MEYDANSIZ ŞEHİRLER
Büyükşehirlerde özellikle de İstanbul'da, İzmir'de, Ankara’da adımlar hep telaşlıdır. İnsanlar birbirine omuz vurarak geçer, göz göze gelmez, aynı anda hem bir yere yetişir hem de bir yerden kaçıyormuş gibidir.
Her şey tokuş tokuş, tıkış tıkış, kaçış kaçış…
Oysa bir kent, nefesini meydanlarında verir; kalabalığın arasında bir boşluk, gürültünün ortasında bir dinginlik bulursunuz.
Ama Ankara’da bu boşluk yok.
Huzur veren müziklerin hafifçe kulağa değdiği, gölgelikli ağaçların altında insanların yavaş yavaş yürüdüğü, bir bankta kitap okuyanların olduğu meydanlar… Bize neden bu kadar uzak?
Neden bir şehir, kendi kalbinn atacağı yerden bu kadar korkar?
Belki de mesele sadece mimari değil.
Meydan, insanların toplanma, konuşma, beklenmedik karşılaşmalar yaşama alanıdır. Orada fikirler yayılır, sözler yankılanır, bakışlar buluşur. Ve belki de bundan çekiniyoruz.
Meydan, yalnızca taş ve ağaçtan ibaret değildir ki.
Ankara’da kurulan parklar bile çok yaşamaz. Yanına birkaç katlı apartman, önüne devasa bir AVM dikilir.
Ağaçların gölgesi, bina gölgelerinin arasında kaybolur. Park küçülür, meydan hayal olur.
Bir şehrin boşluğu da, nefesi de, huzuru da elinden alınır.
Meydanlardan korkan şehirler, insanlarından da uzaklaşır. Çünkü meydan, sadece buluşmak için değil, birbirini anlamak için de vardır.
Belki insanlalrın evlerinde sürekli fayans değiştirmeyi bırakıp dünyanın bir çok ülkesine giderek o meydanları görme fırsatını yakalasa belki karşılaştırarak bunun bir ihtiyaç olduğunu hisseder. Ancak onlardan da habersizler. Evlerinin içindeki iki taş, bir fayans, üç eşya arasına sıkışmışlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder