HOLLANDA’DA
SESSİZLİĞİN İZLERİ
ÖZGÜRLÜKLER ÜLKESİ Mİ KAPİTALİZMİN KALESİ Mİ?
NEVİN
BİLGİN
İlk gittiğinizde sizi
sessizliği ve huzuru kucaklayan Hollanda, içine girdikçe sizi yaşadığımız
dönemin gerçek sorunlarının ne olduğuna da götürüyor adeta. Bu ülke ilk
baktığınızda canlı renklere boyanmış tarlaları, kanalların sakin sularında
yansıyan mimari zarafeti ve insanın iç huzurunu yakaladığı yerlerle dolu.
Sonrasında ise bazı sorgulamalarla baş başa bırakıyor insanı. Özgürlükler ülkesi mi, kapitalizmin kalesi mi çelişkisini yaşatıyor adeta.
Yola çıkmadan önce,
Hollanda denilince akla gelen geniş tarlalar, bisikletle gezilebilen şehirler
ve geleneksel rüzgâr değirmenleri gibi ikonik unsurların ötesinde, bu gezi,
sadece rotaların ötesine geçme değil, aynı zamanda zihinlerdeki karmaşayı
dağıtmak için bir fırsat sunuyor.
Eindhoven’da
Sessizlik Müzik Gibi
Eindhowen deyince genel bir sessizlik beliriyor. Sessizlik,
adeta müziğin en huzur verici notası gibi. Evlerin içi, dışı; her ayrıntısı
olağanüstü bir estetikle düzenlenmiş, sanki bir ressamın elinden çıkmışçasına.
Göz alıcı detaylar, sakinlikle buluşmuş.
Her sabah, evlerin önünde, bisikletin önüne
bebeklerinin kafalarına takılmış koruyucu başlıklarıyla okula gitmek için
hazırlanan anne ve babaları görmek mümkün. Üstelik, sepete üç çocuğu sığdırıp
ustalıkla bisiklet süren ebeveynler sokaklarda ustalıkla dolaşıyorlar.
Yaşlılar, bisiklet yollarını adeta dans eder gibi kullanırken, araçlar sessizce
ilerliyor ve yayalarla uyum içinde hareket ediyorlar.
Evlerin önlerinde göğe yükselen değişik türde ağaçlarla
dolu parklar mevcut. Sanki bir resim tablosu gibi. Parklar, insanların
birbirine bağlı olduğu bir zincir gibi birbirine bağlanmış şekilde tasarlanmış.
Sokaklar belli saatten sonra bomboş. Tek bir sokak köpeği ya da kedisi görmek imkânsız.
İki Katlı ve Küçük Evler
Evler iki katlı yüksek katlı bina görmek neredeyse mümkün
değil. Binanın üst katına çıkabilmenin zorluğu, sanki mahallenin sadece tek
kişilik bir dünya üzerine kurulu olduğunu gösterir gibi. İki katlı evlerde, alt
kat ile üst kat farklı ailelerin evleri şeklinde. Güneş panelleri, çatıların
üstünde parlıyor. Arabalar ise sessiz elektrikli modeller ve korna sesi
neredeyse hiç duyamıyorsunuz. Her şey sessiz sakin şekilde akıyor.
Sessizliği arada bir yalnızca uzaktan gelen siren sesleri veya kiliseden yükselen çanın melodisi bozuyor. Çocuklar da mı ağlamaz burada diye düşünüyor bazen insan. Ama ambulansların sık sık siren çalarak geçmesi endişe yaratıyor.
Ve okula yaklaştıkça duyulan çocukların neşeli
kahkahaları. Çocukların ellerinde cep telefonları yok. Özgürce giyinmiş,
bağırarak oynuyor, koşuyor ve ağaçlardan ağaca atlıyorlar. Bahçede
özgürlüklerini doyasıya yaşıyorlar. Okulun çevresi ağaçlarla çevrili, adeta bir
ormanın içindeki güvenli bir alandalar.
Hollanda’nın sakin şehri Eindhoven’da sanat, bilim ve
tarihin birleştiğine tanıklık ediyorsunuz. Avrupa’nın önde gelen mühendislik
üniversitelerinden birisi de burada. Yine Philips Stadı gibi dünyaca ünlü bir
arena da burada bulunuyor. PSV Eindhoven futbol takımları da oldukça ünlü.
Eindhoven, geçmişte pek çok zorluk yaşamış bir şehir.
Büyük yangına maruz kaldığı gibi İspanyol, Fransız saldırılarıyla karşı mücadele
vermiş, 2. Dünya Savaşı’nda da işgal edilmiş yerlerden birisi. Sanayi
Devrimi’yle birlikte bölgede kurulan Philips Fabrikası aydınlatma ve elektronik
sektörünün öncüsü olduğu gibi bu alanda da pek çok kişiye iş sağlamış. Yine
otomobil ve kamyon şirketi DAF da burada bulunuyor.
Eindhoven, Hollanda'nın Kuzey Brabant eyaletinde
konumlanmış olup, Almanya'nın Düsseldorf ve Köln şehirlerine, aynı zamanda
Belçika'nın Brüksel şehrine de kısa bir mesafede yer alıyor.
Şehirdeki sanat müzesi Van Abbemuseum; El Lissitzky,
Picasso ve Kandinsky gibi büyük ustaların eserlerine ev sahipliği yapıyor. Yine
Philips Müzesi, teknolojinin evrimini anlatan eserlere sahip. Michael Jackson'a
özel tasarlanmış ışıklı eldiveni de burada görmek mümkün.
DAF Müzesi, otobüslerden kamyonlara kadar geniş bir
araç yelpazesini kronolojik bir şekilde sergiliyor.
Saint Catherine Kilisesi, Eindhoven'da göz alıcı bir
tarihi yapı. 1867'de neo-gotik tarzda inşa edilmiş, 73 metre uzunluğundaki iki
kulesiyle dikkat çekiyor.
Genneper Parkı, şehrin en büyük yeşil alanlarından
birisi. Havuz, buz pateni pisti, yürüyüş parkuruna sahip. Park içinde Eindhoven
ve Ton Smits Huis Çizgi Film Müzesi de bulunuyor.
De Admirant, Heuvel Galerie, Woensel XL, Piazza Center
ve Kruisstraat gibi birçok alışveriş merkezi de yakın mesafede.
Cafe Shoplar ve Ot Kokusu
Yürürken, cafe shopların varlığını keskin bir ot
kokusundan anlamak da mümkün. Ancak bu şehirde cafe shopların çok yaygın
olmadığını gözleyebiliyorsunuz.
Ulaşımın Rahatlığı
Eindhowen’dan Amsterdam’a yaklaşık 45 dakikalık bir
tren yolculuğuyla ulaşmak mümkün. Yayaların rahat dolaşabileceği, insanların
bisiklete binebileceği şekilde planlanmış olan şehrin kanallar üzerine kurulu
olması değişik bir hava yaratıyor. Çok kapsamlı topluma taşıma sistemi var,
tramvaylar, otobüs, trenler yanında, kanallarda kayıklarla gezi yapabilmek
mümkün.
Enerjik Şehir Amsterdam
Amsterdam'da şehir merkezi kolayca keşfedilebilir
nitelikte. Kanallar üzerine kurulu bir şehir adeta. Bu yüzden çok sayıda köprü
var.
Sokaklar Yayaların
Sokaklar genellikle yayaların rahatça dolaşabileceği
şekilde planlanmış. Bu, gitmek istediğin yerlere kolayca ulaşmayı sağlıyor.
Ayrıca Amsterdam, etkili ve kapsamlı bir toplu taşıma sistemine sahip.
Tramvaylar, otobüsler ve trenler şehir içinde ve dışında ulaşımı sağlayarak
gezinmeyi oldukça kolaylaştırıyor.
Amsterdam'da gezilecek ve bütçe dostu aktiviteler arasında yürüyerek yapılan kanal turları var. Ücretsiz ve eşsiz bir deneyim sunan bu turlar, şehrin tarihi ve güzelliklerini keşfetmek için harika bir fırsat sunuyor. Alışveriş için Pazar ve marketler yanında 2.el mağazaları ve bit pazarı da mevcut. Albert Heijn isimli süpermarket oldukça yaygın ve ihtiyaçları karşılamak için uygun.
Çeşmelerden Su İçilebiliyor
Şebeke suyu içilebildiği gibi, sokaklarda içme suyu çeşmeleri var. Ücretsiz şehir turu imkânı rehberli olarak veriliyor.
Amsterdam’da her bütçeye uygun yiyecek alternatifi de bulunuyor. Sokakta pizza, patates kızartması, Hollanda sushisi gibi yiyecekleri uygun fiyata bulmak mümkün oluyor.
Amsterdam Şehri’nin merkezinin cadde ve sokaklara
girdikçe, yani derinliklerine doğru adım attıkça, beklenmedik manzaralar
karşılayabiliyor insanı. Rüzgârın insanın burnuna taşıdığı ot kokusu, her
adımda ve yoğun şekilde geldikçe insanın midesini bulandırıyor adeta. Bu durum,
adı özgürlükler şehri olarak anılsa da bende alışılmadık bir tedirginlik hissi
uyandırıyor.
Müzeler Başka Aleme Taşıyor İnsanı
Van Gogh Müzesi gerçekten Amsterdam'un önemli turistik
mekanlarından biri. Burası Vincent van Gogh'un eşsiz eserlerinin sergilendiği
ve dünyada en büyük koleksiyonlardan birine ev sahipliği yapan bir müze. Heineken
Experience Müzesi ise bira müzesi niteliğinde ve görülecek yerler arasında.
Vondelpark, Fareler, Ot Çekenler, Bisiklete Binenler, Koşanlar
Dar sokaklardaki dükkanlar, her türden otlu içeceği, yiyeceği, sigarayı ve başka ne ararsanız bulabileceğiniz envai çeşit ürünleri sergiliyorlar. Bu karmaşık manzara içinde dolaşırken, yemyeşil ve alabildiğine ağaçlarla çevrili büyüleyici Vondelpark adındaki büyük bir parka doğru ilerlerken buluyorsunuz kendinizi.
Fareler de insanların
koşturmalarına eşlik ediyorlar adeta. Oldukça fazla fare var. En büyük park
Voldenpark’ta spor yapan bisikletçilere bravo derken, bir yanda ot çeken
insanları görebiliyorsunuz.
Kanallarda gezenler, kenarlarda dolaşanlar, herkesin
sesi birbirine karışıyor. İspanyolca, Türkçe, İngilizce, Flemenkçe, Hintçe…
Geceleme imkânı bulduğum oteldeki manzara ise
şaşırtıcı. Üç kişilik odada, ancak üç küçük yatak sığdırılmış ve merdivenlerden
gelen sesler gece boyunca devam ediyor. Otelin lobisinde Amsterdam da neler
yapılabileceğini anlatan ilginç broşürler var. Haritalarda nerede esrar ya da
ot bulunabileceğini dair detaylar olması oldukça şaşırtıcı. Ama çeşmelerin bile
yerinin gösterilmesi, çeşme sularının içilebilmesi büyük bir kolaylık.
Kapitalizmin Her Yüzü Vitrinlerde
Kentteki dükkanlar, cinsel objelerden akla gelmeyecek
birçok ürüne kadar çeşitliliğiyle bir sergi gibi. Kapitalizmin her yüzü, bu
dükkanların vitrinlerinde gözler önüne seriliyor.
Bu şehir, çelişkilerin ve karmaşık yapıların iç içe
geçtiği, insanın ruhunu sarsan bir deneyim sunuyor. Her adım, birçok duygunun
ve düşüncenin karışımına yol açıyor. Tıpkı Hollanda'nın kendisi gibi- genellikle
sessiz, beklenmedik, çeşitli ve karmaşık.
Otlu Dondurma, Yoğurt Bile Var
Mağazalarda, zehirli mantar tabletlerinden otlu
dondurmaya, otlu yoğurda, otlu şekerlemelere kadar ne ararsanız var. İlgi
çekmek için her şey yapılmış.
Coffe Shop Haritaları
Adımlarımı atarken sürekli olarak tetikte olmam
gerekiyor. Bisikletlerin ve arabaların nereden geleceğini kestirmek için
sürekli dikkatimi yollara vermem gerekiyor.
Red Street’te İzdiham
Red Street'te kadınların bir meta gibi sunulduğu
anlara tanık olmak ürkütücü. Bazıları kendilerini kırmızı ışık altında plastik
bebek gibi gösteriyor. Seks shoplar, seks müzeleri... Aşkın yok edilip
kapitalizme kurban edildiği, taş devri çağının sergilendiği Red Street.
Son model arabalarla sokağa gelen bir adam ve makyajla
büyütülmeye çalışılmış çocuk yaştaki bir kızla gözden uzaklaşıyor. Turistleri
getiren büyük gemilerin yoğunluğu sokakları hınca hınç dolduruyor, yürümek imkânsız
hale geliyor.
Tekrar kalacağımız otele dönerken, yollardaki çöpler,
izmaritler, fare sesleri, odamızın penceresine kadar uzanıyor. Fareler gelmesin
diye sıkı sıkı pencereleri kapatıyoruz. Oteller ve diğer yerleşim binaları
oldukça eski binalardan oluşuyor.
Otelin işletmecisi, odanın boşalması sonrası hem
Türkçe hem de Karadeniz şivesiyle "Şişeleri toplayın" deyince
Türk olduğunu anlıyoruz.
Üst kattan gelen Türkçe konuşmaları, tahta merdivenden
inip çıkan topuklu ayakkabının tavanla buluşma sesi eşliğinde dinliyoruz.
Otel odaları yanında kiralanan evlerin de her detayı
düşünülmüş. Yangın söndürme ve alarm cihazları evdeki her odada bulunuyor.
Ve o çan sesleri, yabancı dillere, odaları
temizleyenlere, İspanyolca ‘ya, Karadeniz şivesine karışıyor. Bu mu sakinlik ve
huzur dedirtiyor bazen insana?
Taşkınlık Yapan Yok, Polis Yok
Sabah saat 08.00'de otelin önündeki barın bahçesinde
güneşi birayla selamlayan insanlarla karşılaşıyorsunuz. Ama taşkınlık yapan
kimseyi görmüyorsunuz. Yine sokak köpeklerini görmek mümkün değil. Kediler,
birkaç ev ve dükkân önünde dolaşanlar hariç yok gibi neredeyse.
Amsterdam'da cadde ve sokaklarda izmarit ve çöpler
Peki, neden burada kuşlar yoktu? Neden küçük bir ağaç
bile ötücü kuşları bulamıyordu? Arılar neredeydi? Bu tarihi şehir neden fareler
ve kargalara teslim olmuştu?
Herkesi kokluyor gibi hissediyordum, ot mu içiyor diye...
Ve sonra şu soru aklımdan çıkmıyordu: Neden insanlar kendilerini bitiren
zehirlere teslim oluyor?
İşçi Moladaysa İşiniz Yapılmıyor
Ardından araba kiralamak için dükkâna giren Ruandalılar ve 11.45'te girdiğimizde 12.03'te işleminizi yapamayız diye işyerini kapatan çalışanlar...
Zaanse
Schanse Rüya Gibi
Hollanda’nın en renkli ve fotojenik yel değirmenlerine ev sahipliği yapan Zaanse Schans, adeta bir Hollanda kasabası masalı. Amsterdam’a olan yakınlığı, bu eşsiz kasabaya trenle veya yerel otobüsle ulaşmayı oldukça kolay. Trenden yolu seyrederken, uçaktan aşağı bakınca alabildiğince yeşil alan, rüzgâr gülleri, otlayan bol miktarda inek, koyun ve kazları görebiliyorsunuz. Uçşuz bucaksız yeşil alan okyanusla buluşuyor. Çoğu yerde evlerin önünde kayıklar var. Alabildiğine tarım alanı ve özgürce otlayan havyanlar.
Yel Değirmenleri
Zaanse Schans kasabasında, muhteşem Hollanda
peynirleri satan yerlerde tadım turlarına katılıyor, bizi çağıran çikolata
kokusuna gittiğimizde çikolata fabrikasını gezip lezzetlerin tadına bakıyoruz. Burada,
peynirlerin muhteşem lezzetlerini tadarken aynı zamanda peynir yapım sürecini
de gözlemleyebiliyor insan. Bu deneyimler, Zaanse Schans kasabasını keşfederken
unutulmaz bir tat katıyor.
Amsterdam Meydan
Zaanse Schans, tarihî yel değirmenleri ve ahşap
evleriyle adeta geçmişe bir kapı açıyor. Burada, yüzlerce yıllık tarihin
izlerini hissediyorsunuz. Bu kasaba, Hollanda'nın en eski yerleşim
bölgelerinden biri olarak biliniyor ve 18. yüzyılda birçok ev buraya taşınmış.
1993'ten önce, köy evleri, çiftlikler, yel değirmenleri, küçük limanlar ve
yollar burada inşa edilmiş. O dönemde, bu yel değirmenleri, Hollanda'nın deniz
seviyesinin altında kalan bölgelerinde su tahliyesini sağlamak için
kullanılıyormuş.
Küçük dükkânlar ve kafeler bu tatlı kasabada huzurlu
bir kahve molası için mükemmel yerler. Bu sevimli kafelerin önünde sadece
dışarıdan bile birkaç fotoğraf çekmek insanı mutlu ediyor. Ve içeride sıcacık
bir şeyler içmek için ideal! Ayrıca, "clogs" adını verdikleri o
tarihi ahşap ayakkabıların anahtarlıkların nasıl yapıldığını da
görebiliyorsunuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder