AĞRININ HİKAYESİ...
AĞRININ CİNSİYETİ OLUR MU?
"EL ALEMDEN BEN ALEME" VE AĞRININ KADIN HALİ KİTABI ÜZERİNE..
"SEN ANLAT" KÖŞESİNİN KONUKLARI:
YAZARLAR PROF.DR. NERGİS ERDOĞAN, DR. AYŞE ŞULE ÇAĞLAR VE BİRSEN TEMİR SARAÇ İLE RÖPORTAJ
" AĞRININ KADIN HALİ VAR"
"AĞRIDA FİZİKSELLİK YANINDA PSİKOLOJİK, SOSYAL VE KÜLTÜREL FAKTÖRLER ROL OYNUYOR"
DÜNYA PSİKİYATRİ DERNEĞİ BİLDİRGESİ: 'KADINLARIN RUH SAĞLIĞI KADINLARIN YAŞAMLARI BAĞLAMINDA ELE ALINMALI' DİYOR"
NEVİN BİLGİN
Kimi zaman bir ağırlık çöker omuzlara.
Nereden geldiğini bilemediğimiz, ne ilaçla ne de uykuyla hafiflemeyen bir ağırlık.
Ve bu ağrı en çok kadınların bedeninde yankılanır.
Kadınların sıklıkla yaşadığı, nedeni konulamayan ama varlığı tüm benliğe yayılan bu ağrılar... Peki bu ağrıların kaynağı gerçekten beden mi, yoksa bastırılan duygular, yüklenilen roller, suskunlukla geçiştirilen yıllar mı?
“El Alemden Ben Aleme” tam da bu soruların izini sürüyor. Kitap, okuru “el alem ne der” prangasından özgürleştirerek, kendi içine, kendi sesine, kendi bedenine kulak vermeye çağırıyor. İçimizdeki "ben"in sesini bastıran toplumun beklentilerini, görünmez sorumlulukları, güzellik kalıplarını, ideal kadın mitini sorgularken, esas olanın başkalarının onayı değil, kendimize verdiğimiz değer olduğunu hatırlatıyor.
El âlem için şekillenen hayatların içinde kendini kaybeden kadına bir davet bu kitap: "Kendine dön, bedeninle yeniden tanış, duygularını yargılamadan kabul et, ağrının kadın hâline kulak ver" Çünkü ağrı, bazen bastırılmış bir duygunun, bazen görülmeyen emeğin, bazen de hayata tutunma çabasının sessiz çığlığıdır.
Ve hayır, nedeni bulunamayan her ağrı bir şımarıklık değildir. Tıpkı görünmeyen yüklerin ruhu ve bedeni nasıl ezdiği gibi, suskunluğun da yankısı bazen fiziksel bir sızı olarak çıkar karşımıza.
Bu kitap, kadının ömür boyu süren görünmez mücadelesini görünür kılarken, aynı zamanda acının, yalnızca bir "katlanma" değil, bir farkındalık kapısı olduğunu da gösteriyor. Kendini yok saymadan var olabilmenin yollarını arayan her kadının, bu ağrıları çözmeye çalışanların, tıbbı meslek edinmişlerin, kadını anlamak isteyen, anlaması gereken erkeklerin, durumu erken kavramak isteyen gençlerin başucu kitabı olmaya aday.
Yazar, aile sorunlarından ekonomik zorluklara, mesleki tükenmişlikten sosyal çevre baskısına kadar birçok etkenin kadın bedeninde nasıl yankı bulduğunu incelikli bir dille anlatırken, egzersizden meditasyona, bedenle bağ kurmanın iyileştirici yollarına da ışık tutuyor.
Ağrının ardındaki hikâyeyi, o hikâyenin ardındaki sesi duyabilmek isteyenler için bu kitap bir davet mektubu: Kendine, bedenine, benliğine...
El Alemden Ben Aleme ve Ağrının Kadın Hali adlı kitap Prof.Dr. Nergis Erdoğan Dr. Ayşe Şule Çağlar Bürsen Temir Saraç tarafından kaleme alındı.
Kadınların toplumdan gelen beklenti ve baskıları nasıl içsel bir dönüşümle kendi ruhsalfiziksel alanlarına taşıyabileceklerine odaklanıyor. “El Âlemden Ben Âleme” başlığı altında, özellikle kadınların yaşadığı fiziksel ve psikolojik ağrıların toplumsal nedenleri sorgulanıyor, kadınların ağrılarının ardındaki psikososyal nedenlere ışık tutuyor.
Prof.Dr. Nergis Erdoğan
Prof. Dr. Nergis Erdoğan ve Dr. Ayşe Şule Çağlar’ın mesleki, kişisel ve akademik birikimleriyle şekilenmiş, 2023–2024 yılları arasında İstanbul, Bitlis, Bursa, Bodrum ve Edremit’te düzenlediği kadın buluşmalarında binlerce kadına ulaşmış Anadolu Kadın Hareketi Derneği’nin katkılarıyla kitaplaştırılmış. Sayın Prof.Dr. Nergis Erdoğan ve Dr. Ayşe Şule Çağlar'ın sorulara verdikleri yanıtlar şöyle:
EL ALEMİN KADIN HAYATINDAKİ YERİ
1. Şule Hanım, kitabınızın başlığında geçen “El Âlem” kavramı, kadınların hayatında nasıl bir yer tutuyor? Bu kavramın kadınlarda fiziksel ağrılara dönüşebilecek kadar güçlü bir baskı unsuru olduğuna nasıl karar verdiniz?
Toplum bize “kadın olma ve bizden beklenen kadın rollerini” yani nasıl davranmamız, nasıl ve ne olmamız, neleri hayal etmemiz ve nelerden vazgeçmemiz gerektiğini “El Alem ne der?” diyerek öğretiyor. Küçük yaşlardan beri benliğimize ilmek ilmek örülenler bizim benlik yapımızın bir parçası olur. Kadın rollerinin kadınlarda fiziksel ağrılara dönüşebilecek güçlü bir baskı unsuru olduğuna biz karar vermedik. Yapılan araştırmalar göre kadınla erkek arasındaki biyolojik cinsiyet farkı, bu iki cinsiyet arasındaki sağlık açısından farkları açıklamada yetersiz kalıyor. Bu bize sağlık yönünden cinsiyetler arası farkların oluşumunda, sürekliliği ve kalıcılığında psikososyal faktörlerin önemli rol oynadığını göstermekte.
DÜNYA PSİKİYATRİ DERNEĞİ BİLDİRGESİ: KADINLARIN RUH SAĞLIĞI KADINLARIN YAŞAMLARI BAĞLAMINDA ELE ALINMALI
Dünya Psikiyatri Derneği Uluslararası Uzlaşma Metni Bildirgesi (2005) kadınların ruh sağlığının, kadınların yaşamları bağlamında ele alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Kuruluşundan bu yana, Dünya Sağlık örgütü de ne ruhsal ne de fiziksel sağlık tek başına var olabilir, birbirini etkiler ve birbirinden etkilenir demektedir. El alem aracılığı ile bize öğretilen kadın rolleri kadınların yaşamlarının sosyal bağlamını oluşturur, ve ruh ve fiziksel sağlıklarını etkiler, ihtiyaçlarını erkeklerinkinden farklı kılar.
Sağlık, ruh sağlığı da dahil olmak üzere genetik ve biyolojik faktörlere ek olarak çok çeşitli faktörler tarafından belirlenir. Sağlığın sosyal belirleyicileri olarak tanımlanan bu faktörler sağlık sistemi dahil, insanların doğdukları, büyüdükleri, yaşadıkları, çalıştıkları ve yaşlandıkları sosyal, kültürel, çevresel ve ekonomik koşulları ifade eder.
Bir kadının sağlık açısından hayatının bağlamı cinsiyeti, yaşı, sosyoekonomik durumu, etnik kökeni, cinselliği, engelliliği, yaşadığı toplum, coğrafya, sağlık hizmetlerine erişim, sağlık ve hastalık deneyimleri ile ilişkilidir. Bu noktada kadın ve erkek sağlığı arasında bir rekabet olmadığını, sorunun farklılıkları tanımakla ilgili olduğunu vurgulamak önemlidir. Kadın ve erkek arasında sağlık açısından görülen farkları açıklamak için bu farklılıklara bir toplumsal cinsiyet merceği aracılığıyla bakmak gerekmektedir.
Dr. Ayşe Şule Çağlar
BEN ALEME GEÇMEK VE ATAERKİL YAPI
2. Ben Âleme" geçiş bir tür içsel özgürleşme gibi sunuluyor. Bu dönüşüm, özellikle ataerkil yapılar içinde yaşayan kadınlar için nasıl bir mücadele gerektiriyor? Gerçekten mümkün mü, yoksa ütopya mı?
Ben Âlem derken kendimize özgü, neysek o olmayı kastediyoruz. Her canlının var olabilmek için harekete geçirdiği bir içsel gücü vardır. Bize dikte edilen kadın rolleri bizde var olan bu içsel gücümüzü törpüleyebilir.
Ataerkil toplumlara gelince… Aslında, başkalarının ne düşündüğünü önemsemek sağlıklı olabilir. Bu normal bir insan tepkisidir. Başkalarıyla yakınlık kurmak , kabul ve onay almak isteriz ve elbette bu yüzden insanların ne düşündüğünü, onlarla olan ilişkimizi önemseriz.
BEN ALEME GEÇMEK BENCİLLİK VE BİREYCİLİK DEĞİL
Ben alem derken, bencil ya da bireyci olmak, sosyal sorumluluklarına karşı davranmayı kastetmiyoruz. Ben alem kendimizi fiziksel olarak tüm çevreden soyutlamak, ıssız bir adada tek başımıza hiçbir ilişki olmadan yaşamak değildir. Toplumdan kendini soyutlamış, bir ben alem aramak yolumuzu kaybetmek anlamına gelir. Bu kavram, “ben” olarak yaşadığımız toplumda kişiliklerimizi tahrip etmeden, hırpalamadan, yıpratmadan, zedelemeden toplumla ilişki içerisinde var olabilmek, ilişkilerimizde sağlıklı güç dengesi ve sınırlılıklar belirleyebilmeyi ifade eder. Kendi değerimizi bilerek, kendimizi tanıyarak, anlayarak, kabul ederek, İfade ederek, değer ve onurumuzu fark ederek ve iç görülerimize güvenerek yaşamak. Bence bu mümkün. Ütopya değil. Bu yapan çok kadın var.
KADINLARDA DEPRESYON ERKEKLERE GÖRE İKİ VEYA ÜÇ KAT FAZLA
3. Kadınların yaşadığı ağrılarda duygusal ya da toplumsal faktörlerin etkili olabileceğini iddia ediyorsunuz. Hangi somut örnekler, bu iddiayı en çarpıcı biçimde destekliyor?
Aslına iddia etmiyoruz. Bunu gösteren pek çok bilimsel araştırmalar var. Kadınların sağlığı ve refahı, ekonomideki, evdeki ve toplumdaki cinsiyetlendirilmiş işbölümleri ve roller, sorumluluklar ve güç ilişkileri hakkındaki cinsiyet temelli beklentilerden olumsuz yönde etkilenir. Kadınlar, işyerinde, ailelerinde ve arkadaşlık ilişkileri içindeki rolleriyle ilgili olarak günlük yaşamda birçok zorlukla karşılaşmaktadır. ; bu tür sosyal gereksinimler ve beklentiler, kadının zihinsel ve duygusal sağlığını ve refahını etkileyebilecek beklenmeyen bir baskı hissetmesine neden olabilir.
Hemen hemen dünyanın her bölgesinde kadınlarda depresyon erkeklere oranla iki veya üçkatı daha fazla görülmektedir.
KADINLAR DUYGU ODAKLI
Bu diğer ruh sağlığı konularında da kendini göstermektedir. Her kadının %70 olasılıkla yaşamının bir döneminde depresyonda olabileceği belirtilmektedir..
Depresyon, kaygı ve intihar düşünceleri kadınlarda erkeklere orana daha fazla görülmektedir. Erkeklerde ise daha fazla madde kullanımı, şiddet, anti sosyal davranışlar ve intihar gibi davranışlar gözlemlenmektedir . Kadınlar yaşamlarında daha fazla stresli olaylara maruz kalmakta ve bu olaylara karşı tepkileri erkelere göre daha farklı olmaktadır.
Kadınların stresle baş etme mekanizmaları daha duygu odaklı iken erkeklerin daha çok problem çözme odaklı olduğu gösterilmektedir . Cinsiyetler arası bu fark toplumsal cinsiyet rolleri ve kadınların toplumun yapılandırdığı “kadınsı” rollerin fazla içselleştirilmesi ile açıklanmaktadır.
Birsen Temir Saraç
KADIN HİKAYELERİ
4. “Yürüttüğünüz çalışmalarınızdan söz eder misiniz? Bu çalışmalarda sizi en çok etkileyen kadın hikâyesi neydi?
Şule ve ben farklı yollardan çalışmalar yürüttük. Şule kadın sorununa toplumsal cinsiyet rolleri açısından bakan çalışmalar yaparken ben hekim olarak kadın olmanın yarattığı koşulların kadınların hayatlarına ağrı olarak nasıl bedellendiğine tanık oldum. Meslek hayatım boyunca birçok yaygın ağrılı kadın hastamın hikayesini birkaç soru ile biraz derinleştirdiğimde arkasında kadın olmaktan kaynaklanan sorunları gördüm.
Değerli meslektaşım ve dostum Arif Dönmez ile birlikte hasta okulu ve kaplıca çalışmaları yaptık anlamlı sonuçlara vardık. Hastalarımızın öyküleri bizi derinden etkiledi. Binlerce öykü arasından bana çarpıcı gelen ve unutamadığım bir tanesini anlatmak isterim.
Nispeten genç sayılabilecek elli yaşlarında, iyi giyimli, saçları sarıya çalan bir kadın elinde bastonla, neredeyse iki büklüm muayene odasına girdi.
Gördüğüm manzaranın telaşıyla hemen yer gösterdim oturdu. Yurt dışında yaşayan hastanın şikayeti bel ağrısıydı. Uzun yıllardır sürüyordu ve onlarca doktora gitmiş, ilaçlar almış, fizik tedavi ve kaplıca tedavisi görmüş hiç birisinden yararlanmamıştı. Muayenesini yaptığımda sadece bel değil boyun, omuzlar ve daha birçok vücut bölgesinin elle muayenede ağrılı olduğunu gördüm. Belinde de ciddi bir bozukluk görmedim.
Tetkikleri ve görüntülerinde de hastayı bu kadar zora sokacak bir tablo yoktu. Bu durumlarla beklenenden daha sık karşılaşırız ve beynimizde nasıl bir yol izleyeceğimize dair yoğun bir faaliyet başlar. Hikayesini derinleştirmeye karar verdim. Aile, evlilik, eş hakkında sordukça karşıma çok dramatik bir öykü çıktı.
Doğu illerinden birisinde doğmuş, çok on beş on altı gibi küçük yaşlarında anne babası da istememesine rağmen dedesinin ısrarı ile istemediği birisiyle evlendirilmiş, bir süre sonra da Almanya’ya götürülmüştü. O sıralar otuz yıldan fazla süredir evli olduğu kocasından ölesiye nefret ediyordu. Bu nefreti şöyle ifade ediyordu: Her gün kapı çaldığında bu yine ölmemiş geldi diyorum, yüreğim sıkışıyor; bir gün gözümün önünde ölse hemen kahvemi yapacağım, sigaramı yakacağım, çocukları arayıp babanız öldü alın götürün buradan diyeceğim. Bu koşullarda geçen bir ömür gözümün önüne geldi ve bu kez benim yüreğim sıkıştı.
Psikiyatrinin önemli bir kuralı baş edemeyeceğin bir sorunu kurcalamamaktır, dağıtmamaktır ama dayanamadım sordum. Hiç boşanmayı düşünmediniz mi? “Düşünmez olur muyum” dedi “her gün düşünüyorum gül gibi de kendime bakarım çocuklarımın da bana ihtiyacı yok artık”. Duraksadı “ama dedem annem babam hepsi hayatta, onlar hayattayken boşanamam ki..”
KADINLAR ÖNCELİKLE PSİKOLOJİK GÜÇLENMELİ
5. Kitapta geçen dönüşüm, bireysel bir uyanış kadar kolektif bir hareketi de içeriyor mu? Kadınların birlikte güçlenmesi konusunda neler önerirsiniz?
Uzun yıllardır kadınların güçlendirilmesi ile ilgili çok sayıda duyarlılaştırma, savunuculuk ve kapasite geliştirme programları uygulanmaktadır. Bu programlar daha çok sosyal, ekonomik, kültürel ve politik güçlendirme konularına odaklanmış, kadınların birer birey olarak psikolojik yönden güçlendirilmesinin gerekliliği göz ardı edilmiş, dikkate alınmamıştır.
Oysa kadınlar öncelikle kendilerini bir birey olarak güçlü algılamadıkça politik ve ekonomik güçlenmeleri mümkün değildir ve bunların temelinde, tüm yaşam alanlarının üzerine yapılanacağı “psikolojik güçlenme” yer alır. Psikolojik güçlenme diğer bütün güç alanlarının üzerine inşa edilebileceği temel bir alandır ve önkoşuldur.
Kadının psikolojik güçlenmesi “bir şey üzerinde güç sahibi olması” veya “dışardan yapay olarak kadınlara verilen bir güç” değildir. Kadının güçlü olması, neye sahip olduğuyla değil, kendine olan saygısı, güveni, kendine verdiği değer, kendini ne derece yeterli hissettiği, kendi onurunu fark etmesi ve yaşamımızda belirleyici olabilme yetisi gibi temel gelişim unsurlarının bütünüdür. Kadınların iç dünyaları, duyguları ve kendilerini içsel olarak güçlü hissetmeleri ile ilgili bir kavramdır.
Çevrelerini kontrol edebileceklerine, hedeflerine ulaşabileceklerine, dış engellerin üstesinden gelebileceklerine inanmalarını sağlayan içsel bir dönüşüm anlamına gelir. Aynı zamanda iç görü ve bilgi kazanmaları, çevrelerindeki kaynakları belirleyebilmeleri, bu kaynaklara nasıl erişebileceklerini bilmeleri, kaynaklara erişiminin önündeki engelleri anlamaları ve bu engelleri aşabileceklerine inanmaları ile de ilgilidir.
AĞRININ KADIN HALİ
6. "Ağrının Kadın Hali" demekle, erkeklerde görülmeyen ya da farklı deneyimlenen bir ağrı biçiminden mi bahsediyorsunuz? Kadınlara özgü ağrıların psikososyal yönü hakkında ne söylemek istersiniz?
Erkeklerde görülmeyen ya da farklı bir deneyimden söz etmiyoruz. Biyolojinin kronik ağrıda oynadığı rolden hiç kimse ciddi olarak şüphe edemez, ancak ağrı ile ilgili baskın görüşler uzun yıllar psikolojinin oynadığı rolü ihmal etti.
Bizler sadece biyolojik varlıklar değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyal varlıklar olduğumuzdur. Başlığından da anlaşılacağı gibi, biyo-psiko-sosyal model, insan işleyişinin kapsamlı bir resmini geliştirmek için hem psikososyal hem de biyolojik sağlık modellerini entegre etmeye çalışır. Biyo psiko sosyal yaklaşım, bir kişinin inançları ve tutumları, sosyal destek düzeyi ve yaşadığı sevgi derecesi, kaldıkları çevresel stres faktörlerinin tümü, sağlık ve hastalığın önemli yordayıcıları olarak görülmektedir. Bu yaklaşım hastaların kendi yaşantılarına dayanan bilgilerle ortaya çıkmıştır.
Doktorlar farkında olmasa bile hastalar kendi psikolojik deneyimlerinin farkındadırlar. Tıbba biyo-psiko-sosyal yaklaşımın mesajı, hiçbir düşünce sisteminin tek başına fiziksel, duygusal, sosyal, politik ve ekonomik çevresi bağlamında insan organizmasının karmaşıklığını yansıtmaya yeterli olmadığıdır .
Kadınların her yaşta ve dünyanın her bölgesinde erkeklerden daha yüksek fiziksel ve zihinsel hastalıkları vardır.
Kadın üreme hastalıkları hariç tutulduğunda bile, kadınların sağlıkla ilgili olarak daha çok aktiviteleri kısıtlanır, işten izin alırlar, hastanede daha uzun süre kalırlar ve sağlık harcamaları daha fazladır. Kadınların daha yüksek sağlık hizmeti kullanımı ekonomik kaynaklarını daha da azaltmaktadır. Literatüründe çok açık ve belirgin olarak gösterildiği gibi kadın ve erkeklerin ağrı ile algı, ifade ve baş etme şekillerini farklıdır.
Örneğin erkeklerin metin, olduğunu ağrılarını kontrol edebildiklerini ve sağlık hizmetlerinden kaçındıklarını tüm literatürde sunulmaktadır.
BEKLENEN ÖĞRENİLMİŞ NORMLARA GÖRE AĞRI
Öte yandan erkeklerde karşılaştırıldıklarında, kadınlar literatürde ağrıya daha duyarlı, daha ifade edici ve daha rapor edici olarak tanımlanıyor. Bütün bunlar bize erkeklerde kadınlar arasındaki bu davranışların biyolojik değil kadından ve erkekten beklenen (öğrenilmiş) normlarına göre olduğunu kanıtlamaktadır.
FİZİKSEL ŞİDDET DE DAHİL
Kronik ağrı kadınların yaşamında karmaşık nedenleri olan mekanizmalar tarafından ortaya çıkabilir. Kadınlar genellikle bakım ve sevgi verme durumundadırlar ve bunun yaratığı stresler, fiziksel şiddete maruz kalma gibi durumlar vücut üzerinde ömür boyu sürecek izler bırakabilir. Açıklanamayan ağrıları olan kadınların ortak özelliği kadın olmalarıdır her ne kadar yaşam deneyimleri ve stres kaynakları farklı farklı olsa da...
AĞRIDA FİZİKSELLİK YANINDA PSİKOLOJİK, SOSYAL VE KÜLTÜREL FAKTÖRLER ROL OYNUYOR
7. Kitapta sıkça geçen “ağrı” kavramı sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal bir yara gibi de okunabilir mi? Ağrıyı bir tür sessiz çığlık olarak mı görüyorsunuz?
Ağrı çok karmaşık bir konu. Aslında hayatta kalmamız için olmazsa olmaz bir uyarıcı birçok tehlikeden ağrı ile konunuyor, tehlikeden ağrı sayesinde haberdar oluyoruz.
Ağrı nedeniyle ateşe değen elimizi salise içinde geri çekiyoruz. Aksi halde yanık et kokusu veya kömürleşmiş görüntüsü ile fark edebilirdik. Fiziksel ağrı açısından evet ağrı bir tür çığlık. Öte yandan bazen bedende hiçbir hasar yokken de kronik ağrı yaşanıyor. Günümüzde ağrıyı mutlaka fiziksel bir hasara bağlamak anlayışı çok değişti.
Biliyoruz ki ağrı değişiklikler sonucu beynin bazı bölgeleri bir ağrı üreteci haline gelebiliyor ve sadece kavanozda beyinden ibaret olsanız da ağrı çekebiliyorsunuz. Üstelik bu tür ağrıların gelişiminde hepsi birbiriyle ilişkili olan psikolojik, sosyal, kültürel birçok faktör rol oynuyor. Bu anlamda ağrıyı ruhsal yaranın göstergesi, sessiz bir çığlık olarak da yorumlayabiliriz
BEDEN VE ZİHİN AYRILMAZ BİR BÜTÜN
8. Kadınların kendi bedenlerini ve sınırlarını tanıması için sizce en önemli adım nedir? Bu farkındalığı kırmak ya da ertelemek kadınlara nasıl zarar veriyor?
Vücut farkındalığımızı bir gecede geliştiremeyiz. Uzun yıllar alışık olduğumuz tutum ve davranışları değiştirmek motivasyon ve çaba ister. Vücut farkındalığı tek başına yaşamınızın diğer biyo psiko sosyal alanlarından kopuk olarak değişmez.
Kişinin kişisel geçmişi, duyguları, içinde yaşadığı kültürel normlar, toplumsal cinsiyet rolleri, psikolojik ve biyolojik faktörlerden etkilenir. Dolayısıyla bireyin kültürün ideali olan vücut imajını nasıl algıladığı, bireysel vücut idealini nasıl tanımladığı, mevcut vücut imajını nasıl gördüğü ve gerçek vücut şekli hakkındaki görüşü ve bütün bunları nasıl içselleştirdiği önemlidir. Burada önce şu konuyu vurgulamak isterim.
Beden ve zihin ayrılmaz bir bütündür, bir döngüyü tamamlar. İnsan tüm parçaları ile birbiriyle bağlantılı bir sistemdir. Zihin vücudun, vücut ise zihnin bir parçasıdır ve birbirlerini etkilerler, tek bir organizmanın göstergeleridir, aralarında güçlü bir bağlantı vardır. Bu nedenle, kendimizin farkındalığı zihinsel ve bedensel farkındalığımızdan oluşur. Zihnin ve beden bütünlüğü biyoloji, fizyoloji ve bilimsel düzeyde doğrulanmış kabul edilmiştir. Zihniniz ne hissederse bedeniniz de aynı şeyi hisseder ve bedeniniz ne hissederse zihniniz de hisseder. Zihniniz bir şey düşündüğünde, vücudunuz fiziksel bir tepki yaşayabilir.
Örneğin, üzücü bir düşünceden sonra kendinizi ağlarken yakalayabilirsiniz. Öfkelendiğinizde Yüzün rengi değişir, kaşlar çatılır, gözlbebekleri büyür veya kısılır, dudaklar titrer. Dolayısıyla kadınların bedenlerini tanımaları aslına kendilerini de tanımalarıdır. Bedenimizi nasıl kavrıyor, nasıl algılıyorkendi bedenimizden ne anlıyorsak, onu nasıl görüyorve onu nasıl var ediyorsak varlığımızı da o şekilde gerçekleştiriyoruz.
VÜCUDUMUZUN SÖYLEDİKLERİNİ DİNLEMELİYİZ
Ne yazık ki, çoğumuz vücudumuzun söyleyeceklerini dinlemeyiz. Örneğin, kendimizi kötü hissedebiliriz, ancak yine de ev işi yapmaya devam ederiz. Kendimizi aç hissedebiliriz ama kendimize yemeye ihtiyacımız olmadığını söyleriz. Stresten omuzlarımız sertleşebilir ama yine de önemi yokmuş gibi davranırız. Bedeni, işini bir şekilde bizsiz yapan bu 'öteki' olarak düşünme eğilimindeyiz. 'Çoğumuz bedenin rolünü görmezden gelerek beynimizi çalıştıran bir makine olarak kullanırız. Yani, bedeni sadece bilinç ve bilişe pasif bir şekilde duyu verileri veren bir araç olarak görürüz
KADINLARIN AĞRISINI DİNLEMEYİ BİNLERCE YIL EVVEL BIRAKTIK
9. Kitapta “ağrının dili”ne kulak vermek gerektiğinden söz ediyorsunuz. Sizce biz toplum olarak kadınların ağrısını dinlemeyi ne zaman ve neden bıraktık?
Bu çok can yakıcı bir hikaye. Değerli Prof Dr. Nevzat Kaya hocanın ifadesiyle “iki yüz elli bin yıllık bir imparatorluğun yaklaşık on bin yıl önce işgalci güçler tarafından istilasıyla başladı. Evet yerleşik toplumdan söz ediyorum. Avcı toplayıcı, çocukların sadece anne, anneanne, teyze ve dayılarının bilindiği, henüz baba kavramının olmadığı anaerkil düzende kadın toplumda çok önemli bir yerde.
Eli boş dönebilecek avcıya karşı sürekli beslenmeyi insan topluluklarının sürdürülmesini sağlayan konumda.
Yerleşik düzene geçiş ve babalığın keşfi, üretimin erkeklerin egemenliğine geçişi gibi faktörler kadının sesini kısıyor ve eve hapsediyor, özellikle genç kadını toplumsal hiyerarşi basamağında en alta yerleştiriyor. Bu durum binlerce yıldır sürüyor. Ancak on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllar kadınların bu duruma ciddi itirazlarına, kitlesel protestolarına tanık oldu. Kadın hareketi her gün çeşitleniyor, güçleniyor, Dünya’da sosyal ve ekonomik adaletin sağlanmasında çok önemli bir yer tutuyor, örnek oluyor.
AMAÇ KADIN HAREKETİ ORTAYA ÇIKARMAK DEĞİL
10. Bu kitabı yazdıktan sonra sizde değişen ne oldu? Akademik birikiminizye kadın hareketlerine, atölye çalışmalarına destek vermek sizde nasıl bir iç dönüşüm yaşattı?
Aslında amacımız kadın hareketine dönüştürmek değil, var olan kadın hareketlerine kendi birikimlerimizle destek olmak. Onlarla birlikte çalışmak bizim motivasyonumuzu artırıyor. Ama çok farklı yerlerle de çalıştık. daha çok bireysel olarak çalışıyoruz. Çalışmanın kendisi hem kişisel hem de toplumsal anlamda insanın kendisini de dönüştürüyor elbette. İnsana bakışınız derinleşiyor, dünyaya bakışınız genişliyor.
40 senedir kadınlarla çalışıyoruz. Yaptığımız kadın hareketi ortaya çıkarmak değil. Varolan dernek Anadolu Kadın Hareketinin, onların çalışmalarına destek verdik. Biz onlara destek anlamında atölyeler yaptık. Kollektif bir kadın hareketi değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder