31 Ekim 2024 Perşembe

 KROMOTERAPİ: RENKLERLE TEDAVİ YÖNTEMİ



Kromoterapi, renklerle tedavi uygulaması olarak tanımlanan, bireylerin fiziksel ve ruhsal sağlıklarını iyileştirmek amacıyla renklerin etkilerini kullanan bir yöntemdir. Renklerin, insanların ruh hallerini ve fiziksel sağlık durumlarını etkileyebileceği düşünülmektedir. Her rengin belirli bir frekansı vardır ve bu frekanslar, vücut üzerinde farklı etkiler yaratabilir. Kromoterapi, bu renk frekanslarını kullanarak hastalıkları önlemek ve tedavi etmek için uygulanan bir yöntemdir.


Tarihçesi

Kromoterapinin kökenleri, antik Mısır'a kadar uzanmaktadır. Eski Mısır mitolojisine göre, bu tedavi yönteminin keşfi sanat tanrısı Thoth'a atfedilmektedir. Mısırlılar, M.Ö. 2000 yılından itibaren renkli camlardan tedavi odaları inşa ederek, güneş ışınlarını tedavi aracı olarak kullanmışlardır. Bu odalar, renklerin terapötik etkilerini artırmak için tasarlanmıştır. Mısırlılar, kırmızı, mavi ve sarı gibi başlıca renkleri kullanarak bu yöntemle sağlık sorunlarını tedavi etmeye çalışmışlardır.


Kromoterapi Yöntemleri

Günümüzde kromoterapi, farklı yöntemlerle uygulanmaktadır. İşte bazı yaygın uygulama yöntemleri:


Işık Terapisi: Renkli ışıkların belirli frekansta vücuda uygulanmasıdır. Özellikle mavi ve kırmızı ışıklar, belirli sağlık sorunlarına karşı etkili olduğu düşünülen renklerdir.


Meditasyon: Uygun renklerle yapılan meditasyon, bireylerin ruh hallerini dengelemeye yardımcı olabilir. Renklerin enerjisi, meditasyon sırasında zihinsel ve duygusal denge sağlamaya yardımcı olabilir.


Renkli Taşlar: Her rengin belirli taşlarla ilişkilendirildiği düşünülmektedir. Uygun renkte taşların taşınması, chakralardaki enerji dengesini sağlamaya yardımcı olabilir.


Renkli Gıdalar: Beslenme alışkanlıklarında, belirli renklerde gıdaların tercih edilmesi, vücudun ihtiyaç duyduğu vitamin ve mineral dengesini sağlamak amacıyla önerilmektedir.


Chakralar ve Kromoterapi

Kromoterapinin temelinde, renklerin chakralar üzerindeki etkisi yatmaktadır. Chakralar, insan vücudundaki enerji merkezleri olup, ruhsal ve fiziksel sağlığı etkileyen önemli noktalardır. Modern tıpta, chakraların karşılığı endokrin sistemdir. Her chakranın belirli bir rengi vardır ve bu renk, enerji dengesizliği durumunda tedavi amacıyla kullanılabilir. Örneğin:


Kök Çakra (Kırmızı): Güvenlik ve hayatta kalma ile ilişkilidir. Kırmızı renk, enerji verici ve güçlendirici etkiler taşır.

Sakral Çakra (Turuncu): Duygusal denge ve yaratıcılıkla bağlantılıdır. Turuncu renk, mutluluk ve enerji kaynağı olarak kabul edilir.

Solar Pleksus Çakrası (Sarı): Kendi gücü ve öz saygı ile ilişkilidir. Sarı renk, pozitif düşünce ve enerji taşır.

Kalp Çakrası (Yeşil): Sevgi, şefkat ve bağ kurma ile ilgilidir. Yeşil renk, huzur ve denge sağlar.

Boğaz Çakrası (Mavi): İletişim ve ifade ile bağlantılıdır. Mavi renk, sakinlik ve rahatlama hissi verir.

Alın Çakrası (İndigo): İçgörü ve sezgi ile ilgilidir. İndigo renk, derin düşünce ve farkındalık artırır.

Taç Çakra (Mor): Ruhsal bağlantı ve yüksek bilinç ile ilgilidir. Mor renk, ruhsal derinlik ve denge sağlar.

Modern Tıpta Kromoterapi

Kromoterapi, modern tıpta hâlâ tartışmalı bir konu olarak kabul edilmektedir. Bilimsel bir temeli olmadığı ve her bireyde farklı etkiler yaratabileceği belirtilmektedir. Ancak, renklerin psikolojik etkileri ve ruh halini değiştirme potansiyeli nedeniyle, bazı terapistler ve alternatif tıp uzmanları tarafından desteklenmektedir.


Kromoterapi, tarih boyunca farklı kültürlerde yer bulmuş ve günümüzde alternatif bir tedavi yöntemi olarak varlığını sürdürmektedir. Renklerin insan psikolojisi ve fiziksel sağlığı üzerindeki etkileri, bu uygulamanın ilgi görmesini sağlamaktadır. Her ne kadar bilimsel bir nitelik taşımadığı savunulsa da, bireylerin bu yöntemle kendilerini daha iyi hissetmeleri ve enerji dengelerini sağlamaları için bir seçenek sunmaktadır. Renklerin ve enerjilerin, insanların ruh hallerini ve bedenlerini nasıl etkileyebileceği konusunda daha fazla araştırma ve anlayış, gelecekte bu uygulamanın daha geniş bir kabul görmesine yol açabilir.

Kaynakça. 

Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi » Makale » Renk Kullanımının İnsan Psikolojisine Etkisi: Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi Örneği

acikerisim.uludag.edu.tr


 YENİ MODA KEÇİ YOGASI

EŞSİZ BİR YOGA DENEYİMİ

                                                                kaynak: getyourguide


NEVİN BİLGİN 

Keçi yogası, yoga seanslarında katılımcılarla etkileşim kuran keçilerle yapılan eğlenceli bir spor türü. Bu trend, özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nin Virginia eyaletinde ortaya çıkmış ve hızla popülerleşmiştir. 

Keçi yogası, geleneksel yoga pozlarını keçilerin neşeli varlığıyla birleştiren benzersiz bir yaklaşımdır. İlk olarak 2016 yılında Oregon'da bir çiftlik sahibi olan Lainey Morse tarafından tanıtılan bu uygulama, hızla sağlıklı yaşam dünyasını kasıp kavurdu ve hem Amerika Birleşik Devletleri'nde hem de uluslararası alanda yaygın hale geldi.

Keçi yogası Türkiye'de de Marmaris'te bir çiftlikte uygulanmaya başlamıştır. 

                         kaynak: mynet

Keçi Yogasının Faydaları

Keçi yogası, hem beden hem de zihin için birçok fayda sunar. Geleneksel yoga sayısız avantaj sağlarken, keçilerin varlığı pratiğe ekstra bir boyut katmaktadır. Keçilerin rahatlatıcı etkisi, yoga yapanların hem fiziksel hem de zihinsel sağlıklarını iyileştirmeye yardımcı olur.

Fiziksel Faydalar

Keçi yogası, esneklik, güç, denge ve koordinasyon gibi fiziksel becerileri geliştirme konusunda etkili bir uygulamadır. Keçilerle etkileşim kurarken, çeşitli yoga pozlarını denemek sizi esneme ve hareket alanınızı genişletme konusunda teşvik eder. Ayrıca, keçilerin nazikçe sırtınıza tırmanması veya sizi dürtmesi, core (karın) kaslarınızı çalıştırmanızı ve vücudunuzu stabilize etmenizi gerektirir. Bu da zamanla gücün artmasına neden olur.

Denge ve koordinasyon da keçi yogasının sağladığı önemli avantajlardandır. Keçilerin çevik hareketleri, yoga alanında beklenmedik zorluklar yaratabilir. Bu durum, vücudunuzun uzaydaki konumunu algılama yeteneğinizi artırarak kendinizi geliştirmeye yardımcı olur.

Zihinsel ve Duygusal Faydalar

Keçi yogası, zihinsel ve duygusal sağlığı da olumlu etkiler. Bu eşsiz uygulama, stresi azaltma ve rahatlamayı teşvik etme yeteneği ile dikkat çeker. Sevimli ve eğlenceli keçilerin varlığı, katılımcılara sakinleştirici bir etki sağlar. Kendinizi doğayla çevrili bir ortamda hayal edin; keçiler etrafınızda dolaşırken yoga pozları yapıyorsunuz. Bu huzurlu atmosfer, zihinsel rahatlama ve huzur hissi yaratır.

Keçi yogası ayrıca mutluluğun artmasına da katkı sağlar. Keçilerle etkileşim kurmak, neşe ve eğlence dolu anlar yaşamanıza olanak tanır. Bu beklenmedik bağlantılar, ruh halinizi iyileştirir ve kendinizi daha mutlu hissetmenizi sağlar.

Keçi yoga dersine girdiğinizde sizi arkadaş canlısı ve enerjik bir keçi grubu karşılayacaktır. Bu sevimli hayvanlar, yoga seansına katılmak için özel olarak eğitilmiştir ve hem insanlar hem de keçiler için uyumlu bir ortam yaratır. Keçiler genellikle küçük boyutludur, bu da onları idare etmeyi ve onlarla etkileşim kurmayı kolaylaştırır.

Yoga seansı başlamadan önce, eğitmen sizi keçilerle tanıştıracak ve ırkları ile kişilikleri hakkında bazı bilgiler verecektir. Bu giriş, keçileri kişisel düzeyde tanımanıza olanak tanır ve sizinle bu tüylü dostlar arasında bir bağlantı kurar. Keçiler, seans boyunca katılımcılarla samimi bir etkileşimde bulunarak yoga pratiğinizi daha da keyifli hale getirecektir.

Keçi Yogası Nasıl Yapılır?

Keçi yoga seansları genellikle bir çiftlikte veya açık hava ortamında gerçekleşir. Katılımcılar, yoga yaparken doğa ile bağlantı kurma fırsatı bulur. Seans, katılımcıların keçilerle tanışma ve onlarla bağ kurma fırsatını bulduğu bir giriş ile başlar. İlk etkileşim, rahat ve neşeli bir atmosfer yaratır.

Ders sırasında, sertifikalı bir yoga eğitmeni katılımcılara rehberlik eder. Uygulamalar, yeni başlayanlardan deneyimli yogilere kadar tüm seviyelere uyacak şekilde ayarlanır. Katılımcılar, keçilerin varlığı sayesinde kendilerini daha rahat hissetmekte ve öz bilinçlerini bırakmaktadır.

Keçi Yogasına Katılmak İçin İpuçları

Uygun Giyinin: Kolay hareket etmeye izin veren rahat giysiler giyin. Keçilere takılabilecek veya hareketlerinizi engelleyebilecek bol giysilerden kaçının.

Bir Yoga Matı Getirin: Çoğu keçi yoga dersi, katılımcıların kendi matlarını getirmelerini gerektirir. Kaymaz bir paspas kullanmak, güvenliği artırır.

Alerjilere Dikkat Edin: Hayvanlara veya samana karşı alerjiniz varsa, önlem almak önemlidir. Dersten önce antihistaminikler almayı düşünün.

Keçilere Saygı Gösterin: Keçiler, yaşayan varlıklar olarak nezaket ve saygı görmelidir. Onları ürkütebilecek davranışlardan kaçının.

Vücudunuzu Dinleyin: Kendinizi zorlamayın. Gerektiğinde mola verin ve pozları gerektiği gibi değiştirin.

Genel olarak, keçi yogası, yoga uygulamalarının fiziksel ve zihinsel etkilerini hayvan etkileşiminin terapötik etkileriyle birleştirerek katılımcılara eğlenceli ve alışılmadık bir deneyim sunar. 


Keçi Yogası Nedir? Tanım, Kökenler, Faydalar ve Daha Fazlası – YogaDura

Karşınızda Ahırda Keçi Yogası! Yeni Trend, Akıllara 'Türkiye'de Ne Zaman Görürüz?' Sorusunu Getirdi

Yeni trend keçi yogası | Euronews

YENİ AKIM: KEÇİ YOGASI - Son Dakika Haberleri


 İŞTE DÜNYANIN FEMİNİST ŞEHİRLERİ! 

NEDEN TÜRKİYE'DE YOK?



NEVİN BİLGİN 

Toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı şehircilik uygulamaları, kentlerin herkes için daha güvenli, erişilebilir ve yaşanabilir olmasını sağlamak amacıyla dünya çapında giderek önem kazanıyor. Bazı şehirler, bu konuda attıkları yaratıcı ve kapsayıcı adımlarla feminist şehircilik anlayışını benimseyerek topluma örnek oluyor. 

İşte, feminist şehircilik anlayışının öncüsü olan bazı şehirler ve toplumsal eşitlik odaklı yaklaşımları:

Barcelona, İspanya ve Süper Blok Projesi

Barselona, kadınlar için daha güvenli ve erişilebilir kamusal alanlar yaratmak konusunda çeşitli girişimlerde bulunuyor. Bu bağlamda geliştirdiği "Süper Blok" projesi, araç trafiğini azaltarak yaya dostu alanlar yaratmayı hedefliyor. Trafiğe kapatılan bu alanlarda parklar, banklar ve çocuk oyun alanları gibi toplumsal yaşamı destekleyen sosyal alanlar bulunuyor. Bu yaklaşım, şehri kadınlar ve çocuklar için daha güvenli bir hale getirirken, yaya güvenliğine de katkıda bulunuyor.

Glasgow, Birleşik Krallık ve Feminist Kent Ağı

2022 yılında Birleşik Krallık'ın ilk feminist kenti olarak ilan edilen Glasgow, bu unvanı yalnızca sembolik olarak değil, kapsamlı bir şehir planlama vizyonu olarak taşıyor. Şehirde kurulan Liverpool Feminist Kent Ağı, akademik araştırmaları birleştirip daha kapsayıcı kentsel ortamlar yaratmak amacıyla çalışıyor. Şehir, kadınları ve toplumun farklı kesimlerini merkeze alan projeler geliştirerek, cinsiyet eşitliği odaklı şehircilik anlayışını güçlendiriyor.



Viyana, Avusturya ve Kadınlar için Güvenli Alanlar

Toplumsal cinsiyet duyarlı kentsel planlaması ile tanınan Viyana, feminist şehircilik alanında önemli bir örnek. Şehir, kadınlar ve aileler için kamu alanlarını ve ulaşım sistemlerini, toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifine göre yeniden tasarlıyor. Bu uygulamalar arasında parklarda güvenli yürüyüş yolları, çocuklu kadınlar için oyun alanları ve toplu taşımada güvenli alanlar gibi düzenlemeler yer alıyor. Bu yaklaşım, kentte yaşayan herkesin kendini daha güvende ve rahat hissetmesini amaçlıyor.

Tokyo, Japonya ve Kadınlar için Daha Çok Kamu Tuvaleti

Tokyo, kadınlar için güvenliği ve erişilebilirliği artırmaya yönelik önlemler alarak, feminist şehircilik vizyonuna katkı sağlıyor. Şehirde halka açık alanlarda daha iyi aydınlatma sağlanırken, kadınlar için daha fazla kamu tuvaleti inşa ediliyor. Bu tür iyileştirmeler, kadınların günlük hayatlarında kendilerini daha güvende hissetmelerine olanak tanıyor ve Tokyo’nun toplumsal cinsiyet eşitliği adına atılan somut adımlarla öne çıkmasını sağlıyor.

New York City, ABD ve Vision Zero Girişimi

New York City de feminist şehircilik anlayışını destekleyen pek çok program ve girişime sahip. "Vision Zero" girişimi, trafik kazalarını azaltmak ve yaya güvenliğini artırmak amacıyla başlatıldı. Bu program, özellikle kadınlar ve çocuklar için güvenli yollar ve kavşaklar tasarlayarak, toplu taşımada güvenliği artırıyor. Aynı zamanda, New York’ta kadınları ve toplumsal cinsiyet eşitliğini destekleyen çeşitli sosyal hizmetler ve programlar da mevcut.

Umea, İsveç ve Kadınlar için Güvenli Alanlar

Umeå, İsveç'in en önde gelen feminist şehirlerinden biri olarak tanınıyor. Şehir, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak amacıyla çeşitli uygulamalara ve projelere imza atıyor. Umeå'da gerçekleştirilen bazı uygulamalar arasında:

Toplumsal Cinsiyet Duyarlı Şehir Planlaması: Umeå, şehir planlamasında toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeterek, kadınların ihtiyaçlarını ön planda tutan bir yaklaşım sergiliyor. Bu kapsamda, ulaşım sistemleri, parklar ve kamu alanları kadınların güvenliğini artıracak şekilde tasarlanıyor.

Kadınlar için Güvenli Alanlar: Şehirdeki park ve yeşil alanlarda kadınların kendilerini güvende hissetmeleri için aydınlatma, görünürlük ve tasarım unsurlarına dikkat ediliyor. Böylece, kadınların bu alanlarda daha rahat vakit geçirebilmeleri sağlanıyor.

Eğitim ve Bilinçlendirme: Umeå, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda eğitim programları ve bilinçlendirme kampanyaları düzenleyerek, toplumun tüm kesimlerini bu konudaki farkındalığı artırmaya teşvik ediyor.

Neden Türkiye'de Yok?

Feminist şehircilik; kapsayıcı, güvenli, erişilebilir ve toplumsal cinsiyet eşitliğini odağına alan bir yaklaşım. Ancak, Türkiye’de bu yönde kapsamlı bir girişim veya politika geliştirilebilmiş değil. Şehirlerimizin planlamasında toplumsal cinsiyet eşitliğine öncelik veren, kadınların ve toplumun diğer hassas gruplarının ihtiyaçlarını göz önünde bulunduran bir bakış açısına henüz rastlanmıyor. Kadınların güvenliği, yaya dostu alanların artırılması, toplumsal cinsiyet duyarlı kamusal alan düzenlemeleri gibi konular, Türkiye'deki şehircilik politikalarında yeterince yer bulmuyor. Kadınlar artık başıboş köpekler ya da güvensiz olması nedeniyle parklara bile giremez olmuş durumda. 


30 Ekim 2024 Çarşamba

 ORTAÇAĞ'DA  TASARRUF TEDBİRLERİ

GÖRKEMLİ DÜĞÜN VE İHTİŞAMLI KUTLAMALAR SINIRLANDIRILDI

PAHALI KUMAŞ VE SÜSLEMELERE SINIR GETİRİLDİ

KADINLARIN ALTIN KUMAŞ VE SÜSLÜ PELERİN GİYMESİ YASAKLANDI

DÜĞÜNLERDE SADECE BELLİ YEMEKLER SUNULABİLDİ

YÜKSEK TOPUKLU AYAKKABILAR YASAKLANDI

GONDOLLAR SİYAHA BOYANDI

İNCİ TAKMAK VENEDİK'TE TAMAMEN YASAKLANDI

YATAK ODASI SÜSLEMESİ SINIRLANDIRILDI



 NEVİN BİLGİN 

Venedik hükümeti, şehirde hızla büyüyen tüketim alışkanlıklarının yaratacağı toplumsal huzursuzluktan ve olası bir sınıf çatışmasından endişe duyuyordu. Yoksulların zenginlere karşı ayaklanması, şehirdeki ekonomik ve sosyal dengeleri tehdit eden en büyük risklerden biriydi. Toplumsal eşitsizliği ve aşırı harcamaları dizginlemek amacıyla, yalnızca halkı değil, soylular dahil yönetici sınıfı da kapsayan katı tüketim yasaları çıkarıldı. 

Ceren Altunbeğ Turgut'un Venedik'in Doğu ile Ticareti, Ticaretin Venedik Yaşamı'na Etkileri başlıklı doktora tezinde, Venedik’in aristokrasisi, ihtişamı kontrol altına almak ve toplumda dayanışmayı korumak adına pek çok radikal düzenlemeye imza attı. İşte Venedik’in bu ihtişam ve tüketim çılgınlığını önlemek için aldığı çarpıcı önlemler:

Görkemli Düğünlere ve İhtişamlı Kutlamalara Fren

1299’da çıkarılan yasayla düğün törenleri, kutlamalar ve kadınların lüks kıyafetleri için yapılan harcamalar sınırlandırıldı. Bu yasalar, yalnızca halkı değil, soylular dahil yönetim üyelerinin tümünü kapsıyordu. Yasak, toplumsal eşitsizliği azaltmak için toplumun her kesiminde ihtişamın ölçüsüz kullanımını engellemeyi amaçlıyordu. Bu girişimden sonra, 1307 ve 1334 yıllarında da benzer yasalar yürürlüğe girdi.



Pahalı Kumaşlar ve Süslemelere Yasak

1334'te çıkarılan bir başka yasa, kadınların altın kumaş giymesi ve süslü pelerinler taşımasını yasakladı. 10 yaşından büyük erkeklerin de ipek, kadife veya altın işlemeli giysiler giymesi yasaktı. İzin verilen süslemeler yalnızca gümüş ve altından yapılmış düğmelerle sınırlıydı. 1472’de düğün törenlerinde lüks yemekler yasaklandı ve yalnızca belirli yiyeceklerin sunulmasına izin verildi.

Mütevazi Ayakkabılar ve Gösterişsiz Gondollar

15. yüzyılda popülerleşen yüksek platformlu “chopine” ayakkabılar, statü simgesi haline geldiğinde Venedik hükümeti bu ihtişamı da kontrol altına almaya çalıştı. 1430'da çıkarılan yasayla, yüksek topuklu ayakkabılar üretmek veya giymek yasaklandı. Bunun yanı sıra, gondolların tümü siyaha boyandı, böylece zenginler ile halk arasındaki gösterişli farklılık azaltılmaya çalışıldı.

İnci ve Diğer Lüks Takılara Katı Kısıtlamalar

Zenginliğin göstergesi olan inciler, önce tek bir boncuk dizisiyle sınırlanmıştı, ancak bu kural ihlal edilince 1497'de Venedik'te inciler tamamen yasaklandı. Venedikli cam ustaları, bu boşluğu doldurmak için sahte inciler üretmeye başladı. Yine de gerçek incilerin ihtişamını tam anlamıyla yansıtmasalar da, sahte inciler kadınlar arasında popülerlik kazandı.



Müsrif Dekorasyona Karşı Sıkı Önlemler

1476 yılında çıkan yasayla, özel saraylarda dekorasyon ve mobilya harcamalarına bile sınırlar getirildi. Yatak odasının süslemesi için ayrılan bütçe 150 duka ile sınırlandırıldı. Bu yasa, soyluların gösterişli saraylarını bile ekonomik sınırlarla dizginledi.

Venedik’in bu harcama yasaları, yalnızca halkı değil, aristokratları ve soyluları da kapsıyordu. Bu kısıtlamalar, zenginliği ölçülü kullanarak toplumsal uyumu koruma çabasıydı. Venedik Senatosu, bu yasaları bir hükümet aracı olarak kullanarak şehrin ekonomik ve toplumsal dengesini sağlamayı amaçladı. 

29 Ekim 2024 Salı

 ÇÖREKTEN JELİBONA

KÖY PAZARLARI TEZGAHLARINDA JELİBON, CİPS, BİSKÜVİ

ÇAYIN YANINDA HALA KAYMAKLI BİSKÜVİ,  CİPS Mİ YİYORSUNUZ?



Köy pazarlarında bir zamanlar yerel otlardan yapılmış gözlemeler, mis gibi kokan ekmekler, annelerimizin elinden çıkma çörekler vardı; şimdi ise renkli paketler, abur cubur reyonları ve parlak jelibonlarla dolmuş tezgâhlar... İnsanlar, çayın yanına kaymaklı bisküvi ya da janjanlı cipsler uzatır olmuş. Peki, nerede kaldı o eski tatlar, o doğal dokunuş? Köy pazarı, tarladan gelmiş domates, dalından kopmuş üzüm, köyün taş fırınından çıkma ekmek demekti; bu dönüşüm nasıl geldi, nasıl girdi köyün pazarına bu işlenmiş gıdalar?

Reklamlar çocukların zihinlerini çalıyor, rengârenk paketler onların gözlerini kamaştırıyor. Avrupa’da bu kadar reklam görmek mümkün değil, yiyecekler oldukça iyi denetleniyor, reklamların çocukları etkilemesi sıkı kurallara bağlanmışken, burada neden bir önlem alınmış değil? 

Çocuklar, bilinçsizce bu paketleri açıyor; büyüdüklerinde ise işlenmiş gıdalardan başkasını bilmeyen bir nesil olarak karşımıza çıkıyorlar. Eskiden köyde sofraya oturmak, toprağın sunduğu nimetin değerini bilmek demekti; şimdi ise sağlıksız bir hızla tüketilen bu yapay tatlara kapılmış bir nesil var. Obezite, kanser, kalp hastalıkları, şeker hastalıkları...

Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) verilerine göre, dünya genelinde obezite oranları son yıllarda dramatik bir artış gösteriyor: Her sekiz kişiden biri, yani dünya çapında 1 milyardan fazla insan, obezite ile yaşıyor. DSÖ'nün araştırmaları, küresel yetişkin obezitesinin 1990’dan 2022’ye iki katına çıktığını, ergen obezitesinin ise dört katına yükseldiğini ortaya koyuyor. Obezite oranlarının en fazla arttığı bölgeler arasında  Karayipler, Orta Doğu ve Kuzey Afrika gibi alanlar yer alıyor. Sağlıksız gıda tüketiminin artışı, hareketsizlik ve besleyici gıdalara erişim zorluğu gibi faktörler, bu sorunu derinleştirirken, düşük ve orta gelirli ülkelerdeki çocukları ve yetişkinleri özellikle savunmasız bırakıyor.


Yetişkinler bile bu değişime kayıtsız değil. Çayın yanına bisküvi ikram etmek kolay geliyor; hazır paketlerden bir paket cips açmak alışkanlık halini almış durumda. Geleneksel lezzetler unutulurken, köyde dahi insanlar doğallıktan uzaklaşmış, şehirdeki sağlıksız alışkanlıklara kapılmış halde. Sahi, bu köy pazarlarında neyi kaybettik biz? Bu renkli paketlerin arkasında, sağlıklı bir nesil yetiştirme idealini mi, yoksa köyün kendine has ruhunu mu?

Özlemle hatırlanan o eski tezgâhlara, yerel tatlara, sağlıklı geleneklere dönüşün zamanı gelmedi mi?

 


 OSMANLI'DAN GÜNÜMÜZE TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİ

İLK İLİŞKİ KORSAN SALDIRILARI,  TİCARET ANLAŞMALARI VE AMERİKA'NIN SAVAŞ GEMİSİ SATMASIYLA BAŞLADI

ENVER PAŞA, ROBERT KOLEJ AÇILIŞINDAN

BAYAR'IN 52 GÜNLÜK ABD GEZİSİNE

ÇUVAL KRİZİNDEN OBAMA'NIN MECLİS'TE KONUŞMASINA




NEVİN BİLGİN 

Osmanlı İmparatorluğu’ndan günümüze uzanan Türk-Amerikan ilişkileri, tarihin farklı dönemlerinde önemli değişim ve gelişmelere sahne olmuştur. İki ülke arasındaki ilk resmi temas, 1830 yılında imzalanan Ticaret ve Seyr-i Sefain Antlaşması ile gerçekleşmiştir. Bu antlaşma, Türkiye ile ABD arasında ticari ve diplomatik ilişkilerin temelini atmıştır.


yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla birlikte bu ilişkiler yeniden şekillenmiştir. Mustafa Kemal Atatürk döneminde, Türkiye'nin modernleşme ve batılılaşma çabalarına ABD’nin sağladığı destek önemli bir rol oynamıştır.

II. Dünya Savaşı sonrası dönemde, Soğuk Savaş’ın etkisiyle Türkiye’nin NATO’ya katılımı ve Batı Bloku ile entegrasyonu, Türk-Amerikan ilişkilerini daha da güçlendirmiştir. Adnan Menderes döneminde ise, ABD ile ekonomik ve askeri işbirliği artmış, ilişkiler yeni bir ivme kazanmıştır. Soğuk Savaş sonrası dönemde, bu işbirlikleri daha da derinleşmiştir.

Günümüzde, iki ülke arasında ticaret, savunma ve diplomasi alanlarında geniş kapsamlı işbirlikleri ve stratejik ortaklıklar devam etmektedir. Bu ilişkilerin dinamik yapısı, zaman zaman yaşanan siyasi gerilimlere rağmen, ortak çıkarlar doğrultusunda güçlü kalmayı başarmıştır. Türk-Amerikan ilişkileri, tarihsel derinlikleri ve çok boyutlu yapısıyla, uluslararası arenada önemli bir yere sahiptir. 


Korsan Saldırılarıyla Başladı

Osmanlı İmparatorluğu ile ABD arasındaki ticaret, Akdeniz'deki korsan saldırıları nedeniyle sekteye uğrayınca, ABD Osmanlı ile diplomatik ilişkiler kurma çabasına girişti. ABD’nin önde gelen kurucu liderlerinden olan Benjamin Franklin, Thomas Jefferson ve John Adams’ın yer aldığı heyet, Osmanlı devletinin Kuzey Afrika eyaletleriyle anlaşmalar yapılması için görevlendirildi ve 1796-1797 yıllarında ticari anlaşmalar imzalandı. Bu anlaşmalar, Osmanlı ile ABD arasındaki ilk resmi ticaret ilişkilerini başlattı ve ABD, İzmir, İstanbul ve Lübnan gibi Osmanlı şehirlerine konsolos atamaları gerçekleştirdi.

Osmanlı Donanmasının Yakılması ve ABD ile Yakınlaşma

1827'de Navarin Deniz Savaşı’nda Osmanlı donanmasının Avrupa donanmaları tarafından yakılması, Osmanlı’nın ABD’ye olan ilgisini arttırdı. Amerikan ticaret gemilerinin Boğazlar’dan serbest geçişi, gümrük indirimleri ve hukuki anlaşmalar yapılması bu dönemin önemli gelişmelerindendi. ABD’nin Osmanlı’ya savaş gemileri satması ve Amerikalı mühendislerin Osmanlı tersanelerinde çalışması, iki ülke arasındaki ticari ve teknik işbirliğini derinleştirdi.

Misyonerlik Faaliyetleri ve Osmanlı Topraklarındaki Gerilimler

1830’da imzalanan Ticaret ve Seyr-i Sefain Antlaşması ile ABD misyonerleri Osmanlı topraklarında faaliyet göstermeye başladı. Ancak bu durum, Osmanlı Devleti açısından bazı zorlukları da beraberinde getirdi; misyonerlerin yerel halka yönelik çalışmaları, özellikle Ermeni ve Rum toplumları üzerinde etkili oldu. 

Osmanlı, Amerika ve Avrupalı devletlerin desteğiyle artan milliyetçilik hareketlerine karşı itidalli bir politika izlemeye çalışsa da, misyoner faaliyetleri ilerleyen dönemde Osmanlı’nın parçalanmasında rol oynadı. Amerikan misyoner okullarının çoğalması ve Ermeni meselesine ABD’nin müdahil olması, Osmanlı ile ABD arasında gerginlikleri artırdı.

İttihat ve Terakki’nin Amerika Politikasında Dönüm Noktası

II. Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki, ABD’yi kendi tarafına çekmeye çalıştı. 1914'te Enver Paşa, kardeşinin de öğrenim gördüğü Robert Koleji'ndeki açılış törenine katılarak bu ilişkilere sembolik bir önem atfetti. Ancak I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın ABD’ye savaş ilan etmesi, diplomatik ilişkilerin kopmasına yol açtı. Paris Barış Konferansı’nda, ABD Başkanı Wilson’ın İzmir’e Yunanlıların çıkmasına destek vermesi, Osmanlı topraklarının paylaşımı konusundaki Batılı devletlerin planlarını gözler önüne serdi.

Kurtuluş Savaşı ve ABD’nin İşgal Güçlerine Desteği

Kurtuluş Savaşı sırasında ABD, işgalci güçlere donanmasıyla destek verdi. Tarafsız olduğunu iddia etmesine rağmen Samsun gibi kıyı şehirleri Amerikan gemilerince bombalandı. Ayrıca, İttihat ve Terakki yönetimi tarafından kaldırılan kapitülasyonların devamı için İstanbul’daki İngiliz, Fransız ve İtalyan Yüksek Komiserlerinin Türk yönetimine verdikleri nota ABD tarafından desteklendi. 

1919-1927 arasında Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nde Amerikan Yüksek Komiseri olarak görev yapan Amiral Bristol de ilişkilerde etkili bir rol oynadı. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken ABD ile ekonomik bağları güçlendirmek isteyen TBMM, 1923'te Chester Teşvikleri yasasını kabul ederek, Amerikan şirketlerini Türkiye’de yatırıma teşvik etti.

                          Kaynak: Wikipedia

Cumhuriyet Dönemi ve Chester İmtiyazı ile Ekonomik Yakınlaşma

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte TBMM ve yeni hükümet, ABD ile ekonomik ilişkilerini güçlendirmek amacıyla adımlar attı. 10 Nisan 1923'te Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Ottoman-American Development Company arasında "Chester İmtiyazı" adıyla bilinen bir anlaşma imzalandı. Projenin amacı, Osmanlı topraklarında demiryolu hatlarını genişletmek ve petrol kaynaklarını geliştirmekti. Amerikan donanmasından Amiral Colby Mitchell Chester’in adıyla anılan bu proje, Osmanlı İmparatorluğu'nun modernleşme ve ekonomik kalkınmasına destek sağlamak amacıyla başlatıldı. Ancak, Amerika Birleşik Devletleri Senatosu'nun anlaşmayı onaylamaması ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 18 Ağustos 1923'te bu imtiyazı iptal etmesi nedeniyle proje uygulanamadı.

Cumhuriyet Dönemi Türk-Amerikan İlişkileri

Cumhuriyet döneminde Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilk resmi diplomatik ilişki, Lozan Barış Konferansı sırasında, 6 Ağustos 1923’te imzalanan ikili anlaşmayla kuruldu. Bu anlaşma, iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin devletler hukuku çerçevesinde düzenlenmesini, konsoloslukların açılmasını ve Osmanlı döneminden kalma kapitülasyonların kaldırılmasını öngörüyordu. Ancak, ABD Senatosu’ndaki Ermeni Sorunu, Türkiye’deki Amerikan okullarının durumu ve azınlıkların korunması gibi hassas konular nedeniyle anlaşma onaylanmadı; bu nedenle Türkiye Büyük Millet Meclisi de anlaşmayı onaylamadı.

Geçici olarak düzenlenen Amerikan-Türk ilişkileri, 24 Aralık 1923’te iki ülke vatandaşlarının hak ve çıkarlarına ilişkin bir nota alışverişi ile sürdürüldü. Ardından, 20 Temmuz 1926’da ticari ilişkileri düzenleyen bir diğer nota alışverişi yapıldı. İlişkiler, 17 Şubat 1927’deki nota değişimiyle "modus vivendi" olarak tanımlanan geçici bir anlaşma çerçevesinde normalleşti ve olağan diplomatik düzene kavuştu.

Soğuk Savaş yıllarında ise bu ilişki yeni bir evreye girerek Türkiye ve ABD arasında daha sıkı siyasi ve askeri iş birliğinin temelleri atıldı.

Soğuk Savaş'tan Günümüze

Türkiye, II. Dünya Savaşı'nın son dönemlerinde Amerika Birleşik Devletleri ve müttefikleri yanında yer alarak Almanya'ya savaş ilan etti. Bu dönemde başlayan Soğuk Savaş ile birlikte Türkiye, ABD ve Sovyetler Birliği arasında denge kurmaya çalıştı. 1947'de ABD, Truman Doktrini kapsamında Türkiye'ye ekonomik ve askeri yardım yapmayı onayladı. Sovyet lideri Stalin'in Türkiye'den toprak talebinde bulunması, Türkiye'nin Batı ile daha güçlü bir ilişki kurmasını zorunlu kıldı; bu bağlamda Türkiye 1952'de NATO'ya üye oldu ve 1954'te ABD’nin İncirlik Hava Üssü'nü kurmasına izin verildi.

Adnan Menderes döneminde (1950-1960) Türkiye-ABD ilişkileri, ülkenin uluslararası konumunu güçlendiren önemli gelişmelere sahne olmuştur. Menderes, Türkiye'nin başbakanı olarak, ABD ile ilişkileri derinleştirmeye yönelik birçok adım atmıştır. İşte bu dönemdeki bazı önemli noktalar:

1. NATO Üyeliği

1952 yılında Türkiye, NATO’ya üye oldu. Bu üyelik, Türkiye’nin Batı bloğuyla daha yakın ilişkiler kurmasını sağladı ve ülkenin güvenliğini artıran bir adım olarak değerlendirildi.

2. Marshall Planı

Türkiye, Marshall Planı kapsamında önemli ekonomik yardımlar aldı. Bu destek, Türkiye’nin ekonomik kalkınmasına yönelik adımlar atmasını sağladı ve ülkenin sanayileşmesine katkıda bulundu.

3. Resmi Ziyaretler

Menderes, 1954 ve 1959 yıllarında ABD’ye resmi ziyaretler gerçekleştirdi. Bu ziyaretler, iki ülke arasındaki dostluk ve işbirliği bağlarını güçlendirdi ve karşılıklı anlayışı pekiştirdi.

4. Ekonomik ve Askeri Destek

ABD, Türkiye’ye hem ekonomik hem de askeri destek sağladı. Bu destek, Türkiye’nin ekonomik krizden kurtulmasına ve askeri kapasitesini artırmasına yardımcı oldu.

Bu dönem, Türkiye’nin Batı dünyasına daha yakınlaşmasının ve ekonomik kalkınmasının önemli bir aşaması olarak kabul edilmektedir. Menderes’in liderliği altında atılan bu adımlar, Türkiye’nin uluslararası arenada daha etkili bir aktör haline gelmesine katkıda bulunmuştur.

                            Bayar, ABD Kongresi'nde konuşurken. Kaynak: Wikipedia

Celal Bayar'ın 52 Günlük Gezisi

Celal Bayar, 1954 yılında ABD’ye gerçekleştirdiği 52 günlük ziyaretiyle Türkiye-ABD ilişkilerine önemli katkılarda bulunmuştur. Bu ziyaret, bazı kesimler tarafından emperyalist ülkelerin Türkiye’ye "keyif yaptırma" gezisi olarak nitelendirilmiştir. Bayar ve beraberindekiler, İngiltere’den gemiyle Amerika’ya seyahat etmiştir.


Ziyaret boyunca Amerika Birleşik Devletleri’nde büyük bir ilgiyle karşılanmış, özellikle Washington’da yapılan resmi törenlerde önemli onurlar kazanmıştır. Bayar, bu törenlerde ABD’nin en yüksek madalyası olan Liyakat Madalyası ile ödüllendirilmiştir.


Bayar'ın bu gezisi, Türkiye ile ABD arasındaki dostluğu ve işbirliğini pekiştirerek, iki ülkenin ilişkilerinin güçlendirilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bu ziyaret, dönemin uluslararası politik atmosferinde Türkiye'nin konumunu daha da sağlamlaştırmıştır.

İlk Gerilimler ve Johnson Mektubu

1960'larda Türkiye-ABD ilişkilerinde gerginlikler yaşanmaya başladı. Küba Füze Krizi sırasında ABD’nin Türkiye’deki askeri varlığı hakkında Sovyetler ile pazarlık yapması ve ardından 1964 yılında dönemin ABD Başkanı Lyndon Johnson’ın Başbakan İsmet İnönü'ye gönderdiği, NATO'nun Türkiye'yi desteklemeyeceğini belirten Johnson Mektubu, ilişkileri gerdi. Bu mektup, Türkiye'de NATO'dan ayrılma çağrılarına neden oldu.

Kıbrıs Sorunu ve Ambargo Dönemi

1974 Kıbrıs Harekâtı sonrasında ABD, Türkiye'ye askeri ambargo uyguladı. Bu ambargo, Türkiye’nin savunma sanayisini güçlendirme ve kendi askeri ihtiyaçlarını karşılayacak altyapıyı kurma kararını tetikledi; ASELSAN ve ROKETSAN gibi savunma sanayi şirketleri bu dönemde kuruldu. Ambargo, 1978’de ABD Kongresi tarafından kaldırıldı; ancak ilişkilerdeki soğukluk uzun süre devam etti.


                                  Özal ve Bush Boğaz Turu, kaynak: Wikipedia

1980-1990'lı Yıllarda İşbirliği ve Körfez Savaşı

1980’lerde ABD ile ilişkiler yeniden olumlu yönde gelişmeye başladı. Turgut Özal döneminde Türkiye, ABD ile yakın işbirliği içinde hareket etti; özellikle Körfez Savaşı’nda ABD’ye destek verdi. Ancak Kıbrıs ve Ermeni meselesi gibi konular ilişkilerde bazı sorunlar yarattı.

Irak Savaşı ve Çuval Krizi

11 Eylül saldırıları sonrası Türkiye, ABD’ye terörle mücadelede destek sağladı; ancak 2003'te ABD'nin Irak'ı işgal etme isteği, Türk kamuoyunda büyük tepkiye yol açtı. TBMM, ABD'nin Türk topraklarını kullanma talebini reddetti. Bu olay ve 2003'te Süleymaniye’de Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesi, ilişkileri daha da gerdi.

              Obama, TBMM konuştu. 2009 Kaynak: Wikipedia

Filistin Sorunu ve PYD/YPG Krizi

ABD’nin İsrail yanlısı politikaları Türkiye’yi Filistin tarafında konumlandırdı. 2010'lu yıllarda ise ABD’nin PYD/YPG ile olan işbirliği, Türkiye-ABD ilişkilerinde başka bir gerilim kaynağı oldu. Türkiye, YPG'yi PKK ile eşdeğer bir tehdit olarak görürken, ABD YPG'yi IŞİD'e karşı müttefik olarak desteklemeye devam etti.

Fethullah Gülen'in İadesi Talebi ve Vize Krizi

2016 darbe girişiminden sonra Türkiye, ABD’de yaşayan FETö Elebaşı Fethullah Gülen'in iadesini talep etti; ancak ABD'den bu talebe olumlu yanıt gelmedi. 2017'de yaşanan vize krizi, iki ülke arasındaki sorunları daha da derinleştirdi.

Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi alımı, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilişkilerde önemli bir kriz yarattı. S-400'lerin NATO sistemleriyle uyumsuzluğu nedeniyle ABD, Türkiye’nin bu sistemi almasına şiddetle karşı çıktı. Özellikle ABD, Türkiye’nin bu anlaşmayı iptal etmesi için çeşitli baskılar uyguladı ve Türkiye'nin F-35 programından çıkarılacağını duyurdu.

2019 yılında Türkiye, S-400 bataryalarının teslimatını aldı ve bu, ABD'nin Türkiye'ye yaptırım uygulama kararına yol açtı. Bu yaptırımlar, CAATSA (Amerika’nın Hasımlarıyla Yaptırım Yoluyla Mücadele Etme Yasası) kapsamında uygulandı ve Türkiye Savunma Sanayii Başkanlığı ile bazı yetkililere yönelik ekonomik yaptırımları içeriyordu.

Kaynakça: 

Bulut, Semih, Atatürk Dönemi Türkiye ABD İliişkileri (1923-1938) 

https://dergipark.org.tr/tr/pub/ankuayd/issue/42248/508275?form=MG0AV3

https://tr.wikipedia.org/wiki/Amerika_Birle%C5%9Fik_Devletleri-T%C3%BCrkiye_ili%C5%9Fkileri

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/618966

https://dergipark.org.tr/tr/pub/birtop/issue/29437/315329?form=MG0AV3

https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/demokrat-parti-donemi-turkiye-abd-iliskileri/?form=MG0AV3

https://www.kocaeligazetesi.com.tr/makale/19543555/mtanzer-unal/celal-bayarin-52-gunluk-abd-gezisi-ne-anlama-geliyor?form=MG0AV3

https://www.youtube.com/watch?v=rpposic9Mow&form=MG0AV3

28 Ekim 2024 Pazartesi

 29 Ekim 1923 TBMM Oturumu ve Müzakereler


 orjinal tutanakların linki
https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d02/c003/tbmm02003043.pdf


1. Oturumun Başlangıcı:


29 Ekim 1923 tarihinde saat 18.00'de TBMM, İsmet İnönü başkanlığında toplandı.


İlk olarak doktorların mecburi hizmetini düzenleyen bir kanun teklifinin ilk maddesi kabul edildi.


2. Cumhuriyet’in İlanı İçin Görüşmeler:


"Türkiye Devleti'nin şekli Hükümeti Cumhuriyettir" ve "Türkiye Cumhurbaşkanı, TBMM tarafından seçilir" hükümlerini içeren teklif üzerinde tartışmalar başladı.


Kanunu Esasi Encümeni Reisi Yunus Nadi Bey, teklifin savunmasını yaparak şöyle konuştu:


"Hükümeti tesis etmek şerefi Birinci Meclis'e ait ise; bu esası takviye ve ila etmek şerefi de bu Meclisi Aliye ait olacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu kanunun birinci maddesiyle, hakimiyeti bilakaydüşart millete veren ve mukadderatını bizzat milletin idare etmesi için bir şekli Hükümet kabul etmiş ve onun için yaşamakta bulunmuştur. Biliyorsunuz ki bu şekil Hükümetin adı; usulü Cumhuriyyettir."


3. Tartışmalar ve Görüşler:


Konya Milletvekili Eyüp Sabri Efendi, "Arkadaşlar, bizim hükümetimiz bugün Cumhuriyet olmuyor. Teşekkül ettiği günden beri Cumhuriyet olmuştur" dedi.


Bu tartışma sırasında, Meclisin Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda değişiklik yapma yetkisine sahip olup olmadığı konusunda da görüşler dile getirildi. Eyüp Sabri Efendi, "Bizde öteden beri kavanini mevzuamızda Millet Meclislerinin gerek Kavanini Esasiye ve gerek Teşkilat-ı Esasiyeyi tadile salahiyeti vardır" diyerek, Meclis'in bu yetkisini savundu.


Antalya Milletvekili Rasif Efendi, "Bilirsiniz ki bu Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, Türk milletinin asırlardan beri hukukunu istirdat için mücadele ederek elde ettiği bir hakkıdır. Bugün Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun bazı maddelerini tavzih ile hakkın ebediyen bu milletin kendi eli ile idare edileceğini aleme ilandan başka bir şey değildir" dedi.


Eskişehir Milletvekili Emin Bey ise, Cumhurbaşkanı seçiminin 4 yılda bir yapılmasını önererek, "Reisicumhur intihabını (seçimini) yaptıktan sonra Reisicumhur fırka haricinde ve milletin babası şeklinde olmalı" ifadesini kullandı.


4. Oylama ve Kabul:


Görüşmelerin ardından kanun teklifinin maddelerinin oylamasına geçildi.Devletin yönetim şeklini Cumhuriyet olarak belirleyen ilk madde kabul edildi ve Genel Kurul'da "Yaşasın Cumhuriyet" nidaları yükseldi.


Teklifin tüm maddeleri oy birliği ile kabul edilerek, Meclis, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda yaptığı değişiklikle devletin yönetim şeklini Cumhuriyet olarak belirledi.


5. Coşku ve Kutlama:


Cumhuriyet'in ilanı şerefine o gece 101 pare top atılmasına ilişkin verilen 3 ayrı önerge kabul edildi.


6. Cumhurbaşkanlığı Seçimi:


Ardından Cumhurbaşkanı seçimine geçildi. 158 milletvekilinin katıldığı seçimde oy birliğiyle Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye'nin ilk Cumhurbaşkanı seçildi.


Atatürk, Cumhurbaşkanı sıfatıyla yaptığı ilk konuşmada, milletin iradesine vurgu yaptı ve Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun kabulünden duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

 PENCEREDEN YANSIYAN TARİH

CUMHURBAŞKANLIĞI SALONUNDAN ANKARA PALAS 

CUMHURİYET MÜZESİNİ DE ÖZEL GÜVENLİK KORUYOR, X RAY CİHAZI BİLE YOK

                                Cumhurbaşkanlığı Salonu Penceresi

                               Cumhurbaşkanlığı Salonu


                            Meclis Genel Kurul Salonu

NEVİN BİLGİN

Ankara'nın kalbinde, Ulus’un tarihi sokaklarında zamana meydan okuyan bir yapı yükselir: İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi Binası. 

1923 yılında Mimar Vedat Tek’in zarif ellerinden çıkan bu taş bina, Cumhuriyet’in köklü adımlarının yankılandığı, fikirlerin çarpıştığı, inkılapların dillendiği bir yere dönüşmüş, 1924 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası’nın toplantı mekânı olarak planlanmış olsa da, II. TBMM olarak kullanılmıştır.

Büyük Nutku 2. Meclis'te Okudu

Kapıdan adım attığınızda, sizi tarihin izleriyle bezenmiş bir sessizlik karşılar. Büyük Genel Kurul Salonu, 1924’ten 1960’a kadar 36 yıllık süreçte, Türkiye'nin demokratik dönüşümüne tanıklık eden, Atatürk'ün ilkelerini hayata geçiren bir sahne olmuştur. Bu salonda, Atatürk 1927 yılında 36 saat süren Büyük Nutuk'u okumuş, ülkenin kaderine ışık tutmuştur. Milletvekillerinin, ülkenin dört bir yanından gelerek fikirlerini paylaştığı bu mekânda, kimi zaman hararetli tartışmalarla dolmuş kimi zaman heyecanlı alkışlarla yankılanmıştır.

Kişisel Eşyaları Var

Bina, sadece geçmişin değil, Türk mimarisinin zarafetini de sunar. Selçuklu ve Osmanlı mimari motifleriyle bezenmiş ahşap tavanlar, kemerler, saçaklar ve çinilerle süslenmiş olan bu mekân, tarih boyunca yaşanmış tüm zorlukları, mutlulukları ve idealleri taş duvarlarının arasında saklar. Üst katta, ilk üç Cumhurbaşkanının - Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar - kişisel eşyalarının yer aldığı odalar, dönemin atmosferini adeta yeniden yaşatır.

Pencereden Bakınca Ankara Palas Var

Bina penceresinden bakıldığında, karşıda yer alan Ankara Palas görünür. Eskiden milletvekilleri ve konuklar için bir sosyal tesis olarak hizmet veren bu yapı, Türkiye’nin ilk yıllarındaki pek çok tarihi olaya tanıklık etmiştir. Şimdi ise müze olarak ziyaretçilerini ağırlamakta, Cumhuriyet’in ilk yıllarının izlerini sergilemektedir.

1981'den Sonra Müze

II. TBMM Binası, 30 Ekim 1981'den bu yana müze olarak ziyaret edilebilmekte, Cumhuriyet tarihine dokunmak isteyenleri geçmişin izleriyle buluşturmaktadır. Her bir köşesi, Türkiye'nin çok partili sisteme geçişinden, çağdaş yasaların kabulüne kadar, demokrasi adına atılmış her adımın sessiz bir tanığı olarak ziyaretçilerini bekler.

Güvenlik Önlemi Yetersiz

Bugün, Cumhuriyet’in izlerini taşıyan II. Türkiye Büyük Millet Meclisi Binası, bir müze olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı, ziyaretçilerini geçmişin izleriyle buluşturuyor. Ancak bu tarihi yapı, koruma ve güvenlik açısından günümüzün temel önlemlerinden bile yoksun. Ülkede birçok sıradan binada bile bulunabilen X-ray cihazları ve gelişmiş güvenlik sistemleri, burada yerini yalnızca özel güvenliğin devriye turlarına bırakmış durumda. Antika eşyaların sergilendiği, Cumhuriyet tarihine ait eşsiz değerlerin bulunduğu bu müzede, güvenlik önlemleri yok denecek kadar az.

            Sümerbank'ın ürettiği ürünler de müzede artık

Sümerbank'ın Bayrakları Nerede?

Bayrak Fiyatları da Enflasyonîst Ortamdan Etkilendi

"Makaram Sarı Bağlar"Türküsü ve Sümerbank



Sümerbank, geçmişte dokuma ve kumaş yanında  bayrak üreten ve bu bayrakları halka açık ücretsiz veya düşük bir ücretle dağıtan önemli bir kurumdu. 

Bu uygulama, ulusal bayramlarda ve özel günlerde insanların bayraklarla coşkuyla kutlama yapmasına olanak sağlıyordu. Ancak Sümerbank'ın kapanmasıyla birlikte bayraklara ulaşım da zorlu hale geldi.

                 https://sumerbank.blogspot.com/2020/04/makaram-kara-baglar.html

Bayrak fiyatları artık 13/14 bin liraya kadar çıkmış durumda.


Özel firmalar, vakıflar tarafından üretilen bayraklar da enflasyonist ortamdan etkilendi. 

Sumerbank bayrakları da antikacılarda ve sahaflarda satılır oldu.

Sumerbank'ın makaraları da " makaram sarı bağlar" diye türkülerde kaldı.

Merdivenaltı Üretim: 

İşsizlik, Yabancı İşçiler ve Kayıtdışı Emek Üzerine Bir Gerçeklik





Türkiye’de işsizlik ve kayıtsız yabancı işçi sorunu derinleşirken, birçok işletme yasadışı üretim yöntemlerine yöneliyor.


 Merdivenaltı olarak tabir edilen bu işletmeler, işçilerini neredeyse karın tokluğuna çalıştırıyor.


 İlkel koşullarda yürütülen bu üretimlerde, öncelikli olarak ucuz iş gücü olarak kadınlar tercih ediliyor. İkinci sırada ise sigortasız çalışmayı kabul eden göçmen işçiler geliyor; bu işçiler, atölyelerde yatıp kalkmayı dahi göze alıyor.


Devlet, işçilerin kayıtsız çalıştırılmasının önüne geçmek amacıyla bu işletmelere işçi başına sigorta prim desteği sağlasa da, birçok işletme bu desteği kullanarak dahi işçilerin maaşlarını asgari ücrete tamamlamıyor.


 Anadolu’da ve büyük şehirlerin arka mahallelerinde hızla çoğalan bu işletmeler, düşük maliyetle üretim yaparken işçilerin asgari ücretin dahi altında çalışmasına neden oluyor, yasaların açıklarını kötüye kullanarak emeğin sömürülmesine yol açıyor.

MEZARLIKLAR ÜZERİNE YAPILAN YÜKSEK BİNALAR, DEĞİŞEN İMAR PLANLARI

İNSAN HAKLARININ SINIRI

ZENGİN VE FAKİR MEZARLIKLARI ÜZERİNE

KIRSALDA KENDİ KADERİNE TERK EDİLMİŞ SUYU BİLE OLMAYAN MEZARLIKLAR

KENT SINIRLARI GENİŞLEDİKÇE MEZARLIKLAR  KAYBOLUYOR


        İstanbul'un Deniz Manzaralı Eyüp Sultan Mezarlığı belki yıllar sonra üzerinde yüksek binalar yükselebilir


NEVİN BİLGİN

Her insan gibi, yaşamın sonunda, ölen kişinin anısına ve onuruna saygı gösterilmesi de temel bir insan hakkı olarak düşünülmelidir. Ancak ülkemizde, mezarlık alanlarının korunması konusunda sıkıntı  bulunmaktadır. Ayrıca mezarlıklar arasında da eşitsizlik görülmekte adeta , “zengin ve fakir mezarlıkları” olarak adlandırılabilecek, farklı statüdeki mezarlıklar arasındaki bakım farklarıyla somutlaşmaktadır.

 Büyük şehirlerde, imkânları geniş olan mezarlıklarda altyapı hizmetleri, temizlik ve bakım oldukça dikkat çekiciyken, özellikle kırsal bölgelerde ve büyükşehir belediyelerine yeni bağlanmış mahallelerdeki (Denizli Acıpayam Yeşilyuva gibi) mezarlıklar çoğu zaman sahipsiz ve bakımsız bırakılmaktadır. Bu alanlarda su kaynaklarının bulunmaması, mezar taşlarının ve çevrenin düzenlenmemiş olması gibi sorunlar, ölen bireylerin anısına gösterilmesi gereken saygının göz ardı edilmesine yol açmaktadır.


Örneğin, büyük şehirlerde prestijli mezarlıklar manzaralı alanlara sahip olabilirken, bu alanlara görülmek için özel izinler  çıkarılması gerekmektedir. (Ankara Gölbaşı Mezarlığı gibi

Bu mezarlıkların bakımı düzenli yapılmakta, çevre düzenlemesi ve su kaynakları eksiksiz sağlanmaktadır. Bu durum zengin ve varlıklı ailelerin mezar yerlerine daha fazla özen gösterilmesine yol açarken, kırsal alanlarda veya yoksul mahallelerdeki mezarlıklar ise çoğunlukla bakımsız kalmakta, hatta en temel hizmetler dahi eksik bırakılmaktadır. Yeterli su kaynağı olmayan, düzenlemesi yapılmayan bu mezarlıklar, özellikle büyükşehir belediyelerine bağlanan yeni mahallelerde göz ardı edilen alanlar olarak öne çıkmaktadır.


Kırsal Alan Mezarlıkları: Bakım ve İlgisizlik Sorunu

Kırsal alanlarda, büyükşehir belediyelerine bağlanan mahallelerin mezarlıklarının bakımının ihmal edilmesi, yalnızca alt yapı eksikliği değil, aynı zamanda toplumsal bir değer yitimi anlamına da gelmektedir. Bu mezarlıklarda su olmaması, temizliğin yapılmaması ve çevre düzenlemesinin ihmal edilmesi, mezar yerlerinin hak ettikleri saygıyı görememelerine sebep olmaktadır. Ölen kişilerin yakınlarının bu mezarlıkları ziyaret ederken karşılaştıkları fiziksel zorluklar ve bakımsızlık, acılarını derinleştirmekte ve onların bu alanlara sahip çıkmalarını daha da zorlaştırmaktadır.

Kent Sınırları Genişledikçe Mezarlıklar Kayboluyor

Özellikle genişlemiş kent sınırlarına dahil edilen bu mezarlıklar da zamanla ortadan kaybolmakta üzerinde yüksek binalar yükselmektedir. Örneğin Ankara'da TBMM Lojmanlarının yakınında bulunan mezarlık, yapılan yüksek binalar ve mezarlığın giderek kaybolması gibi. 


Eşitlik İlkesine Aykırı Durum: Zengin ve Fakir Mezarlıkları

Mezarlıkların bakım ve altyapı hizmetlerinin eşit bir şekilde sağlanması, insan hakları perspektifinden bakıldığında bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsan haklarının temel ilkesi olan eşitlik ilkesine aykırı olan bu durum, varlıklı kişilerin mezarlıkları ile kırsal kesimde ve yoksul mahallelerdeki mezarlıklar arasındaki farkın gittikçe derinleşmesine yol açmaktadır. Bu nedenle, mezarlık alanlarının statülerine göre farklı şekillerde ele alınması, hem sosyal bir adalet hem de saygı eksikliği anlamına gelmektedir. 

Her birey, varlıklı veya yoksul fark etmeksizin, yaşamının son bulduğu yerde saygıyı hak eder; bu hak da yalnızca yaşam süresince değil, ölümden sonra da devam etmelidir.

Mevcut Hukuki Düzenlemelerin Eksikliği ve Yasal Çerçeve İhtiyacı

Ülkemizde mezarlıklara dair mevcut düzenlemeler, farklı statüdeki mezarlıklar arasındaki eşitsizliklerin giderilmesi için yeterli bir zemin sunmamaktadır. 

Büyükşehir belediyelerinin kırsal alanlarda mezarlıklara yönelik sorumluluklarının belirlenmesi, bu alanların bakım, temizlik ve altyapı hizmetlerinin eşit bir şekilde sağlanmasını zorunlu hale getirmelidir. Özellikle kırsal alanlardaki bakımsız mezarlıkların durumunu iyileştirmek adına, yeni bir hukuki düzenleme gerekmektedir. Bu düzenleme, mezar yerlerine saygının ve mezarlıkların korunmasının hem yasal hem de toplumsal bir görev olarak algılanmasını sağlayacaktır.

Mezarlık alanlarının saygıyla korunması, sadece ölen bireylerin hatırasına değil, aynı zamanda toplumsal değerlere de gösterilen bir özenin ifadesidir. Zengin ve fakir mezarlıkları arasındaki bakım farkı, toplumun geçmişine gösterdiği saygının azalmakta olduğunu işaret eden bir göstergedir. İnsan hakları perspektifinden baktığımızda, tüm mezarlıkların, ölen bireylerin eşit saygıyı görebileceği şekilde korunması ve bakımının yapılması bir zorunluluktur.

25 Ekim 2024 Cuma

 EN FAZLA TÜKETİMİ KADINLAR, SONRA LGBT BİREYLER, SONRA ERKEKLER YAPIYOR

HAZ VE STATÜ SAĞLAMA AMAÇLI TÜKETİM ARTIYOR

BOŞANMA DA TÜKETİMİ ARTTIRIYOR

KADINLAR, ESTETİK, KİMLİK KAZANMAK İÇİN HARCAMA YAPIYOR

LGBT, KİMLİK VE GÖRÜNÜRLÜK İÇİN TÜKETİM YAPIYOR

ERKEKLER, BESLENME VE STATÜ AMAÇLI TÜKETİM YAPIYOR



NEVİN BİLGİN 

Tüketim alışkanlıkları kültürel, toplumsal dinamikler yanında, bireylerin sosyo ekonomik yapısı kadar cinsiyetleriyle de yakından ilişkili. En fazla tüketim yapan cinsiyet grubu kadınlar, onları LGBT bireyler, onları da erkekler izliyor. Tabii şirketler de satışlarını bu ayrıntı üzerinden yürütüyor.  

Kadınların tüketim alışkanlıkları, geçmişten günümüze değişim göstermekte ve farklı kuşaklarda çeşitli özellikler taşımaktadır. İhtiyaç temelli tüketim kalıpları zamanla hedonist (hazcı) tüketime dönüşmekte,  özellikle sosyal medya ve reklamların etkisiyle, estetik ve kişisel bakım ürünleri, moda ve seyahat gibi alanlarda yoğunlaşmaktadır. 

Ayrıca kadınların ekonomik bağımsızlık arayışları da tüketim davranışlarını etkilemekte, iş hayatına dahil olan kadınların mesleki pozisyonlarına uygun ürünleri tercih etmeleri, sosyal statü kazanmalarını destekleyici bir rol oynamaktadır. Kadınların tüketim alışkanlıkları toplumsal cinsiyet rolleriyle iç içe geçerek ekonomik bağımsızlık ve kimlik kazanımına katkı sağlamaktadır.

                        kaynak: Euronews.com

LGBT Bireylerin Tüketim Tarzı: Kimlik ve Görünürlük Önemli

LGBT bireylerin tüketim alışkanlıkları, genellikle kimlik ve toplumsal kabul arayışı ile bağlantılı olarak gelişmektedir. Kozmetik, moda ve eğlence sektöründe heteroseksüel bireylerden farklı tercihler sergileyen LGBT bireyler, kendilerini ifade etme ve aidiyet arayışını tüketim yoluyla sağlamaktadır.  Ayrıca, toplumsal baskı ve ayrımcılık ile karşı karşıya kalan LGBT bireylerin tüketim alışkanlıkları, destekleyici marka ve hizmetlere yönelim gibi topluluk bilincini pekiştirici davranışlar barındırmaktadır. LGBT bireylerin tüketim alışkanlıkları, kimlik arayışını sürdüren bireylerin sosyo-kültürel çevreleri ile kurdukları ilişkileri ve görünürlük çabalarını yansıtmaktadır.

Erkeklerin Tüketim Düzeyi ve Alışkanlıkları: Beslenme ve Sosyal Statüye Dönük Harcama

Erkeklerin tüketim alışkanlıkları, beslenme, sağlık ve statü temelli tüketim alışkanlıkları çerçevesinde ele alınabilir. Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması’na göre, erkeklerin günlük besin tüketimi ve sağlık alışkanlıkları üzerine elde edilen veriler, erkeklerin ihtiyaç temelli tüketim tercihlerini gösterirken, sosyal statü sağlayıcı ürünlere yönelik talebi de artırmaktadır. 

Özellikle otomobil ve teknoloji ürünleri gibi yüksek statü sağlayan ürünlere yönelik tüketim alışkanlıkları, erkeklerin toplumda yer edindikleri pozisyonları yansıtarak, bireysel prestij ve saygınlık kazanma eğiliminde olduklarını göstermektedir.



Boşanma ve Tüketim İlişkisi

Boşanma, bireylerin tüketim alışkanlıklarını doğrudan etkileyen bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Boşanma sonrası bireylerin yeni bir yaşam kurma arayışı, yeni ev eşyaları ve kişisel ürünlere olan talebi artırmakta, bu durum da tüketim alışkanlıklarının dönüşmesine neden olmakta ve tüketimi arttırmaktadır.  Ayrıca, boşanma sonrası bireylerin öz-saygı ve materyalizm arayışı, psikolojik satın alma eğilimlerini tetikleyebilmekte ve bu da kişilerin tüketim kalıplarında belirgin değişikliklere yol açabilmektedir.

Statü Sağlama Amaçlı Tüketim

Toplumda saygınlık ve prestij sağlama amacıyla yapılan tüketim, özellikle araba, telefon ve giyim gibi lüks ürünlerin tercih edilmesiyle ortaya çıkar. Bu tür tüketim davranışları, bireylerin sosyal statülerini pekiştirme çabasını yansıtır ve bu süreçte tüketiciler, prestij sağlayıcı ürünlere yatırım yaparak toplumsal statülerini artırmayı hedeflemektedir. Statü odaklı tüketim, bireylerin sosyal çevreleri tarafından tanınma ve saygı görme arayışlarıyla ilişkili olup, tüketim yoluyla kimlik inşasına katkı sağlamaktadır.

Kadınların Çalışma Hayatında Ekonomik Bağımsızlık ve Tüketim

Kadınların çalışma hayatındaki yerlerinin artması, onların ekonomik bağımsızlık kazanma çabalarını ve buna yönelik tüketim alışkanlıklarını da etkilemektedir. Kadınların, iş hayatında daha fazla yer alması ve kazandıkları ekonomik özgürlük, toplumsal cinsiyet eşitliği açısından olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Çalışan kadınlar, iş yerinde statülerini artırmak amacıyla kıyafet, kozmetik ve kariyer odaklı diğer ürünlerde artan bir harcama eğilimi göstermektedir. Bu tüketim eğilimleri, kadınların toplumsal cinsiyet rolleri ile iş hayatındaki varlıkları arasında önemli bir bağlantı oluşturarak toplumsal dinamikleri dönüştürmektedir.

Kaynakça: 

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/537401?form=MG0AV3

https://dergipark.org.tr/tr/pub/piar/article/915084?form=MG0AV3

https://openaccess.mku.edu.tr/xmlui/handle/20.500.12483/3155?form=MG0AV3

İstatistiklerle_Kadın_05.03.2021.pdf

Covid-19 salgınında hanehalklarının tüketim harcamaları Türkiye ve AB’de nasıl değişti? | Euronews

Türkiye’de eşcinselin portresi

17-12-2018 tuketici baski.pdf

Pazarlama ve Pazarlama Araştırmaları Dergisi » Makale » TÜKETİCİ KARAR VERME TARZLARININ CİNSİYET KİMLİĞİNE GÖRE İNCELENMESİ


24 Ekim 2024 Perşembe

 İYİLİĞİN PARADOKSU

ÖZGECİLİK (ALTRUİZM) VE BENCİLLİK (EGOİZM) ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ

PSİKOLOJİK BİR HASTALIK MI? 

YARDIMSEVERLİK BİR "DUYGUSAL ÖDÜL" MÜDÜR? 




NEVİN BİLGİN 

Özgecilik (altruizm), başkalarının iyiliğini kendi çıkarlarından üstün tutan bir davranış biçimi olarak övgü aldığı kadar sorgulanmıştır. Bireyselleşme ile birlikte egoizmin tavan yaptığı günümüzde özgecilik bir hastalık olarak görülmeli midir? Özgeciliğin hormonlarla ilgisi var mıdır? Sorgulanması gereken egoizm olması gerekirken neden özgecilik sorgulanır hale gelmiştir? 

Fransız sosyolog Auguste Comte’un bu kavramı ortaya atmasından bu yana, insanlığın ortak iyiliğini kişisel menfaatlerin üzerinde tutmanın erdemi tartışılıyor. 

Comte’a göre özgecilik, bireyin kendi çıkarlarını geri plana atarak insanlığa adanması gerektiği anlamına gelir. Bu bakış açısı, bireysel bencillikle keskin bir karşıtlık oluşturur. Ancak günümüz dünyasında özgecilik, özellikle bireycilik ve bencillik kavramlarının gölgesinde, daha önce hiç olmadığı kadar sorgulanır hale gelmiştir. Öyle ki, bazıları için özgecilik, neredeyse bir zayıflık ya da hastalık olarak görülmeye başlamıştır.

PSİKOLOJİK NEDENLERİ: BENCİLLİĞİN GİZLİ ŞEKLİ Mİ?

Özgeciliğin ardında yatan psikolojik dinamikler oldukça karmaşıktır. Birey neden başkalarının iyiliği için kendi çıkarlarından vazgeçer? Bunun ardında empati, ahlaki yükümlülük hissi ya da belki de daha derin psikolojik motivasyonlar mı vardır? 

Psikologlar bu sorulara çeşitli cevaplar sunmuştur. Empati-altruizm hipotezi, özgecil davranışların empati ile tetiklendiğini savunur. Bir insan, başka birinin acısını ya da ihtiyaçlarını fark ettiğinde, o kişiye yardım etme ihtiyacı hisseder. Ancak bu yardımseverlik, gerçekten karşılıksız mıdır? Yoksa bir tür "duygusal ödül" mü sağlar? Yani özgecilik, aslında bencilliğin gizli bir şekli olabilir mi?



EVRİMDE BİREY KENDİ STATÜSÜNÜ GÜÇLENDİRİR, DOLAYLI KENDİ ÇIKARLARINI GÖZETİR

Bu noktada, özgeciliğin evrimsel kökenlerine bakmak da anlamlı olabilir. Biyologlar, grup içi dayanışma ve işbirliğinin evrimsel süreçte türlerin hayatta kalmasına nasıl katkı sağladığını tartışır. Bu bakış açısına göre özgecilik, topluluklar içindeki bağları güçlendiren ve bireyin toplumsal statüsünü artıran bir strateji olabilir. Yani, birey başkalarına yardım ettiğinde aslında kendi statüsünü ya da sosyal çevresiyle olan bağlarını kuvvetlendirir ve dolaylı olarak kendi çıkarlarını gözetir. Bu, özgeciliği, bilinçsizce de olsa, evrimsel bir avantaj olarak anlamamıza yol açabilir.

MODERN BİREYCİLİK KÜLTÜRÜNDE ÖZGECİLİK

Ancak modern bireycilik kültüründe özgecilik nereye oturuyor? Bugün birçok toplumda bireysel başarı, kişisel gelişim ve bireyin kendi mutluluğunu merkeze alan yaşam felsefeleri ön planda tutuluyor. 

Kapitalist sistemlerde bireyin kendini gerçekleştirmesi, kişisel çıkarlarını maksimize etmesi ve kendi mutluluğunu araması, neredeyse yaşamın temel amacı olarak görülüyor. Bu bağlamda, özgecilik giderek daha fazla sorgulanıyor: Neden bir başkası için fedakârlık yapalım? Kendi mutluluğumuz bu kadar değerliyken, başkalarının mutluluğunu neden umursayalım?



ÖZGECİLİK VE BENCİLLİK BİRBİRİNE YAKIN/ÖZGECİLİK VE "İYİLİK DUYGUSU"

Bu sorulara yanıt ararken, aslında özgeciliğin ve bencilliğin birbirine ne kadar yakın olduğunu fark edebiliriz. 

Birçok filozof, insanın her eyleminin nihayetinde bencil bir motivasyon taşıdığı görüşündedir. Bu düşünceye göre, ne kadar fedakâr bir davranış sergilesek de, sonunda bu davranışın ardında kendi içsel tatminimizi aramak vardır. Örneğin, birine yardım ettiğimizde hissettiğimiz "iyilik duygusu" ya da başkalarının bizi daha iyi bir insan olarak görmesi, özgecil eylemlerimizin ardındaki gizli motivasyonlar olabilir.

FEDEKARLIK, MANTIKSIZ VE ZARAR VERİCİ ALGINIR

Özgecilik ve bencilliğin bu kadar iç içe geçmesi, özgeciliğin modern toplumlarda neden "hastalık" gibi görüldüğünü de açıklayabilir. Bireysel çıkarların bu kadar ön planda tutulduğu bir çağda, başkaları için fedakârlık yapmak, çoğu zaman mantıksız ya da hatta zarar verici olarak algılanabilir. 

DUYGUSAL TÜKENMİŞLİĞE YOL AÇAR, UZUN VADEDE KİŞİYE ZARAR VERİR

Özgecilik, kişisel sınırların ihlali ya da duygusal tükenmişlikle sonuçlanabilecek tehlikeli bir yol olarak değerlendirilebilir. Peki, gerçekten böyle mi? Özgecilik, insanı yıpratan bir hastalık mıdır yoksa insan doğasının en temel ve asil özelliklerinden biri midir?

Eleştirmenler, özgeciliğin sınırlarını da sorgular. Kişi, başkalarına ne kadar yardım etmeli? Bir başkasının iyiliği için kendini ne kadar feda edebilir? Özellikle de yardım edilen kişinin, yapılan iyiliği takdir etmediği ya da bu yardımı istemediği durumlarda, özgecilik anlamını yitirir mi? 

Bu sorular, özgecilik ile bencillik arasında ince bir çizginin var olduğunu gösterir. Bazen birine yardım etmeye çalışmak, uzun vadede o kişiye zarar verebilir ya da özgeci bireyin kendisini tüketmesine yol açabilir.



ÖZGECİLİK LÜKS MÜ? 

Özgecilik ve bencillik arasındaki bu çatışma, günümüzdeki sosyal dinamiklerde de kendini gösterir. Modern kapitalist toplumlar, bireyin kişisel çıkarlarına odaklanırken, özgecilik genellikle bir erdemden ziyade bir lüks olarak görülür. 

Ancak toplumsal dayanışmanın, kolektif iyiliğin ve empati duygusunun zayıfladığı bir dünyada, bireyselliğin sonu ne olur? 

Bencil bir dünya, uzun vadede sürdürülebilir mi? 

Belki de özgecilik, modern toplumların ihtiyaç duyduğu ancak yeterince değer vermediği bir denge unsuru olarak yeniden değerlendirilmelidir.

Özgeciliğin hastalık olup olmadığı dengede saklı, ayrıca bakış açısına göre de değişmekte. Eğer bireysel çıkarların mutlak önceliğine inanıyorsak, özgecilik tehlikeli ve sürdürülemez bir ideal olabilir. Ancak, toplumsal bağların, empatinin ve fedakârlığın insan doğasının ayrılmaz bir parçası olduğuna inanıyorsak, özgecilik, insanın en yüce erdemlerinden biri olarak kabul edilmelidir. Her iki durumda da, özgecilik ve bencillik arasındaki dengeyi bulmak, hem bireysel hem de toplumsal sağlığı açısından önem taşımaktadır. 

KAYNAKÇA: 

https://www.felsefe.gen.tr/altruizm-nedir/

https://www.matematiksel.org/altruizm-diger-adiyla-ozgecilik/

https://www.jstor.org/stable/1449242

https://www.britannica.com/topic/altruism-ethics

https://shs.hal.science/halshs-01168341/document