20 Kasım 2025 Perşembe

 AYI SATIŞLARINDA PATLAMA

NEDİR BU AYI SEVGİSİ

Homo Teddicus’un Yükselişi: 

Ayıcıkların Sessiz İstilası



Son yıllarda dünyaya bir şey oldu, ama kimse tam olarak ne olduğunu açıklayamıyor. Ekonomik krizler, savaşlar, yapay zeka tartışmaları, uzay çalışmalarındaki rekabet… derken insanlık bir noktada topluca “Ben artık uğraşamam, bana bir ayıcık verin” kararına varmış gibi görünüyor. 


Evet, oyuncak ayılar patladı. Hem de öyle böyle değil; market rafları, online alışveriş siteleri, belediye kantinleri… 

Hatta bazı yerlerde ayıcıklar öyle çoğalmış ki, memurlar çay molasında sandalye yerine ayıya oturuyor gibi bir hissiyat oluşmuş.

Peki neden? Neden yetişkin bir insan, gerçek dünyada vergilerle, kirayla, trafikle boğuşurken eve gidince 1 metre boyunda pelüş bir ayıya sarılma ihtiyacı hisseder?

Belki de cevap çok basit:
Çünkü hayat pahalı, sarılmak bedava.

Düşünsenize, gün boyunca telefonunuza gelen bildirimler bile stres yaratıyor:
Elektrik faturası…
Su faturası…
Kira hatırlatma mesajı…
Bankadan “müsait misin bi konuşsak?” içerikli bildirim…

İşte tam bu noktada, kapının yanında sizi bekleyen o kocaman ayı devreye giriyor. Ne elektrik kesintisi umurunda, ne dolar kuru. Kucağına atladığınız anda, “Tamam… Her şey yoluna girecek” diyen tüylü bir güvenlik sistemi gibi.

Bazıları ise tüm bu ayıcık meselesinin daha derin, daha felsefi bir tarafı olduğunu söylüyor. 

Yetişkinliğe kolektif bir isyan belki. İçimizdeki çocuksu tarafın son savunma hattı…

Hatta gelecekte bu durumun resmiyet kazanması bile mümkün. 

Bir gün diplomatik krizlerde liderlerin yanına “duygu düzenleyici pelüş dostlar” koyulabilir. Dünya barışı, belki de sandığımızdan daha tüylerle kaplıdır.

Ve sonra insanlık birden bire evrimsel sürecin yeni bir basamağına geçiverir:
Homo Teddicus.
Ayıyla uyuyan,
Ayıyla toplantıya giren,
Ayıyla politika yapan,
Ayısıyla konuşup dertleşen yeni insan türü.

Evet, kulağa saçma geliyor… ama ekran karşısında hafifçe başını eğip “ben aslında bir ayıcık istiyorum” diye düşünmüyorsan da yalan söyleme.

Belki de ayılar bu çağın en sessiz terapistleri. Yargılamıyorlar, soru sormuyorlar, “parolayla düzelmeyeceğini” söylemiyorlar. 



Sadece oradalar. Tüylü, pasif, sabırlı ve kucaklanabilir.

Bazen bir milletin ihtiyacı olan tek şey de budur:
Biraz huzur…
Biraz sakinlik…
Ve kocaman bir ayı sarılması.

19 Kasım 2025 Çarşamba

 NE ÇEKTİK BE!!!

HASTANELERDE YAMUK TEKERLEKLİ SANDALYELER

BİR TEKER ACİLE, DİĞERİ YOĞUN BAKIMA GİDİYOR

TEKERLERİNİN BİRİSİ ANYAYA, DİĞERİ KONYA'YA GİDİYOR

SANDALYE BULABİLENE DE AŞK OLSUN







NEVİN BİLGİN

Türkiye’de birçok hastanede tekerlekli sandalye hem bulmak, hem de kullanmak araba kullanmak kadar zor. 

Neden mi, ya bu sandalyeler yetersiz ya da varsa da bozuk. 

Şehir hastaneleri yapıyorsunuz ya da bir hastanede sağlık hizmeti veriyorsunuz ancak hastaların acil durumda kullanması gereken tekerlekli sandalyeler dökülüyür. 

Bu sandalyeleri kullanmak da hastanede bir maceraya dönüşüyor. 

Koridorlarda bulunan sandalyeler genellikle tamir ihtiyacı içinde,  bazıları üç tekerlekle ayakta durmaya çalışıyor, bazıları ise yön kontrolünü tamamen kaybetmiş durumda. 

Özellikle sık karşılaşılan bir manzara var: Bir tekerleği sağa doğru aşırı çektiği için Anya’ya, diğeri sola bastırdığı için Konya’ya gitmeye meyilli sandalyeler.

Bu durum yalnızca hasta ve yakınlarını değil, sağlık çalışanlarını da zorluyor. 

Sandalyeyi sürmek çoğu zaman fiziksel güçten çok yönlendirme becerisi gerektiriyor. Bazen sağ teker hastayı acile doğru çekerken sol teker kantinin yolunu tutabiliyor. Ortaya çıkan tablo, bir tıbbi destek aracı olmaktan çok, kontrolsüz bir aracı andırıyor.

Hastanelerde düz giden sandalye bulmak artık neredeyse bir şans meselesi. 

Bazı görevliler bozuk sandalyeleri nostajlik bir moda objesi olarak tanımlayıp durumu mizahla yumuşatmaya çalışırken, bazı sandalyeler adeta kendi iradesi varmış gibi kontrolsüzce farklı yönlere hareket ediyor.

Bu durum, sağlık hizmetlerinde temel erişilebilirlik unsurlarından biri olan tekerlekli sandalyelerin bakım, yenileme ve düzenli kontrol süreçlerinin ne kadar aksadığını ortaya koyuyor. 

Hastanelerin yoğunluğu, bütçe kısıtları ve bakım eksiklikleri birleştiğinde, sonuç hem güvenlik hem de kullanım açısından ciddi bir sorun yaratıyor.

Kısacası, tekerlekli sandalye temin ve kullanımı basit bir işlem olmaktan çıkıyor; kontrolü zor bir araçla mücadele etmeye dönüşüyor. 

Sorunun kendisi teknik, etkisi ise hem sistemsel hem de günlük işleyiş üzerinde oldukça belirgin.




18 Kasım 2025 Salı

Türkiye'nin Gıda Güvenliği 

Hız, Maliyet ve Hijyen

Sofradaki Tehlike: 150 Milyarlık Pazarın Görünmeyen Yarası


Nevin BİLGİN

Türkiye’nin giderek büyüyen yeme içme sektörü, ekonomik gücüne rağmen ciddi bir gıda güvenliği kriziyle karşı karşıyadır. Kayıt dışı üretim, denetim yetersizliği, hijyen maliyetlerinden kaçınma ve özellikle teslimat hızına dayalı rekabet, milyonlarca insanı etkileyen büyük bir halk sağlığı sorununa dönüşmektedir.

Sektörün Büyüklüğü ve Krizi Derinleştiren Yapı

Sektörün hacmi, krizin kapsamını genişleten en önemli faktördür.

Ekonomik Boyut

Hazır yemek sektörü 22 milyar dolarlık bir ciroya sahip.

Online sipariş pazarı 2023’te 126,1 milyar TL’ye ulaşmış, 2024’te 150 milyar TL’nin üzerine çıkması beklenmekte.

İstihdam

Hazır yemek sektöründe 400 binden fazla kişi, gıda imalatı üst sektöründe ise 440 binden fazla çalışan bulunmaktadır.

Günlük Temas: 6 milyon kişiye yemek

Hazır yemek sektörü her gün yaklaşık 20 milyon kişiye hizmet vermektedir.

Toplu yemek şirketleri günde 6 milyon kişiye yemek sunmaktadır.

Online Sipariş Alışkanlığı: Bir birey ayda 4 kez sipariş veriyor

2024 Ocak–Eylül döneminde yaklaşık 2 milyar sipariş oluşturulmuş, ortalama bir birey ayda 4 kez yemek siparişi vermiştir.

Kurye Gerçeği: 1 milyon çalışan

Kurye sektörünün birkaç yıl içinde 1 milyon çalışana ulaşması beklenmektedir.

Teslimat süresini kısaltma baskısı, sıcaklık zinciri ve hijyen süreçlerinin ihlal edilmesine yol açmaktadır.



Sektörün Risk Haritası

Sektör

Ekonomik Kapasite

Risk

Veri

Toplu Yemek

10 Milyar Dolar

Hijyen eksikliği, kayıt dışı üretim

Günde 6 milyon kişi

Online Sipariş

2024’te ≈150 Milyar TL

Teslimat hızı, sıcaklık zinciri riski

2024’te 2 milyar sipariş

Hazır Yemek

22 Milyar Dolar

Kontamine ürün, niteliksiz personel

400 bin çalışan

Maliyet ve Hız Baskısı

Kayıt Dışı Üretim

Kayıt dışı tesisler maliyetleri düşürmek için hijyen koşullarını ihlal etmektedir. Bu durum hem haksız rekabete hem de yüksek zehirlenme riskine neden olmaktadır.

Gıda Güvenliği Sistemlerinin Etkisiz Uygulanması

HACCP ve ISO 22000 gibi sistemler çoğu işletmede yalnızca evrak üzerinde yer almakta; laboratuvar analizleri, kritik kontrol noktaları ölçümleri ve personel eğitimleri düzenli olarak yapılmamaktadır.

Teslimat Hızı Baskısı

Bir saat altına düşen teslimat süreleri, ürünün tüketiciye ulaşmadan önce sıcaklık kontrolünün bozulmasına ve son aşamada kontaminasyon riskine yol açmaktadır.

Personel Eksikliği ve Denetim Zafiyeti

Nitelikli personel yetersizliği, modern tesis yatırımlarının azlığı ve düzenli denetim eksikliği gıda zehirlenmesi vakalarının artmasına neden olmaktadır.

Atık Yönetimindeki Sorunlar

Restoran ve toplu yemek firmalarında oluşan büyük ölçekli gıda atıkları, geri dönüşüm sistemine dahil edilemediği için kontrolsüz şekilde çevreye bırakılabilmektedir. Bu durum hem israfa neden olmakta hem de haşere popülasyonunu artırarak dolaylı biçimde hijyen sorunlarını büyütmektedir.

Çözüm Önerileri

Denetim ve Yaptırımların Güçlendirilmesi

Gıda güvenliği ihlallerine ilişkin denetimler artırılmalı, verilen cezalar caydırıcı hale getirilmelidir.

Kayıt Dışı Faaliyetlerin Engellenmesi

Kayıt dışı üretim yapan işletmeler tespit edilerek kapatılmalı, sektörde adil rekabet sağlanmalıdır.

Zorunlu ve Periyodik Personel Eğitimi

Aşçı, servis elemanı ve kuryeler dahil tüm çalışanlar için düzenli gıda güvenliği eğitimleri uygulanmalıdır.

Gıda Güvenliği Sistemlerinin Gerçek Uygulama Denetimi

Sertifikaların yalnızca dosyalarda kalmasını önlemek için sistemlerin fiilen uygulanması düzenli olarak kontrol edilmelidir.

Atık Yönetimi Modeli

Gıda ve çevre mühendislerinden oluşan ulusal bir uzman komisyonuyla sürdürülebilir bir atık yönetim sistemi geliştirilmelidir.

Kaynakça




Toplu Yemek Sektöründe Problemler

Sektör büyüklüğü ve riskler

Dergipark – Kaya & İlhan

2024'te Online Siparişler 150 Milyar TL

Pazar büyüklüğü

Fortune Turkey

2024'te 2 Milyar Sipariş

Tüketim alışkanlıkları

Marketing Türkiye

Online Sipariş Hacmi

2023 verileri

Dünya Gazetesi

Kurye Sayısı 1 Milyona Ulaşacak

Gelecek tahminleri

Franchise Market Türkiye

Kontrolsüz Toplu Yemekler

Hijyen ve sıcaklık riski

TRT Haber

Gıda Güvenlenmesi Uzman Uyarıları

Kritik süre ve riskler

Yeni Şafak


16 Kasım 2025 Pazar

 Bağ Evinde Bir Lider

Çankaya Köşkü'nün Öyküsü

Şimdilerde Çankaya Atatürk Müzesi Köşkü

                    fotoğraf: Agos Gazetesi

Nevin BİLGİN

Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara’da, 1923’ten 2014’e kadar Cumhurbaşkanlığı konutu olarak hizmet veren Çankaya Köşkü, sadece bir idari yapı değil, Millî Mücadele’nin ve devrimlerin fiilen planlandığı, kararların alındığı, Mustafa Kemal Atatürk'ün ikamet de ettiği mütevazi  bir başlangıcın simgesi. 

Atatürk'ün bu küçük bağ evine yerleşmesi, yeni rejimin ihtişamdan uzak, halka yakın felsefesini simgelemektedir. 

Ankara Günleri: Meteoroloji Binasından Çankaya'ya Uzanan Yol

Mustafa Kemal Paşa’nın 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelişiyle başlayan süreç, küçük bir Anadolu kasabasının ulusal mücadelenin merkezine dönüşümünü başlattı. 

Paşa ve heyeti, başlangıçta modern konfor arayışı yerine, savaş karargahına dönüştürülen resmî binalarda ikamet etti. İlk adresleri Ziraat Mektebi ve ardından Direksiyon Binası (Ankara Garı) oldu.

Çankaya’ya yerleşmeden önceki ilk özel ikametgahı ise, Ankara'nın o dönem Meteoroloji İstasyonu olarak kullanılan binaydı. Ancak, bu yerleşimlerin geçici olduğu bilinciyle, Ruşen Eşref Bey'in teklifi üzerine, yeni bir yer aranmaya başlandı. 



Bir Hediyenin Hikayesi

Ankara'nın o dönemki yazlık bağ evlerinin bulunduğu Çankaya’da, moloz taşlı, iki katlı, gösterişsiz bir yapı olan Kasapyan Bağ Evi (şimdiki Atatürk  Müze Köşk), Mustafa Kemal Paşa’nın dikkatini çekti. 

Bu bağ evi, Ankaralı Ermeni tüccar Kasım Efendi tarafından 1800'lerin sonunda yaptırılmış, savaş sırasında ise kentin zenginlerinden Bulgurluzade Tevfik Efendi’nin mülkiyetine geçmişti.

Evin alınışı, yeni devletin kuruluş felsefesine uygun, milli dayanışma ruhuyla gerçekleşti:

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı ve Ankara Müftüsü Rıfat (Börekçi) Efendi, Paşa’nın evi beğendiğini öğrenince, hemşerilerinden topladığı 4.500 lira bağış ile evi satın aldı ve Mustafa Kemal’e hediye etti.



Paşa ise bu hediyeyi tek şartla kabul etti: Bağ evinin mülkiyeti Türk Silahlı Kuvvetleri'ne (Milli Savunma Bakanlığına) tescil edilecekti. Bu kararla, köşkün adı "Ordu Evi" oldu ve Mustafa Kemal, Mehmetçik’in kiracısı olarak Haziran 1921’de buraya taşındı.

1923 Tadilatları

Mustafa Kemal Paşa’nın ilk yerleştiği bu bağ evinde ilk olarak Fikriye Hanım, Köşk’ün döşenmesine ve düzene sokulmasına katkıda bulundu. 

29 Ocak 1923’te Latife Hanım ile evlenen Mustafa Kemal, kısa süre sonra yeni eşiyle birlikte bu mütevazı bağ evinde yaşadı.

Avrupa’da eğitim almış olan Latife Hanım, harabe durumdaki ve konfordan yoksun evi yeni yaşamına uygun hale getirmek üzere büyük bir tadilata girişti.

Mimar Vedat (Tek) Bey'e (ve Mimar Arif Hikmet Bey) verilen görevle, eski binanın güney yönüne yeni bir iki katlı yapı eklendi,  yatak odaları, salonlar, radyo odası tasarlandı.

Ev, İstanbul’dan getirilen mobilyaları ve yeniden tasarlanan dekorasyonuyla yeni bir görünüme kavuştu.

Müze Köşk'te Mustafa Kemal'in konuklarını beklerken bazen oynadığı bilardo masası da bulunuyor. Masada yine GMK isminin yazıldığı bilardo sopası "isteka" yer alıyor. 

Atatürk, bugün Müze Köşk olarak bilinen bu bağ evinde 1921'den 1932 yılına kadar yaşadı. Ziyaretçilerini, büyükelçileri ve yabancı misafirlerini bu sade yapıda ağırlayarak, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin duruşunu dünyaya ilan etti.

Evin girişinde rüzgarlık denilen bir bölüm yeralırken, soğuktan korunması için yün kilimlerden perdeler yapıldı. Kalorifer sistemi yapılsa da verim alınamadı ve şömine, mangal tarzıyla ısınma sağlanabildi. 

Atatürk'ün önemli kararları görüştüğü, 28 Ekim 1923'te "Yarın Cumhuriyet'i ilan ediyoruz" dediği Çankaya Sofrası da, Atatürk'ün kullandığı ve baş harflerinin GMK yazılı olduğu yemek takımları, yemek takımları yanında katılanların not almaları için kağıt ve kalemler de bugün müze içinde aynı şekilde korunmakta. 

Atatürk'ün nutuğu yazdığı masası, iki ayrı kütüphanesi ve 3 bine yakın kitabı yine burada bulunmakta. Mütevazi yatak odası, banyosu, annesi Zübeyde Hanım için ayrılmış oda yanında manevi evlatları için üst katta odalar bulunmaktaydı. Bu yapılar bugün de müze içinde aynı şekilde korunmaktadır. 

Pembe Köşk ve Camlı Köşk

Atatürk'ten sonraki cumhurbaşkanlarının ikamet ettiği ve 1932 yılında yapımı tamamlanan sütunlu Pembe Köşk, Müze Köşk'ün hemen sağ tarafında yer almakta ve bugünkü kompleksin ana yapısını oluşturmakta. 

Ayrıca, 1935 yılında Mimar Seyfi Arkan tarafından Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan’ın ikameti için yaptırılan tek katlı Camlı Köşk de yerleşke içerisindedir. Bu yapılar, Çankaya’yı sadece bir konut değil, tarihi, siyasi ve mimari açıdan zengin bir cumhurbaşkanlığı kompleksi haline getirmiştir.

Not: 

Müze Köşk'le ilgili bilgiler

https://www.tccb.gov.tr/assets/resim/banner/MuzeKosk/MuzeKosk-Katolog1.pdf

Müze Köşkü, randevu alınarak gezilebiliyor.


15 Kasım 2025 Cumartesi

 Milyonlarca  Liralık Nefes Sesi Geçiren Binalar

Türk Usulü Müteahhitlik ve Yeni Nesil Ev Sorunları: Mart Kedileri 

Matkap, müzik sesi,kavga, gürültüyü geçtik artık..

Sesler, vuruntular, ritmik titreşimler, öksürük, kahkaha, nefes sesi...




Nevin BİLGİN 

Apartman yaşamının en büyük avantajı, komşularla kurduğunuz o akustik bağ belki de...


Sesler…

Vuruntular…

Ritmik titreşimler…


Sonra da o gürültüleri, sesleri, enerji patlamalarını yapan onlar değil gibi utangaç ve yere bakarak, mazbut görüntülerle yürümeler yok mu? Oyuncu performansı...



Kimi zaman kısa, kimi zaman uzun soluklu bir opera performansı…


Özellikle de altta, yanda, üstte, aşağıda daire varsa...


Sormayın cümbüşü. Her yerden farklı sesler...



En ilgi çekicisi elbette  her mevsim Mart kedisi gibi yaşayan  komşunuz olabilir. Netflix'e abone olmaya gerek yok.


İşte o anlarda yapan müteahhidin el maharetiyle bina  doğal afet tatbikatı gibi bir enerji saçar.


Bir gece tüm apartman tam uykuya hazırlanırken, yan duvardan gelen değişik! seslerle irkilirsin. 


Değişik seslerin ardından yükselen kahkahalar... Geceyarısı! konuşmaları, hatta müteahhit çalmada mahirse nefesleri bile işitirsiniz. Rahat rahat hem de...


Üstteki olmadık saatlerde mobilya çeker.


Şaşarsın  bu kadar tutkuyla mobilya çekmelerine her gün. Hem de en ritmik şekilde...


Bir süre sonra seslere göre ayarlıyorsun kendini. Gündüz haftasonu kitap okuyayım diyorsun.


O da ne; sesli kitap yan komşudan, üsttekinin şarıl şarıl banyo sesi, berikinin tuvaletteki sesleri..


Komşunun temposuna göre kahve yapıp, çamaşır katlıyorsun. 


Ama kitap okumana, sessizliğe asla izin vermiyorlar. Uyumana asla..


Sesler kesilince, “Hayırdır" demeye kalmıyor yeniden başlıyorlar..


Duvarı tıklayıp “Dostlar, biraz yavaş?" demek de nafile, anlamıyorlar.


Apartman durumları işte...


Gece matkapçısı, sabah çöpçüsü, kapıda uzun muhabbetçisi, çocuklarına "yavaş" demeyi bilmeyeni, her şeye karışanı, asansörde yük taşıyanı ve Mart kedisi gibi sesinden duramadıklarınız. 


Açıkçası doktora tezim için “Duygusal Titreşimlerin Duvar Geçirgenliğine Etkisi” başlıklı araştırma yapabilirim.


Ev alırken tek soru

“Depreme dayanıklı mı?” olmamalı.


Modern apartman hayatında binayı yıkan yalnızca fay hatları değil yan komşunun yaşam enerjisi, üst komşunun çocuk trafiği, alt komşunun tencere-tava senfonisi gibi sismik etkiler de var. 


Yani duvarların ses yalıtımı...


Bu duvarlar yalnızca depreme mi dayanıklı, yoksa komşunun 7/24 tüm tutkusal performanslarına da dayanıyor mu? sormak gerekiyor.


#apartman

#komşu

#müteahhit

#martkedisi

#nevinbilgin

 ÇÖP KENARI LEZZETİ

MISIR, KESTANE

HİJYEN Mİ, O NEDİR Kİ?

"BİZE BİR ŞEY OLMAZ", "ATIN ÖLÜMÜ ARPADAN OLSUN", "BAĞIŞIKLIK KAZANIYORUZ"

           Çöp bidonu yanında kestane kebap

Nevin Bilgin

Ah ki ne ah. Bozulmuş gıdalar manşetlerden düşmüyor. Gıda zehirlenmeler, ölümler. 

Ama gıda hijyeni konusunda saldım çarıya manzaraları her yerde. 

"Bir şey olmaz, amann" diye uydurulan bir yaşam kültürsüzlüğü.

Zabıta gelip denetlemez, insanlar aldırmaz satın alır. 

İşte alışkın olduğumuz manzaralardan. Ankara Çankaya'da  cadde kenarında bir köşe. 

Çöp konteyneri, sinekler, paslı metal… Ve hemen yanında dumanı tüten, göz alıcı bir seyyar tezgâh. Mısır, kestane… Lezzet mi, tehlike mi? Belli değil.

Pratik zekalı arkadaş. Tezgahı çöpün dibine kurulmuş. Böylece pişen gıda, çöpün mikroplarıyla minik bir sinerji yaratıyor. Duman geliyor, koku burnumuza, gerisi ayrıntı. 

Pazarda herkesin balgam çıkardığı, yağışta lağım sularının aktığı yerlere özellikle de kırsal alanda ve pazar yeri bulanmayan yerlerde kaldırıma, yola yiyecek tezgahları kolayca açılır.

 Zabıta farkına bile varmaz yiyeceğe virüs, bakteri mi bulaşır, o da ne haberi var mı acaba? 

Bir de şu var;  “Ateşte pişiyor, mikrobu ölür”, "genlerimiz kodlu".

Türk halkının gıda refleksi var mı?

Sadece bu refleks; tüket, tadını çıkar, gerisi hikaye mi...

#nevinbilginhaber

#zabıta

#gıdahijyeni

#cankayabelediye


                         Pazarda herkesin günlerce geçtiği, pis suların aktığı yere pazar kurulmuş yiyecek satılıyor

 DELLENMİŞ ŞOFÖRLER VE YAYA SOYKIRIMI



NEVİN BİLGİN

Türkiye’de trafikte bir tür gizli yaratık türü yaşıyor. 

Eminim biliyorsunuz. 

Özellikle sabah ve akşam saatlerinde çok sayıda oluyorlar. Hele haftasonları cumartesi pazar bile dinlemezler her saat karşınızda görebilirsiniz. 

Kim mi? 

Dellenmiş Şoför.


Bunlar normal hayatta sakin, çay içen, sıradan insanlar gibi görünür. 

Ama bir arabaya  özellikle de biraz parlak, biraz pahalı, biraz da ben özelim duygusu veren (o nasıl bir duyguysa artık) bir arabaya  bindikleri anda içlerinden bambaşka bir varlık çıkar.

Direksiyon mu? Bir savaş aletidir.

Arabaya bindiği anda şöyle düşünür: 

“Ben kimim?”

"Güç bende"

“Peki direksiyon bende mi?”

“Evet.”

“O halde evrenin efendisi benim.”

Sonra ortalık tam bir gladyatör arenasına döner. 

Yayayı görünce yavaşlamak mı?



Hadi canım sen de.


Tam tersine, yaya bir tür kırmızı bezdir,  şoför de boğa.


Gözünü diker, yüzünde o tanıdık ifade belirir:

“Geçeceksen geç, geçmeyeceksen öl ama önümde durma” arkadan bildik küfürler...

Yaya geçidi desen… O sadece zemindeki estetik bir süsleme.

Sürücü için yaya geçidi nedir ki, bu yaya nedir ki?

Yaşlı, çocuk, bebek arabası?

Sür gitsin. 



Çünkü dellenmiş şoförün hayat felsefesi çok nettir:

Durursam kaybederim. Yavaşlarsam yenilirim. Yol benim, dünya benim, fren ne ola ki. Hız hız hız...

Bariyerleri Söküyorlar

İşlek caddelere plastik bariyer konuyor.

Sabah konuyor, öğlene kadar sökülüyor.



“Yolumu kapatmışlar kardeşim!” diye söken şoförün beden dilini bir izleyin.

Deri ceketinin yanlarından kolları kalkmış, dar pantolunu onu sıkıştırdıkça sıkıştırmış, tesbihi yere değiyor. Arada da balgam çıkarmayı ihmal etmiyor. Sigarası da yandan çarklı. 


Sonra beton bariyer geliyor.

Şoför bu sefer sökemiyor. 

Sinir katsayısı yükseliyor ama nafile. 

Korna Ana Dili

Korna zaten onların ana dili.

Biz Türkçe konuşuyoruz, onlar korna.

Zart zort diye bir şey çalıyor, anlamını çözmeye çalışıyorsun.


Bazısı “çekil” demek, bazısı “sen kimsin?”, bazısı da içerikli bir küfür demek. 

Bir de camdan yarı çıkıp parmak sallayanlar var.

Hani şu yüzünde, "Ben  dünyanın hakimiyim" ifadesi olanlar. 

O bakış bile yıllarca psikologla görüşmesine sebep oysa. 


Türkiye’de bazı sürücüler arabaya binince kendini trafikte bir karakter sanıyor.


Kimi kendini başrol sanıyor, kimi kahraman, kimi dünyanın hakimi. 

Yaya ise bu filmde figüran bile değil.

En fazla tehlikeli sahnede vurulan adam.

Sorunun çözümü nedir?


Ehliyet herkesin eline tutuşturulmasın.


Araba sahibi olmak, karakter sahibi olmayı gerektirir.


Araba endüstrisi herkese araç satmaya çalışırken şehirleri de yaya dostu hale getirmek gerekir.

Ama en önemlisi:

Direksiyon başına geçen herkesin insan olduğunu hatırlaması gerekir.

#trafik

#şoför

#yaya

#nevinbilginhaber

 ANKARA CADDELERİNDE KIZILAY  TABELASIYLA UĞRAŞILIRKEN GERÇEK SORUN NE Mİ? 

TÜRKİYE'DE KALDIRIMDA YÜRÜME VE AYAKTA, HAYATTA KALMA REHBERİ

MODERN KENT Mİ DEDİNİZ?

ORTA ÇAĞ REFLEKSLERİYLE NE KADAR MÜMKÜN?

SONSUZ BİR GÖRSEL GÜRÜLTÜ

ANİ DELİRMEYE MEYİLLİ ŞOFÖRLERE AMAN DİKKAT....



NEVİN BİLGİN 

Türkiye’de kaldırımda yürümek, gündelik bir eylem değil. 

Bir sanat, performans isteyen bir etkinlik. 

Şehir plancılığı, psikoloji, atletizm, refleks geliştirme, zıplama, her an arkanı kollama ve hayatta kalma becerileri gerektirir. 

Bir yandan yürüyor, bir yandan kafanızı, ayaklarınızı, sağınızı solunuzu, tepelerinizi ve ani delirmelere meyilli şoförleri kontrol ediyorsunuz. 

Kaldırım Çok Amaçlı Alan

Türkiye’de kaldırım yayaların yürüdüğü yer değildir. O, çok daha kutsal bir görev üstlenmiştir: 

·Araç park alanı,

·Marketin ekstra reyonu,

·Kafelerin sigara içme terası,

·Tamirci deposu,

·Mahallenin en güncel dedikodu noktası,

·Araba yıkama yeri

·Kargo paket boşaltma ve yükleme yeri

·Marketin tırının yanaştığı alan

·Karavan, kamyon, kepçe, traktör, konteyner bırakılıp gidilen yer

·Direklerin dikildiği alan

·Ve bazen çok istisnai olarak yaya geçiş hattı.

Kaldırıma adım attığınız anda, sürpriz yumurta. Ne çıkacağı belli olmaz.

Direk mi? 

Var.

Görme engelli yürüyüş şeridinin tam üstüne atılmış motosiklet mi? 

Bol bol.

Çöp konteyneri? 

Her köşe başında.



Dükkanın  masa sandalye atıp kaldırıma taşan dükkan alanı.

Kaldırım üstünde yürürken, sürekli bir yerlerden kovalanıyor, sıkıştırılıyor, bastırılıyorsunuz.



Tabela Terörü

Bizde tabelalar yalnızca bilgilendirme amaçlı değil. 

Kişisel egoyu tatmin izleri bile taşıyor. 


Üstelik sağlam olup olmaması da bir ihtimal meselesi. Düşerse yeni bir ölüm haberi duyulur.

Türkçe tabela nadirdir, çünkü mütevazılık yapar.



Arapça, İngilizce, Farsça her dilde isim mevcuttur. 

Tabelayı okumaya kalkarsınız:

·Birincisi çok parlar,

·İkincisi düşecek gibi sallanır,

·Üçüncüsü binanın üçte ikisini kapladığı için gökyüzünü kapatır.

·Caddenin ya da kaldırımın ortasından gökyüzüne uzanabilir. 


Dellenmiş Şoförler

Kaldırımda yürürken tehlikenin yalnızca kaldırımdan gelmediğini çok geçmeden fark edersiniz.

Asıl işkence trafikten size doğru gelenlerdedir.

Bazı şoförler, yayaları canlı hedef görme alışkanlığını bir çeşit olimpik spor haline getirmiştir.

Sizi gördüğü halde üzerinize sürer.


Neden?

“Bu kaldırım boş duruyor, biraz üstüne çıkayım, ne olacak ki?” diye düşünür. Ya da İtalyan zenginlerin insan avı gibi size vurmayı canı istemiştir. 

Kaldırıma çıkmak onlar için tıbbi bir ihtiyaç, ruhsal bir tatmin, bazen de basit bir can sıkıntısı belki de. 

Üzerinize sürerken bakışları nettir...

Gözünü diker ve sürer. Bastıkça basar. 

Ve sonra korna gelir.

Zart!

Zort!

Sinirli ve tehditkar.

Eğer çekilmezseniz?


El kol işaretleri başlar.


Şoför, Tosun Paşa gibi camdan yarıya kadar çıkar. Ve eliyle havayı yoğurur, parmağını sallar. Kesecek gibidir. Deri ceketini savururken...


Bütün bu karmaşa içinde asıl hayatta kalma becerisi, içgüdülerinize güvenmek biraz da deneyimli olmayı gerektirir. 

·Kaldırımdaki çukurdan kaçın,

·Her yerden önünüze çıkan ve üzerinize süren motosiklete dikkat edin,

·Üstteki tabelanın sizden hoşlanmama ihtimalini hesaba katın,

·Şoförün manevrasını önceden tahmin edin,

·Ve bütün bunları bir yandan denklem çözer gibi düşünmeden yapın.

Türkiye’de yürümek de  hafif bir delilik işidir.


Ama bir başarı hissi de verir insana. 

O tabela orada duruyor, o araç kaldırıma çıkmış, o şoför parmak sallamış ve siz hayattasınız.

Bu topraklarda yaya olmak, varoluşsal bir mücadele.... Haydi kolay gelsin...

#kızılaytabelası

#trafik

#yaya

#kaldırım

#nevinbilginhaber


 İşveren Tasarruf, İşçi Karın Doyurma Derdinde

Zehirlenmeler, Karbonhidrat Komasına Sokan İşveren Yemekleri, Catering Şirketleri...

Hangi Yemek Modeli? 

     Patron ve İşçilerin öğle yemeği



Nevin BİLGİN 

Türkiye’de birçok işveren, maliyeti kısmak için işçiye yerinde ucuz yemek sunmayı en ekonomik seçenek olarak görüyor. 

Fakat pilav ve makarna ağırlıklı düşük besin değerli yemekler, kısa vadede ucuz olsa da uzun vadede verimlilik kaybı, yorgunluk, motivasyon düşüklüğü ve sağlık sorunlarıyla birlikte şirkete gizli maliyet olarak geri dönüyor. Ama tabii işveren, işçi mi yok, sağlıksızsa çıkarır yenisini alırım diyebilir. 

Diğer yandan dışarıda yemek modeli, yemek kartı ya da nakit ödeme doğru miktarda desteklendiğinde hem vergi avantajı sağlıyor hem de çalışan memnuniyetini artırıyor. Ancak dışarıda da işçi ne kadar güvenli ve sağlıklı gıda bulabiliyor. Aldığı yemek kartı sağlıklı ve güvenli gıda yemesine yetiyor mu? 

2025 yılı için günlük 264 TL’ye kadar yapılan yemek ödemeleri vergi ve SGK istisnasına giriyor. 



Bu nedenle işveren açısından öngörülebilir ve operasyonel yükü düşük bir çözüm haline geliyor.

Yemekhane vs. Yemek Kartı: Avantaj-Dezavantaj Tablosu

KriterYerinde Yemekhane (Kendi Mutfağı/Catering)Dışarıda Yemek (Para/Yemek Kartı)
Yemek Kalitesi & BeslenmeÇalışan için: Kalitesiz içerik (makarna/pilav) riski yüksek. Dengeli beslenme işverenin insiyatifinde.Çalışan için: Seçim özgürlüğü sayesinde daha dengeli beslenme olasılığı ve sağlık desteği.
İşyeri Verimliliğiİşveren için: Zorunlu mola/dinlenme yeri sağlama yükümlülüğü yerine getirilir.Çalışan için: Yemek molasını es geçme veya masada yeme riski.
Çalışan için: Tek tip yemek motivasyonu düşürebilir.Çalışan için: Seçim özgürlüğü ve sosyal hak algısı motivasyonu artırır.
Maliyet ve Vergi Avantajıİşveren için: Verilen yemeğin sınırsız vergi istisnasına tabi olması.İşveren için: Günlük limit (2025 için 264 TL) kadar vergi/SGK primi istisnası.
İşveren için: Büyük ölçekte mutfak kurulum/personel maliyeti yüksektir.İşveren için: Operasyonel maliyeti düşüktür.
Çalışan MemnuniyetiÇalışan için: Düşük. Çoğu zaman tek tip menü, kalitesizlik ve seçme hakkı olmaması memnuniyeti düşürür.Çalışan için: Yüksek. Ne, nerede ve hangi işletmede yiyeceğine kendisi karar verir. Sosyal bir hak olarak algılanır.
Kayıt Dışı EkonomiGenel: Düşük etki (Zaten kayıtlı sistem).Genel: Yemek kartı sistemleri, kayıt dışı ekonomiyi azaltma konusunda önemli bir role sahiptir.


İşçiye Para Vermek Verimliliği Düşürür mü?

Aslında mesele “para mı, yemekhane mi?” sorusunda değil.
Mesele: Verilen desteğin çalışanın gerçek bir öğün alabilmesine yetip yetmediği.

Yetersiz bir yemek ücreti → dışarıda yemek modeli işe yaramaz → yine karbonhidrat ağırlıklı, düşük kaliteli öğünler → verim düşer.

Ama yeterli ödeme + yemek kartının sağladığı seçim özgürlüğü →
daha iyi beslenme + daha mutlu çalışan + daha yüksek verimlilik.

Fransa’da yaygın olan Ticket Restaurant modelinin yıllardır popüler olmasının sebebi tam olarak bu:
Hem işverene avantaj, hem çalışana özgürlük.

Kalitesiz Yemek ve  "Karbonhidrat Komaları"
Türkiye'deki birçok işyerinin uyguladığı, ucuz ve ağırlıklı olarak karbonhidrat (pilav, makarna, ekmek) bazlı yemek politikası, başlangıçta düşük maliyetli gibi görünse de, uzun vadede verimlilik üzerinde yıkıcı bir etkiye sahiptir:
Beslenme Dengesizliği: Bu tür bir menü, hızlı enerji sağlasa da, kısa süre sonra kan şekerini düşürerek öğleden sonra halsizlik, düşük konsantrasyon ve literatürde "yemek koması" olarak bilinen durumu tetikler.

Hastalık ve Devamsızlık: Dengesiz beslenen iş gücü, bağışıklık sistemi zayıf olduğu için daha sık hastalanır. Bu durum, devamsızlık maliyetlerini ve iş gücü kaybını artırır.


Düşük Motivasyon: Çalışan, işverenin kendisine sunduğu hizmetin kalitesizliğini bir değersizlik göstergesi olarak algılar. Kalitesiz yemek, maaş zammı alamayan bir çalışanın motivasyonunu daha da düşüren ek bir memnuniyetsizlik kaynağı yaratır.

Küçük ve orta ölçekli işletmelerde yemekhane kurmak çoğu zaman pahalıdır.
Sabit masraflar (mutfak, ekipman, personel) ciddi yük bindirir.
Bu nedenle çoğu işletme için gerçek tasarruf:
Yeterli bütçeyle desteklendiği sürece
Büyük ölçekli fabrikalarda ise yüksek hacim nedeniyle yemekhane birim maliyetleri düşebilir ama sadece kalite korunabiliyorsa.
#nevinbilginhaber
#yemek
#catering
#işveren
#işçi

14 Kasım 2025 Cuma

 Kadınlarda Fallik Kompleks

Penis kıskançlığı



Fallik kompleks kavramı, Sigmund Freud'un psikanalitik teorisinde merkezi bir yer tutar ve Oedipus kompleksi ile yakından ilişkilidir. 

Klasik Freudyen kurama göre, bu kompleks özellikle erkek çocuklarının fallus sahibi olmaları ve bununla ilgili güç algısı etrafında şekillenir. 

Ancak kadınlarda fallik kompleksin varlığı daha karmaşık ve tartışmalı.

Freud'un Klasik Bakış Açısı ve "Penis Kıskançlığı"

Freud'a göre, kız çocukları yaklaşık 3-5 yaşları arasında, cinsel kimliklerini keşfettikleri fallik dönemde, erkek çocuklarının penis sahibi olduğunu fark eder ve kendilerinde bunun eksikliğini hissederler. Bu duruma "penis kıskançlığı" (penis envy) adını vermiştir. 

Freud'a göre, kız çocuğu bu eksikliği, annesini suçlayarak (çünkü annesi de penis sahibi değildir) ve babasına yönelerek  çözmeye çalışır. Bu, kadınlarda Oedipus kompleksinin başlangıcı ve nihayetinde annesi gibi pasif bir rolü kabul etmesinin nedeni olarak görülmektedir. 



Freud, kadınların penis kıskançlığını tam olarak aşamadıklarını ve bunun yaşam boyu sürebilecek bir aşağılık kompleksi, erkeksi özelliklere özenme veya erkek çocuk sahibi olma arzusu gibi çeşitli psikolojik sonuçlara yol açabileceğini öne sürmüştür. 

Ona göre, kadınların fallik kompleksi, erkeklerin kastrasyon anksiyetesi kadar güçlü bir dinamiktir.

Freud'un kadın cinselliği ve fallik kompleks üzerine olan görüşleri, özellikle feminist psikanalistler ve diğer kuramcılar tarafından yoğun bir şekilde eleştirilmiştir.

Karen Horney, penis kıskançlığının Freud'un düşündüğü kadar evrensel ve biyolojik bir gerçeklik olmadığını savunmuştur. Bunun yerine, kadınların toplumsal ve kültürel olarak maruz kaldıkları ayrıcalık ve güç eşitsizliği nedeniyle erkeklerin sahip olduğu statüye imrendiklerini belirtmiştir. Horney, bunun bir rahim kıskançlığı(womb envy) ile dengelenebileceğini, erkeklerin de kadınların doğurganlığına ve yaratıcılıklarına imrendiğini ileri sürmüştür.

Melanie Klein,  fallik dönemin öncesine odaklanarak, bebeğin ilk deneyimlerinin ve anneyle olan ilişkinin çok daha belirleyici olduğunu vurgulamıştır. Fallus sembolizmini daha geniş bir güç veya yaratıcılık sembolü olarak ele almıştır.

Modern Psikanalitik Düşünce, fallik kompleksi daha az biyolojik ve daha çok sembolik bir kavram olarak ele almaktadır. Fallus, sadece bir cinsel organ değil, aynı zamanda iktidarı, gücü, otonomiyi ve toplumsal ayrıcalığı temsil eden bir sembol olarak görülür. Bu bağlamda, kadınlarda fallik kompleks, toplumsal cinsiyet rollerinin ve eşitsizliklerinin içselleştirilmesiyle ortaya çıkan, güç ve tanınma arayışının bir ifadesi olarak yorumlanabilir.

Kadınlarda Fallik Kompleks Neye Yol Açabilir?

Sembolik anlamıyla değerlendirildiğinde, kadınlarda fallik kompleks şu psikolojik sonuçlara yol açabilir:

Aşağılık Duyguları ve Yetersizlik Hissi: Toplumsal normlar veya kişisel algılar nedeniyle kendi cinsiyetlerinin eksik veya daha az değerli olduğunu hissetme.

Erkek Rollerine Aşırı Özenme: Geleneksel olarak erkeklerle ilişkilendirilen mesleklerde veya davranışlarda aşırı hırs, erkeksi özellikler sergileme veya feminenlikten kaçınma. Bu, toplumsal alanda güç ve tanınma elde etme çabası olarak görülebilir.

İlişkisel Zorluklar: Erkeklerle rekabetçi bir ilişki kurma eğilimi, cinsel kimlikte belirsizlikler veya partnerleriyle güç mücadeleleri yaşama.

Cinsel Kimlikte Çatışma: Kendi bedeni ve cinselliğiyle ilgili karmaşık duygular, cinsel yaşamda doyumsuzluk veya benlik saygısı sorunları.

Performatif Maskülenlik: Özellikle iş hayatında veya sosyal ortamlarda, erkeklik normlarına uygun, sert ve duygusuz bir imaj sergileme eğilimi.

#kadın

#nevinbilginhaber

#fallik

#freud

Kaynakça: 

https://www.simplypsychology.org/psychosexual.html

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/498434

https://ndkdanismanlik.com/blogs/freud-donemleri-ve-freud-psikoseksuel-gelisim-kurami

https://study.com/academy/lesson/freuds-phallic-stage-of-development-lesson-quiz.html


 Her Yaşın Acemisidir İnsan



Hayat, ucu bucağı görünmeyen, her adımı yeni bir keşif olan uzun bir yolculuk. Gençlik coşkusuyla atılan ilk adımlar, olgunluğun getirdiği bilgelikle yavaşlar. 

İnsan, ne kadar yaş alırsa alsın, her yeni günün, her yeni deneyimin, her yeni duygunun karşısında daima bir acemidir.

Bu acemilik hali,  insan olmanın özüdür belki de.  Dün ustalaştığımızı sandığımız bir konuda bugün yepyeni bir bakış açısıyla karşılaşırız.

Çocukken kurduğumuz hayallerin yetişkinlikte ulaşılması nasıl zor olduğunu anlarız. 

İlk aşkın heyecanı, ilk ayrılığın acısı, ilk ebeveynlik deneyimi, kariyerdeki ilk büyük başarı veya başarısızlık, kayıplar, zorluklar, kazık yemeler, kazık atmalar. Her biri, yaşanmışlık hanemize bir tik daha atarken, aslında bizi bambaşka bir bilinmeze doğru iter.

Kazanılan deneyimler, bir rehberlik sunar elbet, ancak asla tüm yolları aydınlatmaz. Çünkü hayat, aynı nehrin iki kez geçilemeyeceği gibi, aynı anın iki kez yaşanamadığı bir akıştan ibarettir. Her an, benzersizdir ve her an, bizi yeni bir ilkle yüzleştirir insanı. 

Ne kadar yaş alırsak alalım, zamanın o devasa koridorlarında yürürken, her bir dönemeçte karşımıza çıkacak sürprizlere karşı içimizde daima bir "bilmiyorum" vardır. 

#acemi

#hayat

#nevinbilginhaber


 Türkiye’de Erkekliğin Dönüşümü

Neoliberalizm, Ekonomik Krizler ve Maskülenliğin Yeniden İnşası

Erkek Modası Üzerine Etkileri

ERKEK MANGAL MI YAKMALI, YOGA MI YAPMALI



Nevin BİLGİN 

1990’lardan itibaren yaşanan ekonomik, kültürel ve siyasal dönüşümler, erkekliği yalnızca toplumsal bir kimlik olmaktan çıkarıp sürekli müzakere edilmesi gereken kırılgan bir iktidar formuna dönüştürdü.

Neoliberal politikaların yükselişi, hizmet sektörünün genişlemesi, aile yapısındaki değişimler ve siyasal otoritenin söylemsel müdahaleleri, erkekliğin hem maddi hem de sembolik temellerini yeniden şekillendirdi. Bugün erkeklik, hem görünürlüğü yöneten rekabetçi neoliberal performansın hem de krizlere karşı güç ve otorite vadeden geleneksel politik maskülenliğin arasında sıkışmış durumdadır.


Neoliberalizm ve  Beyaz Yaka

Neoliberal ekonomi, Türkiye’de 1980’lerden itibaren uygulamaya kondu ancak etkisini en güçlü biçimde 1990’lar ve 2000’lerde gösterdi. Sanayi toplumunun kas gücüne dayalı emekçi erkek imgesinin yerini, hizmet sektöründe çalışan, eğitimli, bireyci ve rekabetçi beyaz yakalı erkek aldı.



Bu dönüşüm yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda kültürel bir dönüşümdü.

Erkeklik giderek bedensel estetik, kişisel bakım, markalı tüketim ve iletişim becerileri üzerinden tanımlanmaya başlandı.

“Taş fırın erkeği” imajının karşısında bakımlı, esnek, estetik duyarlılığı olan metroseksüel erkek görünür hale geldi.

Neoliberal piyasa, erkekten kendini bir ürün gibi pazarlamasını talep etti, dış görünüş, beden yönetimi ve psikolojik dayanıklılık performansın bir parçası oldu.

Bu süreçte erkeklik, ilk kez bu kadar açık biçimde bir performans nesnesine dönüştü.



2008 Krizi ve Erkeklik Üzerine Etkisi

2008 Küresel Finans Krizi, yaşanan ekonomik dalgalanmalar, ücretli emeğin geniş kesimini güvencesiz bir konuma taşıdı. Çalışma hayatındaki esneklik, işsizlik riski, borçluluk ve örgütsüzlük, erkekliğin tarihsel olarak dayandığı geçim sağlayıcı rolünü sarstı.

Araştırmalar, neoliberal güvencesizliğin erkeklerde ciddi bir kimlik kırılması yarattığını ortaya koyuyor. 

Erkek, ekonomik rolünü kaybettiğinde ev içi otoritesi zayıflıyor.

İşsiz kalma korkusu, çalışma hayatındaki görünmez baskılar ve psikolojik tükenmişlik hissi, erkek kimliğinin kırılganlığını ortaya çıkarıyor.

Bir zamanlar doğal bir hak gibi görülen erkek iktidarı, ekonomik güvencesizlikle birlikte tartışmaya açılıyor.

Politik Maskülenleşme

Ekonomik kırılganlıkların ortaya çıkardığı güvensizliği en hızlı dolduran alan siyaset oldu.

Siyasi söylemler, son yıllarda giderek daha belirgin biçimde geleneksel, sert, otoriter ve korumacı bir erkeklik modelini öne çıkarıyor.

“Adam gibi adam”, “dik durmak”, “güçlü lider”, “er meydanı” gibi ifadeler, modern erkekliğin yaşadığı çöküşü telafi eden bir sembolik alan oluşturuyor.

Bu söylemler erkeklere iki şey vaat ediyor:

Kayıp otoritelerini geri alma

Kolektif bir güç hissi sunma

Kendi hayatında ekonomik veya duygusal olarak güç kaybeden erkek, bu boşluğu politik güç imgesi ile doldurmaya çallıştı. Böylece erkeklik, bireysel bir kimlik olmaktan çıkıp siyaset tarafından şekillendirilen ideolojik bir yapıya dönüştü. 


Mangal mı, Yoga mı?

Erkeklik, iki farklı ve çelişkili performans arasında sıkışmış durumda:

Neoliberal performans:

·Esnek, bakımlı, rekabetçi, dijital becerileri güçlü

·Kendine yatırım yapan, meditasyon ve sporla “iyi oluş halini” yöneten

·Bireyci, özgüvenli ve dış görünüşüne özen gösteren

Geleneksel/politik performans:

·Ailenin reisi, koruyucu ve otoriter

·Güçlü, duygularını belli etmeyen, “dimdik ayakta durması” beklenen

·Evde ve toplumda hâkim rolü sürdüren

Bu iki modelin birbirini dışlaması, erkekliğin imkânsız bir performansa dönüşmesine yol açıyor. Erkek hem yoga matında duygularını yönetmek hem de mangal başında sert ve sarsılmaz görünmek zorunda. 

Maskülenlik artık sabit bir kimlik değil,  ekonomik, kültürel ve siyasal baskılarla sürekli yeniden üretilen bir gösteri.

#erkek

#moda

#nevinbilginhaber

#metroseksüel

#dönüşüm


Kaynakça

Özalp, S. K. (2020) – Neoliberal Emek Piyasasında Bireycilik ve Beyaz Yakalıların Bireyselleşmesi

Mülkiye Dergisi

https://dergipark.org.tr/tr/pub/mulkiye/issue/79180/1170453

Çakır, S. (2018) – Yeni Kapitalizm ve Erkeklik Krizi: Ankara'da Hizmet Sektöründe Çalışan Erkekler

DergiPark

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2440171

Kızılkan, N. (2014) – Erkeklik Çalışmaları ve Türkiye’de Erkekliğin Dönüşümü

Lacivert Dergi

https://www.lacivertdergi.com/dosya/2014/09/30/erkeklik-calismalari-ve-turkiyede-erkekligin-donusumu

Onur, E. & Koyuncu, N. (2004) – Toplumsal Cinsiyet Rolleri Bağlamında Tarihsel Rollerini Yitiren Erkekliğin Çöküşü

Kadın Araştırmaları Dergisi

https://kadinarastirmalari.com/toplumsal-cinsiyet-rolleri-baglaminda-tarihsel-rol-lerini-yitiren-erkekligin-cokusu/