KADERİN ADI UNUTMAK MIYDI?
Nevin BİLGİN
Her krizde, her kazada, her acı olayda… Yine aynı döngü.
Bir anda sarsılıyoruz, yer yerinden oynuyor, gözler doluyor.
Kısa bir sessizlik. Ardından mikrofonlar, ekranlar, büyük sözler, büyük vaatler.
Ama sonra... yine aynı sessizlik. Ama bu kez unutmanın sessizliği.
Bir deprem oluyor mesela.
İnsanlar enkaz altından çıkarılıyor, bir çocuğun elindeki oyuncak hepimize vicdanı hatırlatıyor.
O an hepimiz insan oluyoruz.
Birbirimize sarılıyoruz, yardım ediyoruz, ağlıyoruz.
Ama sonra…
O enkaz kaldırıldıkça hafızamız da temizleniyor.
Sanki olanlar hiç yaşanmamış gibi.
Sanki bir daha olmayacakmış gibi.
Sanki biz hiç yaşamamışız gibi.
Ve sonra biri çıkıyor, diyor ki:
“Kader.”
Başımızı öne eğiyoruz.
Kabul ediyoruz.
Boyun eğiyoruz.
Ama belki de en kötüsü şu:
Kaderi yanlış anlıyoruz.
Nietzsche “amor fati” der, kaderini sev.
Ama bu, başına geleni sorgusuz kabul et demek değildir.
Bu, yaşanan her şeyin anlamını bul, onu dönüştür, ondan bir hayat yap demektir.
Kaderini sevmek, acının üzerine düşünmekle başlar.
O acıyı estetikle, düşünceyle, ahlakla dönüştürmekle devam eder.
Ve aynı hatayı tekrar etmemekle tamamlanır.
Oysa biz ne yapıyoruz?
Yaşananları konuşa konuşa aşındırıyoruz.
Her seferinde büyük bir söz söyleyip ertesi gün sessizliğe bürünüyoruz.
Sanki unutmak bir tür korunma biçimi.
Ama aslında unutmak bir tür ihanettir.
Hem kendimize, hem kaybettiklerimize.
Kader bir yazgıysa, biz o yazgının nasıl yaşanacağını seçebiliriz.
Depremin olmasını engelleyemeyiz belki, ama bina sağlam olur.
Yangın çıkar, ama ihmal edilmez ve kurallar uygulanırsa belki insanlar, ormanlar kurtarılır.
Hayat hep zorluk çıkarır, ama biz neyle ve nasıl karşılık verdiğimizi seçebiliriz.
Kaderini sevmek, her şeyin aynı kalmasına razı olmak değildir.
Tam aksine, her şeyin değişebileceğini bilip buna rağmen o yolu yürümektir.
Çünkü sevgi, sadece kabul değil, sorumluluktur da.
O hâlde soralım kendimize:
Biz kaderimizi seviyor muyuz gerçekten?
Yoksa sadece unutmayı mı seviyoruz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder