel dönüşümlere yol açmıştır ve bölgenin tarihsel ve coğrafi önemini artırmıştır.

    Kültürel Farklılıklar ve Milliyetçilik

    1925 yılında yaşanan bir örnek, İngiliz diplomat Mary Edith Durham, Balkanlar'daki görevi için İngilizlerin tepkisel ve tiksinti dolu bakışını ifade ederken, Ruslar için ise bu görevin önemli olduğunu belirtmektedir. Durham'un sözleri, Balkanlar'ın Avrupa'da farklı algılandığını ve kültürel farklılıkların milliyetçilik söylemlerinde önemli olduğunu göstermektedir.

    Osmanlı İmparatorluğu, kozmopolit yapısı nedeniyle 19. yüzyılda yükselen milliyetçilik akımıyla parçalanma sürecine girmiştir. Bu süreçte Balkan Savaşları, Osmanlı İmparatorluğu'nun büyük toprak kayıpları yaşamasına ve stratejik bölgelerini kaybetmesine yol açmıştır. Özellikle Edirne'nin Bulgarlar tarafından alınması, Türkler için büyük bir yıkım olmuştur. Ancak bazı Osmanlı subaylarının çabalarıyla kaybedilen topraklar geri alınmıştır.

    Balkan Savaşları sırasında yaşananlar, Sırpların gelişmişlik seviyesi ve kültürel farklılıkları hakkında da bilgi vermektedir. Savaşta esir düşen Selanikli Türk Yüzbaşısı Bahri'nin anıları, Sırp ordusunun eğitim ve kültürel düzeyini ele almaktadır. Bu örnekler, milliyetçilik söylemlerinin kültürel yakınlık ve dil üzerinde yoğunlaştığını göstermektedir.

   Kültürel Yakınlık ve Dil Unsurları

   Genel olarak, Avrupa'daki millî hareketlerin incelenmesiyle kültürel milliyetçilik hareketlerinin önemli olduğu ve bu hareketlerin Avrupa ve Türk dünyasında farklı şekillerde etkili olduğu görülmektedir. Bu hareketler, milliyetçilik söylemlerinin temelini oluştururken, kültürel yakınlık ve dil unsurları da bu söylemlerde hayati bir rol oynamaktadır.

  Kimi Ülkede Yurttaşlık, Kimisinde Kan ve Irk Bağı

Milliyetçilik ve ulusal kimlik kavramları, kültürel ve tarihsel bağlamlarda şekillenir ve ulus devletlerin inşası sürecinde önemli bir rol oynamaktadır. Avrupa'da yaşanan çeşitli tarihsel deneyimler, milliyetçilik ideolojisinin çeşitliliğini ve karmaşıklığını ortaya koymaktadır.

   ABD, İngiltere, Fransa Milliyetçiliği ve Almanya ile İtalya Milliyetçiliği

   Milliyetçilik ideolojisi farklı toplumsal bağlamlarda ve ekonomik tatmin seviyelerinde farklı şekillerde ortaya çıkabilir. Örneğin, ABD, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerde milliyetçilik genellikle vatanseverlik ve yurttaşlık kavramları üzerine kurulmuştur. Diğer yandan, Almanya ve İtalya gibi ülkelerde milliyetçilik daha çok kan, ırk, etnik köken gibi unsurlara dayanarak ortaya çıkmıştır, özellikle yabancı egemenlik altında olan veya devletin güçsüz olduğu dönemlerde bu tür milliyetçilik daha belirgin hale gelmiştir.

    Ulus Devletin İnşa Sürecinin Sonucu

    Ernest Gellner'e göre, milliyetçilik kültürel bir yerelliğin doğal bir yansıması değil, ulus devletin inşa sürecinin bir sonucudur. Endüstrileşme ve sanayileşme süreci, toplumları bir araya getirerek milliyetçilik duygusunu ve hareketlerini ortaya çıkarır. Ulus devletlerin inşası sürecinde milliyetçilik, ekonomik gelişmelerle birlikte ortaya çıkar ve devleti kültürel ve siyasi anlamda millî bir yapıya dönüştürür.

    Ulus kavramı, bir grup insanın ortak dil, din, tarih, soy gibi unsurlar üzerinden tanımladığı siyasi ve kültürel bir birimi ifade etmektedir. Uluslar, sosyal bir oluşum sürecidir ve devlet, bu ulusun siyasi bir ifadesidir. Ancak, ulus devletlerde önemli olan kavram self-determinasyon yani kendi kendini yönetebilme ilkesiyken, bu ilke, ulusal kimlik ve bilince dayalı olarak ulus devletlerin kurulmasına ve varlığını sürdürmesine yardımcı olmaktadır.

   


   Avrupalılık Kimliği

   Avrupa'da milliyetçilik ve ulusal kimlik kavramları, tarihsel süreçler içinde farklı şekillerde gelişmiştir. Ancak, bu süreçlerde Avrupalılık kimliğinin oluşturduğu öteki sınıflandırmaları ve çatışmaları da göz önünde bulundurmak önemlidir. Avrupalılık kimliği, Antik Yunan felsefesi, Roma hukuku ve Hıristiyanlık gibi kültürel referanslar üzerinden tanımlanırken, bu tanımların sorgulanması olgusu da ortaya çıkar.

    Avrupalı olmayan kültürlerin de Avrupa'nın geçmişine ve kimlik algısına etkisi olmuştur. Örneğin, İspanya ve Yunanistan gibi ülkelerin Avrupa Birliği'ne kabul edilmesine rağmen Türkiye'nin bu süreçte dışlanması, Avrupalılık kimliğinin öteki sınıflandırmasının bir sonucu olarak görülebilir.

   Göçebe Olmak, Sosyal Örgütlenmeyi Gerektiriyor

   Türk toplumunun kültürel milliyetçilik ve Avrupa medeniyetiyle olan ilişkisi, köklü ve zengin bir tarihe dayanır. Binlerce yıllık geçmişiyle Türkler, Asya, Avrupa ve Afrika'nın çeşitli bölgelerine yayılarak dünya mirasına ve Türk tarihine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Özellikle Orta Asya'dan başlayarak göçler gerçekleştiren Türk toplulukları, bu hareketlerin çoğunu batıya doğru yapmışlardır. Arnold Toynbee'nin belirttiği gibi, Türklerin göçebe yaşam tarzı aslında oldukça karmaşık ve sosyal bir örgütlenmeyi gerektiren bir hayat şeklidir. Göçebe topluluklar, çevrelerine uyum sağlamak için sıkı bir disiplin ve stratejik bir planlama ile hareket ederler.

    Türkler Farklı Din ve Etnik Grupları Biraraya Getirdi

    Türk tarihi, farklı coğrafyalarda ve zaman dilimlerinde farklı Türk topluluklarının varlığına dayanır. Selçuklular, Karahanlılar, Gazneliler, Hazar Hanlığı, Peçenekler ve Kıpçaklar gibi farklı Türk devletleri, kendi bölgelerinde siyasi ve kültürel etkilerini göstermişlerdir. Bu durum, Türk tarihini tek bir hükümdarlık veya topluluk olarak değil, Türk adı altında farklı bölgelerde ortaya çıkan ve ortak bir kültürü paylaşan toplulukların tarihi olarak da ele alınmaktadır.

    William H. McNeill'in Dünya Tarihi'nde ifade ettiği gibi, Türklerin uygar toplumlara entegrasyonu ve etkileşimi binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Bu süreçte Türkler, Çin'den Orta Doğu'ya, Hindistan'dan Doğu Avrupa'ya kadar geniş bir coğrafyada hüküm sürmüşlerdir. Türklerin bu uzun süreli hükümdarlığı ve etkileşimi, farklı dinlerden ve etnik gruplardan insanları bir araya getirerek birçok medeni ve kültürel eser ortaya koymalarına olanak sağlamaktadır.

    Farklı Coğrafyada Farklı Kültürel Etkileşim

    McNeill'in belirttiği gibi bazı tarihçiler, medeniyeti ve uygarlığı sadece belirli kriterlere dayandırarak değerlendirebilmektedirler. Bu durumda, Türklerin diğer medeniyetlerle olan ilişkileri ve etkileşimi, çeşitli coğrafyalarda farklı şekillerde yorumlanabilir. Örneğin, Hindistan'da uzun süreli bir Türk hükümdarlığı ve kültürel etkileşim olmasına rağmen, bugün bile Hindistan'da Türklerin mirası farklı şekillerde algılanabilir ve yorumlanabilir.

    Türk toplumunun kültürel milliyetçilik ve Avrupa medeniyetiyle olan çekişmesi, karmaşık bir tarihi ve çeşitli ilişkileri içermektedir.  Bu ilişkiler, farklı zaman dilimlerinde ve coğrafyalarda farklı şekillerde gelişmiş ve yorumlanmıştır, bu da Türk tarihini zenginleştiren bir özelliğe dönüşmüştür.

    Türkçülük, Subaylar, Edebiyatçılar ve Şairler

    Orta Çağ Avrupa'sının sosyal, siyasal ve ekonomik yapısı, merkezi iktidarın olmaması, feodal birimlerin teokratik bir şekilde yönetilmesi, dinin toplumsal hayata büyük etkisinin olduğu bir döneme işaret eder. Papalık, bu dönemde güçlü bir kurum olarak öne çıkmıştır ancak zamanla siyasi iktidarlarla çekişmeler yaşamış ve reform hareketleriyle gücü azalmıştır. Reform hareketleri, Avrupa'da ulusal kiliselerin oluşmasına ve dünyevi iktidarların güçlenmesine yol açmıştır. Rönesans dönemiyle birlikte Avrupa'da büyük bir yenilik ve uyanış başlamış, bilim, sanat ve teknik alanlarında ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu süreçler, Avrupa'nın modernleşme ve güçlenme sürecindeki önemli adımları temsil ederken, Osmanlı İmparatorluğu ise bu dönemde gerileme sürecine girmiş ve Avrupa'nın karşısında güç kaybetmiştir.

    19 yüzyılın sonlarına doğru, Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu zor durum, Avrupa'nın Balkan ulusçuluğuna verdiği destekle birlikte toplumda çeşitli düşüncelerin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu düşünceler arasında Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük (Turancılık) ve Batıcılık gibi akımlar öne çıktı. Osmanlıcılık ve İslamcılık fikirleri bazı nedenlerle zayıflarken, Türkçülük akımı subaylar, edebiyatçılar ve şairler arasında yaygınlaşmaya başladı. Bu dönemde önemli isimlerin, İttihat ve Terakki önderlerinin ve Türk burjuvasının temsilcilerinin bu düşünceyi benimsediği görüldü.

    Millet Olmak İçin 3 Evre

    Millet olma süreci, Miroslav Hroch'un öncülerinden biri olduğu kuramla açıklanabilir. Bu kurama göre, millet olabilen toplumlar üç evreden geçer: ortak kültürün oluşturulması, tarihi köklerin canlandırılması ve doğal liderlerin ortaya çıkması; ardından toplumun çıkartılması, son olarak da ulus devleti ve milleti oluşturacak faktörlerin hazır hale gelmesi. Bu süreçte kültür, büyük bir öneme sahiptir ve güçlü bir kültüre sahip toplumlar ulus devletlerini kurabilirler.

    Renan’ın Tanımı

    Ernest Renan'ın tanımında da vurgulandığı gibi, ortak bir geçmişi ve birlikte yaşama arzusu olan insan topluluklarına millet denir. Bu, millet olmanın temelinde kültürel ve tarihsel bağların yanı sıra ortak bir gelecek vizyonunun da olduğunu gösterir.

    Atatürk, Ulusal Kimlik İnşa Etti

    Atatürk döneminde kültür ve milliyetçilik, Türk milletinin tarihsel, kültürel ve medeni geçmişinin önemini vurgulayarak ulusal kimliğin inşasına odaklanmıştır. Milletin bireyleri veya çoğunluğu tarafından benimsenen ortak değerler ve milli bilincin güçlenmesi, başarılı bir ulus devletin oluşumunu sağlamıştır. Kültürel milliyetçilik, milletin sosyolojik gerçekliğine dayanır ve ortak bir geçmişe sahip olmanın yanı sıra manevi bağlarla da öne çıkar. Bu bağlar, milletin kökenleri, kültürü ve ortak şuurunun bir ifadesidir.

    Milli duygu, modern devletlerin temelini oluşturan bir unsurdur ve milliyetçilik ilkesine dayanır. Her milletin kendi bağımsız devletini kurma hakkı ve milli sınırlar içinde özgür bir şekilde yaşama isteği vurgulanır. Mustafa Kemal Atatürk, milliyet duygusunun Türklerde son zamanlarda ortaya çıkmasının, Osmanlı'nın çöküş dönemindeki sorunları ve dış müdahalelerle ilişkili olduğunu belirtmiştir.

   Eğitim ve Kültür Politikaları: Türk Milliyetçiliği

   Milli kültür, milliyetçilikle birlikte canlandırılmış ve Cumhuriyet döneminde ulusal bir yapı oluşturulmuştur. Ancak bu süreç, Osmanlı dönemindeki çok uluslu ve kültürlü yapıdan farklıdır. Atatürk'ün öncülüğünde milli eğitim ve kültür politikaları benimsenmiş ve Türk kültürüne özgü bir milliyetçilik anlayışı geliştirilmiştir.

   Atatürk'ün kültüre ve milliyetçiliğe verdiği önem, Türkiye'nin modernleşme ve medeniyet seviyesini yükseltme çabalarında da kendini gösterir. Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu gibi kuruluşlar bu sürecin bir parçasıdır. Atatürk, milli varlığın temelinin milli şuurla ve milli birlikle sağlanacağını vurgulamaktadır.

   Atatürk, Türkçülüğü, Kültür Milliyetçiliği ile Canlandırdı

   Kültür milliyetçiliği, bir ulusun askerî, siyasi, sosyal, kültürel ve medeniyet tarihinde başarılı olmasını sağlayan önemli bir faktördür. Milletin oluşumunda sosyolojik gerçeklikler ve ortak geçmişin önemi büyüktür.

   Ön yargılar, devletler ve toplumlar arası ilişkileri yönlendirmede etkili olabilir ve parçalanması zordur. Küçük görme veya aşağılık kompleksi, toplumların gelişimini ve özsaygısını olumsuz yönde etkileyebilir.

   Türk tarihi, kültürü ve medeniyeti, büyük zorluklarla karşılaşmasına rağmen, bilim ve akıldan uzaklaşmasıyla gerilemeye doğru gitmişse de Türkçülük hareketi ve Atatürk dönemindeki kültür milliyetçiliği ile yeniden canlanmıştır. Kültür ve medeniyet, bir ulusun temelini oluştururken, ulus devletlerin kuruluş hikâyelerinde önemli bir rol oynamaktadır.

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder