Parmak ve Şemsiye Çikolata
Eskiden parmak çikolata vardı. Küçük, uzun, kâğıda sarılı, elini sürünce bile kokusu üzerine sinen o çikolatadan bahsediyorum. Şimdi yerini ambalajı parlak ama tadı eksik çikolatalar aldı. O zamanlar çikolata bir ödüldü; bayramda, karne gününde ya da komşu teyzenin elinden alınınca özel bir anlam taşırdı.
Bir de Mabel sakız vardı. Her çiğnediğinde önce sert, sonra yumuşak bir dost gibiydi. Jelatini öyle sıradan bir kâğıt değildi; parfümlü, renkli, bazen üzerinde çizgi karakterler olurdu. Biz o jelatinleri atmazdık. Kitapların arasına koyardık, defterin sayfaları arasına saklardık. Belki sakızın kokusu kaybolmasın diyeydi, belki o küçük anı hiç eskimesin diyeydi.
Zamanla o kâğıtlar kurudu, kokular silindi, ama arkasında bir şey kaldı: çocukluğun masum bir tutkusu. Jelatini kitapların arasında saklamak aslında anı tutmanın bir biçimiydi. Çocuk aklıyla zamanın geçeceğini bilmeden, o anın kokusunu mühürlerdik sayfalara.
Şimdi bir kitabı açtığımda, arada sararmış bir jelatin bulursam, içimden bir tebessüm geçiyor. Çünkü o koku, ne kadar silinmiş olursa olsun, hâlâ orada: bir parmak çikolatanın tatlısı, bir Mabel sakızın neşesi, bir çocuğun dünyayı koklayarak sevdiği günler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder