11 Şubat 2025 Salı

 

JEAN PAUL SARTRE İLE SİMONE DE BEAUVOİR İLİŞKİSİ VE FEMİNİST DÜŞÜNCE


VAROLUŞÇULUK VE FEMİNİZM BULUŞMASI



NEVİN BİLGİN

20.yüzyılın en etkili filozoflarından ve yazarlarından Fransız Jean-Paul Sartre varoluşçuluk (insan özgürlüğü, bireysellik ve varoluşun anlamını ele alır) felsefesinin önde gelen isimlerinden. Bulantı, Varlık ve Hiçlik en bilinen eserleri arasında. 

20.yüzyılın en önemli feminist filozoflarından Fransız Simone de Beauvoir, 20. yüzyılın en önemli entelektüel figürlerinden biri olarak büyük bir etki yaratmıştır.

Varoluşçuluğun temel taşlarını oluşturan Sartre, bireyin özgürlüğü, seçimleri ve sorumluluğu üzerine yoğunlaşırken; de Beauvoir, feminist düşüncenin temellerini atan çalışmalarıyla kadınların toplumsal statüsünü sorguladı. Bu iki düşünürün ilişkisi, hem entelektüel bir ortaklık hem de birbirlerini etkileyen derin bir felsefi tartışma zeminiydi.

Simone de Beauvoir ve “İkinci Cinsiyet”

1949 yılında yayımlanan Le Deuxième Sexe (İkinci Cinsiyet), feminist teori açısından devrim niteliğinde bir eserdi. De Beauvoir, bu kitapta, kadınların tarih boyunca nasıl “öteki” olarak konumlandırıldığını ve biyolojik cinsiyetin toplumsal roller tarafından nasıl şekillendirildiğini tartıştı. Sartre'nin özgürlük ve bilinç kavramlarına dayanan varoluşçuluğu, bu çalışmada büyük bir etkiye sahipti. Ancak de Beauvoir, kadın özgürlüğüne dair daha spesifik bir analiz sundu ve kadınların içinde bulunduğu ikincil konumun, yalnızca bireysel seçimlerle değil, toplumsal ve ekonomik koşullarla da belirlendiğini savundu.

Sartre’ın Feminist Düşünceyle İlişkisi

Sartre, feminist meseleleri doğrudan ele almamış olsa da, özgürlük ve sorumluluk kavramları feminist düşünceyle önemli bir paralellik taşıyordu. Sartre’ye göre insan, kendi özünü kendi eylemleriyle yaratır. Bu bağlamda kadınlar da tarih boyunca kendilerine biçilen rolleri kabul etmek zorunda bırakılmış, ancak bu rollerden özgürleşme şansı her zaman mevcut olmuştur. Ancak Sartre’ın teorisi, kadınların toplumsal ve kültürel engeller nedeniyle bu özgürlüğü tam anlamıyla deneyimleyemediğini göz ardı ediyordu. De Beauvoir, işte tam da bu noktada, varoluşçuluğu feminist bir çerçevede yeniden yorumladı.

Sartre ve De Beauvoir’un İlişkisi: Entelektüel ve Özgürlükçü Bir Bağ

İkilinin ilişkisi, geleneksel romantik ilişkilere meydan okuyan bir modeldi. Açık ilişki kavramını savunuyor ve birbirlerine karşı tam bir entelektüel özgürlük tanıyorlardı. Bu durum, de Beauvoir’un kendi bağımsız kimliğini inşa etmesine olanak sağlarken, Sartre'nin de geleneksel aşk anlayışını sorgulamasına neden oldu. Ancak bazı eleştirmenler, Sartre’nin bu ilişki içinde de Beauvoir üzerinde güçlü bir etki sahibi olduğunu ve onun gölgesinde kaldığını öne sürmektedir. 

                                                                       Sartre

Tek Eşliliği Reddediyor

Simone de Beauvoir’in tek eşliliği reddetmesi, onun burjuva normlarına ve evlilik kurumuna yönelik eleştirileriyle tutarlıdır. Sahiplenme anlayışına ve sevilen kişinin bedeninin bir mülkiyet nesnesi gibi görülmesine karşı çıkan Beauvoir, kadın bedeninin tahakküm altına alınmasına karşı feminist duruşuyla da bu düşünceyi desteklemiştir. Kadının cinsel yaşamında özgür olması gerektiği, istediğinde birden fazla partneri seçebileceği ve bir erkeğin “mülkü” olarak görülmeyi reddetmesi gerektiği düşüncesi, onun feminist görüşleriyle doğrudan örtüşmektedir.

                                         vikipedi          Simone Beauvoir

Bu bağlamda, Sartre ile aralarındaki çok eşliliğe dayalı anlaşma, sadece kişisel bir tercih değil, aynı zamanda ideolojik bir tutumun yansıması olarak değerlendirilmelidir. İkili arasındaki bu düzen, hem varoluşçu özgürlük anlayışı hem de Beauvoir’in kadınların toplumsal rollerine yönelik eleştirileri açısından büyük bir tutarlılık göstermektedir

Filmleri de Var: “Les Amants du Flore” (2006) Flore'un Aşıkları

Les Amants du Flore (Flore’un Aşıkları), Sartre ve de Beauvoir’un ilişkisini ve entelektüel yolculuğunu konu alan bir Fransız televizyon filmidir. Film, ikilinin gençlik yıllarından itibaren felsefi ve siyasi düşüncelerinin şekillenişini, savaş sonrası Paris’in entelektüel ortamında nasıl güçlendiklerini anlatıyor.

Filmin dikkat çeken yönlerinden biri, Sartre ve de Beauvoir’un ilişkisini yalnızca romantik bir bağlamda ele almaması, aynı zamanda felsefi düşüncelerinin nasıl evrildiğini göstermesidir. Sartre’nin varoluşçu düşüncelerini geliştirirken de Beauvoir’un feminist düşüncesinin temellerini nasıl attığı, diyaloglar aracılığıyla başarılı bir şekilde işlenmiştir.

Ancak film, bazı eleştirmenler tarafından de Beauvoir’u Sartre’ye bağımlı bir figür gibi göstermesi nedeniyle eleştirilmiştir. Gerçekte, de Beauvoir’un kendi bağımsız felsefi çizgisini oluşturduğu ve feminist hareketin gelişiminde Sartre’den çok daha belirleyici bir figür olduğu göz ardı edilmemelidir.

Film ise, bu entelektüel ve duygusal bağın nasıl şekillendiğini anlatan başarılı bir biyografik eser olarak değerlendirilebilir. Ancak feminist perspektiften bakıldığında, de Beauvoir’un Sartre’nin gölgesinde bırakılması eleştiriye açık bir nokta olarak kalıyor.


Kaynakça: 

https://muse.jhu.edu/article/14288/summary?form=MG0AV3

https://www.psupress.org/books/titles/0-271-01884-4.html?form=MG0AV3

Röportajları


https://youtu.be/zIU7OY1p8Vk?si=72VXxbvFcLNR6b51

https://youtu.be/uab8kbT_ycQ?si=MJGINvxb4lMw9CsX

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder