6 Nisan 2025 Pazar

DİJİTALİN GÖLGESİNDE BÜYÜMEK: ADEOLASAN FİLMİ ÜZERİNE BİR ANALİZ

             fotoğraf:BBC


Nevin BİLGİN 

Sosyal medya çağında büyüyen çocuklar için gerçeklik sadece görülen ya da yaşananla sınırlı değil. Algılar, ekranın arkasında şekilleniyor. 

Adeolasan filmi, işte tam da bu bulanık gerçeklik alanında, 13 yaşında bir çocuğun sınıf arkadaşını öldürmesiyle patlak veren bir trajediyi anlatırken; ergenliğin kırılgan ruh haliyle dijital dünyanın keskin yüzünü çarpıştırıyor.


GERÇEĞİN KIRILDIĞI NOKTA

Filmde polisin yürüttüğü soruşturma, yalnızca bir cinayetin failini arama süreci değil, aynı zamanda nesiller arası büyük bir boşluğun da teşhiridir. Yetişkinlerin anlamakta zorlandığı, gençlerin ise içinde kaybolduğu dijital evren, klasik sorgulama yöntemleriyle açıklanamayan bir karmaşaya dönüşür. Soruşturmayı yürüten ekip, “neden?” sorusuna yanıt ararken, karşılarında sadece bir çocuk değil, onun telefon ekranına sığdırdığı dev bir dünya vardır. Ancak bu dünya, çoğu zaman erişilemezdir.


NESİLLER ARASI BOŞLUK VE DİJİTAL YALNIZLIK

Film, yetişkinlerin çocukları “fiziksel olarak” yanında tutmakla yetindiğini, ancak onların dijital kimliklerini anlamakta başarısız olduğunu güçlü biçimde vurgular. Aileler, öğretmenler, hatta polis bile çocuğun zihinsel yolculuğunu yakalayamaz. Çünkü artık çocuklar yalnızca okul sıralarında ya da ev odalarında değil, dijital ağlarda da büyüyor; belki de asıl kişiliklerini orada kuruyorlar. Bu yüzden sadece fiziksel varlık yetmiyor — dijital ortamda da onların yanında olmak, rehberlik etmek gerekiyor.


PAYLAŞAN KİM? KİMİN GERÇEĞİ?

Aslında dijital ortamda karşılaştıklarımız bizi hep bir soruya götürmeli; “Bu içeriği kim paylaşmış?” Sosyal medyada gördüğümüz her şeyin ardında bir niyet, bir yönlendirme vardır. Ancak ergenlik çağındaki bir çocuk için bu farkındalığı geliştirmek kolay değildir. 

Tek bir yorumun, tek bir paylaşımın bir gencin ruh dünyasında ne denli tahribat yaratabileceği dikkate alınmalı. 


SADECE BİZ YOKUZ

Film, bireyin kendi doğrularına sıkışıp kaldığında ne kadar büyük bir yanılgıya düşebileceğini de gösteriyor. “Ben böyle düşünüyorum” demek, gerçeği tanımlamaya yetmiyor. Çünkü gerçek, çok sesli bir yapıdır. Farklı açılardan bakmak, farklı bakış açılarını anlamaya çalışmak; özellikle sosyal medya çağında çocuklara kazandırılması gereken en önemli yetilerden biridir. Filmde bu yetinin eksikliği, korkunç bir sonuçla yüzleşilmesine neden olur.


DİJİTAL EKRANLARDA KAYBOLAN MASUMLUK

Adeolasan, yalnızca bir cinayet hikâyesi değil; aynı zamanda modern çağın çocuklarını anlamaya dair bir uyarı niteliğinde. 

Ergenliğin zaten yeterince çalkantılı olan doğasına bir de dijital dünyanın karmaşası eklendiğinde, genç bireylerin gerçeklikten nasıl uzaklaşabildiğini açıkça gösteriyor. Film, biz yetişkinlere şunu hatırlatıyor: Gençlerin fiziksel yanında olmak yetmez. Onların dijital yolculuklarında da, ekranın diğer ucunda da yanlarında olmalı; anlamaya, dinlemeye, rehberlik etmeye çalışmalıyız.

5 Nisan 2025 Cumartesi

SOKAĞIN PSİKOLOJİSİ: DUVAR YAZILARI ÜZERİNDEN BİR OKUMA

HER NESLİN DUVARI BAŞKA YAZAR ASLINDA

BİZ SUSARIZ, DUVARLAR KONUŞUR...

BAZEN ÇİŞ KOKAN, BAZEN RENGARENK İÇİNE ÇEKEN, BAZEN YAZILMIŞ BİR SÖZLE BAŞKA DİYARLARA GÖTÜREN DUVARLAR

TAŞ DUVARDAN SANAL DUVARLARA



NEVİN BİLGİN


Duvarlar konuşur. Yeter ki onları dinleyecek bir gözle bak. Sokakların dili vardır, o dilin harfleri bazen sprey boyayla yazılır, bazen kalemle kazınır, bazen ise sadece içten gelen bir çığlık gibi oraya bırakılır. 

Peki insanlar neden yazar duvara? Neden kelimelerini kâğıda değil de soğuk betona bırakır? 

Ya da daha çarpıcı bir soru: Neden bazıları duvara sadece yazmakla yetinmez, bir de işer?

Nedir bu duvarların çektiği insanlardan...Günümüz insanı artık sanal duvara da yazar oldu. 

O yüzden duvar kenarları insanın kendisini güvenli hissettiği kadar, çiş kokusu vardır diye uzaklaştığı yerler haline gelmiş durumda. Üstelik belediye tuvaleti bile 15 lira olmuşken..



Tarihçesi

llk duvar yazılarına, insanlık tarihinin başlangıcında, mağara resimlerinde rastlarız. Mağaralarda yer alan resimler, av sahnelerinden ibaret değildir; aynı zamanda bir anlatı, bir ifade biçimidir. 

Bu resimler, modern anlamda yazı olmasa da, duvara bir mesaj bırakma refleksinin milattan önceki bin yıllara uzandığını gösterir. 

Antik Roma’da ise “grafito” adı verilen duvar yazılarıyla halk, siyasi eleştirilerini ya da duygularını açıkça paylaşabiliyordu.

                 fotoğraf: K24

Görünür Olma Arzusu

Duvara yazmak, çoğu zaman bir "görünür olma" arzusudur. Anonim kalmakla birlikte, bir iz bırakma çabasıdır. Bir anlamda, duvara yazı yazan birey, varlığını toplumun kolektif belleğine kaydetmek ister.



Kimlik İnşası

Sosyal psikologlara göre, bu davranış özellikle genç bireyler arasında kimlik inşası sürecinde yoğunluk kazanır. 

Grup aidiyeti, otoriteye başkaldırı, bastırılmış duyguların dışavurumu gibi psikolojik dinamikler, duvar yazılarını şekillendirir. Grafitiler, bu yönüyle bireyin iç dünyasını kamusal alana taşıyan bir geçit işlevi görür.


MİZAH, İSYAN VE MAHREMİYETİN YER DEĞİŞTİRMESİ

Duvar yazılarında mizah önemli bir yer tutar. “Süt içtim büyüdüm, graffiti yaptım dövüldüm” gibi ifadeler, bir yandan sokağın sertliğini kabul ederken diğer yandan ona gülerek direnir. 

Birey, yazdıkça güç kazanır; özellikle bastırılmış duygular mizah yoluyla hem kendini ifade eder hem de sosyalleşir.

İŞEYEREK OTORİTEYE MEYDAN MI OKUR, BİLİNÇDIŞI SALDIRIDA MI BULUNUR

Ancak duvarlar sadece yazıya ev sahipliği yapmaz. İşemek gibi, daha ilkel ve sembolik bir eylem de zaman zaman aynı duvarlarda gerçekleşir. Bu davranış, mekânın sahiplenilmesi, otoriteye meydan okuma ya da toplumsal normlara yönelik bilinçdışı bir saldırı olarak da okunabilir.



HER DÖNEMİN DUVARI FARKLI YAZAR

Her dönemin duvarı başka şeyler söyler. 

1980’lerin askeri cuntasında yazılanlar ile günümüz apartman duvarlarındaki aşk itirafları arasında toplumsal travmaların izlerini görmek mümkündür. Bu yazılar, dönemin ruhunu taşır.


Sokakta yürürken bir duvarda şu cümleyi gördünüz diyelim: “Burada aşk vardı.” 

Ne hissedersiniz? Geçmişin izi mi? Kaybolmuş bir ilişkinin yankısı mı? Belki de bir özlem... 

İşte duvar yazıları tam da bu yüzden önemlidir. Çünkü bireyin iç dünyasını kamusal alana taşır, bu taşımayı da bir sanat, isyan ve hafıza pratiğiyle yapar.


YAZMAK, İŞEMEK, BOYAMAK

Duvarlar sadece fiziksel sınırlar değil, aynı zamanda toplumsal, duygusal ve psikolojik alanların da sınırıdır. 

Yazmak, işemek, boyamak ya da sadece dokunmak bile bu sınırlarla kurulan ilişkiyi gösterir. 

Duvar yazıları, toplumun alt metinlerini ortaya koyar. Duvarlara yazılanlar, sadece kelime değil, bir çağrıdır.


KAYNAKÇA: 

https://dergipark.org.tr/tr/pub/mahder/issue/76201/1184622


Şengül, C. G. (2013). Resistance on the Walls: A Content Analysis of Graffiti in Turkey. İzmir Ekonomi Üniversitesi


https://zenodo.org/records/6558086


https://dergipark.org.tr/tr/pub/tsh/issue/48453/613721


Tamgaç, Serdar, Mağara Duvarlarından Sanal Duvarlara

4 Nisan 2025 Cuma


İSMAİL GASPIRALI VE ATATÜRK ÜZERİNDEKİ ETKİSİ


GASPIRALI DENGECİ, ATATÜRK BATICI

VE GÜNEŞ DİL TEORİSİ





NEVİN BİLGİN 

Türk dünyasında modernleşme ve kültürel birlik konularında önemli fikirler geliştiren İsmail Gaspıralı ve Mustafa Kemal Atatürk, farklı dönemlerde yaşamış olmalarına rağmen, benzer hedeflere sahip olmuşlardır. 

Gaspıralı'nın "Dilde, Fikirde, İşte Birlik" anlayışı, Türk dünyasında ortak bir kimlik oluşturmayı amaçlarken, Atatürk bu fikri Türkiye özelinde modernleşme ve ulus devlet temelinde şekillendirmiştir. Ancak iki liderin bazı noktalar üzerinde farklı yaklaşımları olduğu da gözlemlenmektedir. 



İsmail Gaspıralı ve Mustafa Kemal Atatürk, Türk dünyasının geleceği konusunda önemli fikirler geliştirmiş liderlerdir. Gaspıralı, kültürel ve dil birliğini hedefleyen bir yaklaşım benimserken, Atatürk ulus devlet modelini benimseyerek köklü reformlar yapmıştır. Batılılaşma ve modernleşme konusunda Gaspıralı gelenekle yeniliği dengelemeye çalışırken, Atatürk tamamen Batılı sistemlere yönelmiştir.





İSMAİL GASPIRALI'NIN TÜRK DÜNYASI VİZYONU

İsmail Gaspıralı, Türk dünyasında dil, kültür ve eğitim alanında birlik sağlanmasını savunan bir fikir adamıdır. 19. yüzyılın sonlarında kaleme aldığı yazılar ve kurduğu eğitim kurumları sayesinde, Türk toplulukları arasında ortak bir dil oluşturmayı ve kültürel bağları güçlendirmeyi amaçlamıştır. Gaspıralı’nın temel görüşleri şunlardır:



Dil Birliği: Türk dünyasında ortak bir Türkçenin benimsenmesi gerektiğini savunmuştur. Osmanlı Türkçesi, Kazan Tatarcası ve Orta Asya Türkçeleri arasında köprü kurarak anlaşılabilir bir dil geliştirme çabasına girmiştir.

Eğitim Reformu: Usûl-i Cedîd (Yeni Usul) eğitim modelini geliştirerek, çağdaş okullar açmış ve modern pedagojik yöntemleri benimsemiştir.

Basın ve Yayın: Tercüman Gazetesi, Türk dünyasında bilinçlenmeyi sağlayan en önemli yayın organı olmuştur. Gaspıralı, basın yoluyla eğitimi destekleyerek halkın bilgiye ulaşmasını sağlamıştır.


ATATÜRK VE DİL REFORMU

Mustafa Kemal Atatürk, Türk dilinin sadeleşmesi ve halkın kolayca anlayabileceği bir forma ulaşmasını amaçlayan reformlar gerçekleştirmiştir. 1932 yılında kurulan Türk Dil Kurumu (TDK), dilin Arapça ve Farsça kökenli kelimelerden arındırılarak, daha anlaşılır bir yapıya kavuşmasını hedeflemiştir.

Gaspıralı’nın dil birliği fikri, Atatürk’ün reformlarıyla tam olarak örtüşmemektedir. Gaspıralı, Türk dünyasında ortak bir dil geliştirme çabası içindeyken, Atatürk Türkiye özelinde Türkçeyi sadeleştirmeyi ve bilimsel bir temele oturtmayı hedeflemiştir.


MODERNLEŞME VE BATILILAŞMA FARKLARI

İsmail Gaspıralı, Türk toplumunun modernleşmesi gerektiğini savunmuş, ancak bunun kontrollü bir süreç olması gerektiğini vurgulamıştır. Geleneksel değerlerin korunmasını ve Batı etkisinin sınırlı tutulmasını istemiştir.

Atatürk ise, tam anlamıyla Batılılaşmayı benimseyerek, hukuk, yönetim, eğitim ve sosyal hayatın Batı modeli doğrultusunda yenilenmesi gerektiğini savunmuştur. Harf İnkılabı, kadın hakları reformları ve laik hukuk sisteminin benimsenmesi, Atatürk’ün Batı’yı model alma konusundaki radikal tutumunu göstermektedir.

Bu noktada Gaspıralı, gelenek ile modernliği bir arada sürdürmeye çalışırken, Atatürk köklü değişiklikler yaparak Batı sistemine tam entegrasyon sağlamayı hedeflemiştir.


ULUS DEVLET VE TÜRK BİRLİĞİ ANLAYIŞI

Gaspıralı, Türk dünyasının kültürel ve eğitim yoluyla birleşmesini savunurken, Atatürk ulus devlet anlayışını benimsemiştir. Atatürk, Türkiye'nin bağımsız bir ulus olarak şekillenmesini ön planda tutarken, Gaspıralı Türk dünyasının ortak hareket etmesini desteklemiştir.

Atatürk'ün ulus devlet politikası, Gaspıralı’nın bütün Türk dünyasını kapsayan kültürel birlik fikriyle bazı noktalarda çelişmektedir. Atatürk, Türkiye’yi tek bir ulus bilinciyle yönetmek istemiş, Gaspıralı ise tüm Türk halklarını dil ve kültür ortaklığı çerçevesinde birleştirmeyi amaçlamıştır.

Güneş Dil Teorisi

Güneş Dil Teorisi, Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk dilinin kökenine yönelik araştırmalara verdiği önemin bir yansıması olarak ortaya çıktı. Teori, Türkçenin en eski dillerden biri olduğunu ve birçok dünya dilinin Türkçeden türediğini öne sürüyordu. Atatürk, bu teoriyi özellikle Türk milletinin tarihsel kimliğini ve özgüvenini güçlendirmek amacıyla destekledi. Ancak, dilbilim çevrelerinde yeterli bilimsel kanıtların olmaması nedeniyle teori zamanla akademik önemini yitirdi. 1936’dan sonra, Atatürk dil reformlarını daha bilimsel temelli çalışmalar üzerinden yürütme kararı aldı ve Güneş Dil Teorisi resmi söylemden geri plana çekildi.

İsmail Gaspıralı ile Güneş Dil Teorisi doğrudan bağlantılı olmasa da, her ikisi de Türk dünyasının dil ve kimlik bütünlüğüne yönelik fikirler içermektedir.

Gaspıralı, "Dilde, Fikirde, İşte Birlik" anlayışıyla Türk dünyasında ortak bir dil oluşturmayı amaçlamış ve Osmanlı Türkçesi ile diğer Türk lehçeleri arasında bir köprü kurmaya çalışmıştır. Türk dünyasının kültürel ve dil birliğini sağlayarak iletişimi güçlendirmek istiyordu.

Güneş Dil Teorisi ise Türkçenin dünya dilleri arasında en eski dillerden biri olduğunu ve birçok dilin Türkçeden türediğini iddia eden bir dil teorisidir. Atatürk döneminde desteklenen bu teori, Türk milletinin tarihsel kimliğini güçlendirmeyi amaçlamıştır.

Farklılıklar:

Gaspıralı'nın yaklaşımı daha pratik ve eğitim odaklıydı, yani gerçekçi bir dil birliği oluşturmayı hedefliyordu.

Güneş Dil Teorisi ise tarihsel ve etimolojik bir iddiaya dayanıyordu, yani Türkçenin kökenine dair spekülatif bir bakış açısı sunuyordu.

Benzerlikler:

İkisi de Türk dünyasının dil bilincini güçlendirme amacını taşıyordu.

Gaspıralı, Türkçe'nin ortak bir dil haline gelmesini desteklerken, Güneş Dil Teorisi Türkçe'nin evrensel bir köken taşıdığını iddia ediyordu.

Kaynakça: 

Saray, Mehmet. Türk Dünyasında Dil ve Kültür Birliği


https://dergipark.org.tr/tr/pub/cutad/issue/70298/1071160


https://millidusunce.com/gaspirali-ismail-beyden-ataturke-turk-dunyasinda-dil-ve-kultur-birligi/


https://dergipark.org.tr/tr/pub/ataunitaed/issue/2878/39643


https://www.tdk.gov.tr/wp-content/uploads/2020/03/16_Kara-M.-Prof.-Dr.-Mehmet-Saray-Gasp%C4%B1ral%C4%B1-%C4%B0smail-Beyden-Atat%C3%BCrke-T%C3%BCrk-D%C3%BCnyas%C4%B1nda-Dil-ve-K%C3%BClt%C3%BCr-Birli%C4%9Fi.pdf

Hablemitoğlu,Necip.Gaspıralı İsmail

https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/gunes-dil-teorisi/



KÜRESELLEŞME VE ABD'NİN YENİ VERGİLENDİRME POLİTİKALARI

ABD'NİN YENİ VERGİLENDİRME POLİTİKASI NE TÜR KRİZLERE YOL AÇABİLİR

1929 EKONOMİK BUHRANI VE SMOOT-HAWLEY TARİFE YASASI



                          Fotoğraf: https://www.history.com/articles/great-depression-causes



NEVİN BİLGİN


ABD yönetimi, ithal ürünlere yönelik yeni tarifeler getirerek yerli üretimi teşvik etmeyi ve dış ticaret açığını azaltmayı amaçlamaktadır. Özellikle Çin, Vietnam ve Avrupa Birliği gibi büyük ticaret ortaklarına uygulanan ek vergiler, bu ülkelerin ABD ile olan ticaret hacmini doğrudan etkileyerek küresel ticaret dengelerini yeniden şekillendirmektedir. 


Çin’e uygulanan %34’lük ek vergi, Vietnam için belirlenen %46’lık gümrük tarifesi ve Avrupa Birliği’ne yönelik kısıtlamalar, ülkeler arası ekonomik ilişkileri giderek karmaşık hale getirmektedir.


Bu politikaların temel hedeflerinden biri, ABD’nin iç piyasasını korumak ve yerli sanayiyi rekabet avantajına kavuşturmaktır. Ancak bu durum, küresel tedarik zincirlerinde bozulmalara yol açarak uluslararası şirketlerin yatırım stratejilerini ve üretim lokasyonlarını yeniden değerlendirmelerine sebep olmaktadır.



KÜRESELLEŞME ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

ABD’nin uygulamaya koyduğu yeni vergi politikaları, küreselleşme sürecinin yönünü değiştirebilir. Küreselleşme, ülkeler arasındaki ticaret engellerinin azaltılmasını ve sermaye hareketliliğinin artmasını sağlayarak şirketlerin farklı pazarlara erişimini kolaylaştıran bir süreçtir. Ancak ABD’nin korumacı yaklaşımı, küresel ticaretin serbestleşmesini zorlaştırarak uluslararası yatırımların ve ticaretin hızını kesebilir.

Özellikle gelişmekte olan ülkeler, ABD’nin yeni vergilendirme politikalarından olumsuz etkilenmektedir. Küreselleşmenin önemli bir unsuru olan vergi rekabeti, ülkelerin yatırım çekme stratejilerinde belirleyici bir faktör haline gelmiştir. ABD’nin yeni tarifeleri, bazı sektörlerde maliyetleri artırarak küresel ekonomik büyümeyi baskı altına alabilir. Teknoloji, otomotiv ve enerji sektörlerinde vergi yüklerinin artması, uluslararası ticaretin yapısını değiştirebilir.

         Wall Street.1929

DÜNYA TİCARET ÖRGÜTÜ’NÜN YAKLAŞIMI

Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), küresel ticaretin serbestleşmesini ve adil rekabet koşullarının sağlanmasını hedefleyen bir kuruluş olarak, ABD’nin yeni vergilendirme politikalarına karşı çeşitli değerlendirmelerde bulunmaktadır. DTÖ’nün temel ilkelerinden biri olan “En Çok Kayrılan Ülke Kuralı”, üye ülkelerin ticaret ortakları arasında ayrım yapmamasını zorunlu kılmaktadır. Ancak ABD’nin uyguladığı yeni tarifeler, bu ilkeye aykırı olabilir ve uluslararası ticaret anlaşmazlıklarını beraberinde getirebilir.


DTÖ’nün yanı sıra, Avrupa Birliği, Çin ve gelişmekte olan ülkeler ABD’nin yeni politikalarına karşı sert tepki göstermektedir. Avrupa Birliği, ABD’ye karşı misilleme tarifeleri uygulama sinyalleri verirken, Çin ise ABD menşeli ürünlere ek gümrük vergisi getireceğini duyurdu. Bu gelişmeler, küresel ticaret savaşlarının yeniden alevlenmesine yol açabilir.

PETROL FİYATLARI VE KÜRESEL TİCARET

ABD’nin yeni vergilendirme politikaları, petrol piyasasını doğrudan etkilemektedir. Küresel ticaretin en önemli unsurlarından biri olan petrol, ülkeler arasındaki ekonomik ilişkilerde belirleyici bir rol oynar. ABD’nin ithalat vergilerini artırması ve Çin gibi büyük ticaret ortaklarına ek tarifeler uygulaması, petrol talebini düşürerek fiyatların gerilemesine neden olmuştur.

Son açıklamalara göre, Brent petrolün varil fiyatı %8’in üzerinde değer kaybederek 64,38 dolara düşmüştür. Batı Teksas türü (WTI) ham petrol ise 66,04 dolara gerilemiştir. Bu düşüşün temel nedenlerinden biri, ABD’nin yeni tarifelerinin küresel ticaret savaşlarını kızıştıracağı beklentisidir. Ayrıca, OPEC+ ülkelerinin üretim artışı planları da fiyatların aşağı yönlü hareket etmesine katkıda bulunmuştur.


KÜRESEL TİCARET SAVAŞI

Küresel ticaret savaşı, iki veya daha fazla ülke arasında dış ticaret politikaları nedeniyle ortaya çıkan ekonomik çatışmalardır. Genellikle bir ülke, ithalatı kısıtlamak veya yerli üreticileri korumak amacıyla gümrük vergileri ve tarife dışı engeller uygular. Buna karşılık, etkilenen ülkeler de misilleme tarifeleri getirerek ticaret savaşını derinleştirir.

Örnekler:

ABD-Çin Ticaret Savaşı (2018-2020): ABD, Çin’den ithal edilen ürünlere milyarlarca dolarlık ek gümrük vergisi getirdi. Çin ise ABD menşeli ürünlere karşılık olarak benzer tarifeler uyguladı.


Smoot-Hawley Tarifesi (1930): ABD’nin ithalat vergilerini artırması, Kanada ve Avrupa ülkelerinin misilleme yapmasına neden oldu. Bu ticaret savaşı, Büyük Buhran’ın etkilerini ağırlaştıran faktörlerden biri olarak görülmektedir


ABD-AB Ticaret Gerilimi (1970-1990): ABD ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) arasında yaşanan ticaret savaşları, özellikle tarım ve elektronik sektörlerinde büyük ekonomik kayıplara yol açmıştır


BÜYÜK BUHRAN VE SMOOT-HAWLEY TARİFE YASASI

Smoot-Hawley Tarife Yasası, 1930 yılında ABD'de yürürlüğe giren ve Büyük Buhran döneminde küresel ticaret üzerinde derin etkiler bırakan bir korumacı ticaret politikasıdır. Yasa, Senatör Reed Smoot ve Temsilci Willis Hawley tarafından önerilmiş ve dönemin ABD Başkanı Herbert Hoover tarafından imzalanmıştır.

Yasanın Amacı ve İçeriği

Smoot-Hawley Yasası, ABD'deki çiftçileri ve sanayicileri korumak amacıyla ithal edilen yaklaşık 20.000 ürüne yüksek gümrük tarifeleri getirmiştir. Bu yasa, ithalat vergilerini ortalama %40 oranında artırarak ABD'nin dış ticaret açığını azaltmayı ve yerli üretimi teşvik etmeyi hedeflemiştir. Ancak, bu korumacı yaklaşım, uluslararası ticaret ortaklarının sert tepkilerine yol açmıştır.

Küresel Ticaret Üzerindeki Etkileri

Yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte, ABD'nin ticaret ortakları misilleme tarifeleri uygulamaya başlamış ve bu durum küresel ticaret savaşlarını tetiklemiştir. Örneğin, Kanada ve Avrupa ülkeleri, ABD ürünlerine yönelik boykotlar ve ek vergiler getirmiştir. Bu süreçte, ABD'nin Avrupa'dan ithalatı 1929 yılında 1,3 milyar dolardan 1932 yılında sadece 390 milyon dolara düşerken, ABD'nin Avrupa'ya ihracatı da aynı dönemde 2,3 milyar dolardan 784 milyon dolara gerilemiştir.


Büyük Buhran'a Etkisi

Smoot-Hawley Yasası, Büyük Buhran'ın etkilerini daha da ağırlaştıran bir politika olarak kabul edilmektedir. Yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte, dünya ticareti 1929-1934 yılları arasında %66 oranında azalmış ve bu durum, küresel ekonomik toparlanmayı zorlaştırmıştır. Ekonomistler, yasanın ABD'deki işsizlik oranlarını artırdığını ve tarım sektöründe ciddi kayıplara yol açtığını belirtmektedir.

Tarihsel Dersler

Smoot-Hawley Yasası, korumacı ticaret politikalarının uzun vadeli ekonomik sonuçları konusunda önemli bir ders niteliğindedir. Yasa, uluslararası ticaretin serbestleşmesinin önemini vurgulayan bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. 1934 yılında Başkan Franklin D. Roosevelt, Reciprocal Trade Agreements Act (Karşılıklı Ticaret Anlaşmaları Yasası) ile Smoot-Hawley Yasası'nın etkilerini hafifletmeye yönelik adımlar atmıştır.


Kaynakça: 

https://en.wikipedia.org/wiki/Smoot%E2%80%93Hawley_Tariff_Act

https://www.britannica.com/topic/Smoot-Hawley-Tariff-Act


https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/petrol-fiyatlari-sert-dususunu-surduruyor-opec-ve-ticaret-savaslari-2315846


https://www.memurlar.net/haber/1131961/abd-nin-vergi-karari-sonrasi-petrol-fiyatlarinda-sert-dusus.html


https://www.gercekgundem.com/ekonomi/4-yil-sonra-ilk-defa-trumpin-vergi-politikasi-petrole-de-yansidi-528417


https://daktilo1984.com/d84intelligence/buyuk-buhran-ve-sonrasi-ekonomik-mudahale-neden-endiselendirdi/?gad_source=1&gclid=Cj0KCQjwhr6_BhD4ARIsAH1YdjDTBj3aJkmg_PYc10MF8fG-BRXx4JsgwKjCRANWGNuMukK-gZ5vOWsaAoXGEALw_wcB


https://www.investopedia.com/terms/s/smoot-hawley-tariff-act.asp


https://corporatefinanceinstitute.com/resources/economics/smoot-hawley-tariff-act/


https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/803034


https://www.history.com/articles/great-depression-causes

3 Nisan 2025 Perşembe

 MECLİS'İN ÖNÜNDE BACAĞINDAN ASILAN TOPAL OSMAN OLAYI NEDİR?

ALİ ŞÜKRÜ BEY'İN ÖLDÜRÜLMESİ VE 

MECLİS'İN O DÖNEME AİT ZABITLARI

YILLAR SONRA BAHÇELİ'NİN VERDİĞİ TOPAL OSMAN KANUN TEKLİFİ 


                                                        fotoğraf: Mecliste.org

NEVİN  BİLGİN 

Cumhuriyet'in inşa sürecinde yaşanan ve Meclis’in kaderini derinden etkileyen olaylardan biri, 1923 yılında Topal Osman ve adamlarının, II. Dönem Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’i öldürmesiyle yaşandı.

                                              Fotoğraf: Erhanöztürk.com. Ali Şükrü Bey

Bu suikast, sadece kişisel bir hesaplaşma ya da münferit bir vaka değil, aynı zamanda Meclis'teki güç mücadelelerinin, rejimin oturması sürecindeki sancıların ve dönemin siyasi atmosferindeki sertliğin yansımasıdır. Bu trajik hadise, Türkiye Cumhuriyeti’nin erken dönem siyasal yapısına dair pek çok ipucu barındırır.



Topal Osman: Sadakat ile Sertlik Arasında

1883 Giresun doğumlu Topal Osman, I. Dünya Savaşı ve özellikle Pontus Rum çetelerine karşı yürüttüğü sert mücadelelerle tanınan bir halk kahramanı figürü kazanmıştır. Kurtuluş Savaşı yıllarında Mustafa Kemal Paşa’ya duyduğu bağlılık sayesinde Ankara’da Muhafız Alayı Komutanlığı’na getirilmiş, zamanla Ankara'nın karanlık işlerinde öne çıkan etkili bir isim olmuştur. Ancak hem hukuk dışı yöntemleri hem de bağımsız hareket etme alışkanlığı, onu bir süre sonra kontrolden çıkmış bir güç haline getirmiştir.

        fotoğraf:    Erhanöztürk.com

Ali Şükrü Bey: Sesini Yükselten Muhalefet

1884 Trabzon doğumlu Ali Şükrü Bey, Osmanlı donanmasında yetişmiş bir deniz subayı ve aynı zamanda gazetecidir. Meclis'te özellikle Lozan görüşmeleri ve hükümetin yetkileri konusunda yürüttüğü sert eleştirilerle tanınır. 

            Fotoğraf: Erhan Öztürk. Kürk Paltolu Topal Osman

Cinayet ve Ardındaki Gölge

27 Mart 1923’te ortadan kaybolan Ali Şükrü Bey’in cesedi, 1 Nisan’da Ankara'da Papazın Bağı denilen yerde boğularak öldürülmüş şekilde bulundu. 

Yapılan soruşturma neticesinde Topal Osman ve adamlarının cinayetin faili olduğu açıklandı. 

Olayın arkasında derin bir komplo mu olduğu, yoksa Topal Osman’ın kendi inisiyatifiyle mi hareket ettiği sorusu, tarihçilerin hâlâ tartıştığı konular arasındadır. 


Mecliste Fırtına Kopuyor

Cinayetin duyulması Meclis'te büyük bir infiale yol açtı.  Meclis kürsüsünde sert eleştirilerde bulundular. 

Mustafa Kemal Paşa ise olayın bireysel bir sapma olduğunu söyleyerek faillerin cezalandırılacağını bildirdi.


                               fotoğraf: Erhan Öztürk. 1922 Meclis önü horon tepen ekip

Takip, Kuşatma ve Ölüm

Mustafa Kemal Paşa,  Topal Osman’ın yakalanması için emir verdi. Muhafız Taburu Komutanı İsmail Hakkı Bey önderliğindeki birlikler, Çankaya yakınlarında Topal Osman ve adamlarını kuşattı. Çıkan çatışmada ağır yaralanan Topal Osman kısa sürede hayatını kaybetti. 

Cesedi, ibret olsun diye Ulus Meydanı’nda ayağından asıldı; bu görüntü, Ankara sokaklarında uzun süre hafızalardan silinmeyen bir sahne olarak kaldı.

Devlet Bahçeli’nin Kanun Teklifi ve Tarihle Hesaplaşma

2020’li yıllarda ise bu olaya dair yeni bir siyasi tartışma başladı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 2023 yılında Topal Osman’a “İstiklal Madalyası” verilmesi için TBMM’ye bir kanun teklifi sundu. 

Bahçeli, teklif gerekçesinde Topal Osman’ın Cumhuriyet’in kuruluşu sürecindeki fedakarlıklarını, Pontusçu tehdit karşısında gösterdiği mücadeleyi ve Mustafa Kemal’e olan sadakatini vurguladı. 

Bu teklif kamuoyunda büyük yankı uyandırdı; kimi çevreler tarafından desteklenirken, bazı tarihçiler ve muhalif siyasetçiler, Ali Şükrü Bey cinayetini hatırlatarak tepki gösterdi. Teklif, tarihsel bir şahsiyetin yeniden değerlendirilmesi mi yoksa siyasal bir hesaplaşma mı sorusunu yeniden gündeme taşıdı.

Kaynakça

Tutanak

https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c028/tbmm01028016.pdf


https://www.mecliste.org/icerik/91/Topal-Osman-Kimdir?-Meclis-Zabitlarindan-Ali-sukru-Bey-Cinayeti-ve-370-Sayili-Meclis-Karari



https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/topal-osman-1883-1923/



https://www.indyturk.com/node/513281/siyaset/kimine-g%C3%B6re-kahraman-kimine-g%C3%B6reyse-katil%E2%80%A6-%C3%BCzerinde-foto%C4%9Fraf%C4%B1-olan-otob%C3%BCs%C3%BCn



https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1860595


https://www.youtube.com/watch?v=F2fxXSzkFEI (Yusuf Halaçoğlu) 

https://www.youtube.com/watch?v=HI4awpiPDHo


https://birikimdergisi.com/guncel/70/cagimizin-bir-baska-kahramani-topal-osman

https://ozhanozturk.com/2017/12/12/topal-osman-cetesi/


2 Nisan 2025 Çarşamba

 KÖTÜLÜĞÜN SIRADANLIĞI

AİLEDEN TOPLUMA, TOPLUMDAN AİLEYE YAYILAN TEHLİKE

KÖTÜLÜĞÜN EN BÜYÜK TEHLİKESİ: NORMALLEŞMESİ




NEVİN BİLGİN 

Günümüzde kötülük, aileden başlayarak topluma yayılan ve toplumdan tekrar aileye dönen bir döngü hâline gelmiştir. 


Çocukların aileyi yalnızca bir çıkar alanı olarak görerek yetişmesi, anne ve babalarını adeta tüketircesine sömürmeye çalışması, bu döngünün en acımasız örneklerinden biridir. 

Bir zamanlar güven ve sevgiyle örülü olması gereken aile bağları, bireylerin birbirine zarar verdiği bir alan hâline dönüşebiliyor. Anne ve babaların çocuklarına karşı adaletsiz tutumu, kardeşler arasındaki düşmanlık ve aile bireylerinin birbirine uyguladığı psikolojik şiddet, maddi şiddet, toplumsal yapının geneline yayılan bir sorunun parçası hâline geliyor.


Ancak kötülüğün sıradanlaşması sadece aile içi ilişkilerle sınırlı değil. Toplumda egemen olan rekabetçi ve çıkarcı yapılar, bireylerin birbirine karşı duyarsızlaşmasını sağlarken, bu olumsuz değerler aile içine geri dönüyor. 


Zalim bir yaşam ortamında büyüyen bireyler,kötülüklerini her alana taşıyor. Öte yandan, aile içinde normalleşen maddiyatçı ortam, sert ve adaletsiz tutumlar, bireylerin topluma taşıdığı davranış kalıplarını belirliyor.


Hannah Arendt ve Kötülüğün Sıradanlığı

Kötülüğün sıradanlaşması sadece aile içi ilişkilerle sınırlı değil. Toplumda egemen olan rekabetçi ve çıkarcı yapılar, bireylerin birbirine karşı duyarsızlaşmasını sağlarken, bu olumsuz değerler aile içine geri dönüyor. 


Adaletsiz, çıkarcı ve zalim her ortam kötülüğü besliyor. 


Alman asıllı Amerikalı tarihçi ve filozof, 20.yüzyılın kuramcılarından Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” kavramı, Nazi Almanyası’nda Adolf Eichmann’ın yargılanma sürecine dayanır. Arendt, kötülüğün çoğu zaman büyük bir planın sonucu değil, bireylerin düşünmeksizin gerçekleştirdiği eylemlerden ibaret olduğunu ileri sürer. Eichmann, soykırımın organizasyonunda kritik bir rol oynamasına rağmen, yaptığı işin etik boyutunu hiç sorgulamamış, yalnızca emirleri yerine getirdiğini savunmuştur.


Bugün de kötülük, büyük trajedilerden ibaret değil, insanların birbirine küçük çapta yaptığı günlük haksızlıklar ve duyarsızlıklarla kendini sürekli yeniden üretiyor. Bireylerin empati eksikliği, sistemin bireyi sorgulamadan itaate zorlaması, kötülüğün toplumsal bir alışkanlık hâline gelmesine neden oluyor. İş yerinde, okulda, sosyal çevrede ve siyasi yapılarda gözlemlenen adaletsizlikler, aile içindeki ilişkilere de geri dönerek daha geniş bir döngü oluşturuyor.

Yükselen Değer Kötülük

Toplumda kötülüğün yükselen değer hâline gelmesi, bireylerin günlük yaşamlarında etik ve vicdani sorgulamalar yapmaktan uzaklaşmasına yol açıyor. 

Sosyal Medya ve Kötülük

Günümüzde ise sosyal medyada yayılan zorbalık, iş yerinde rekabet adına yapılan haksızlıklar, devlet mekanizmalarındaki adaletsizlikler, insanların duyarsızlaşmasına neden oluyor.

Bireyler, yaşadıkları bu adaletsizlikleri kabullenerek hayatlarına devam ettiklerinde, bu normların kendi aile içi ilişkilerine de sirayet ettiğini fark etmiyorlar. Kendi haklarını savunamayan bireyler, çocuklarına da aynı sessizliği öğretiyor. Aile içinde şiddet veya psikolojik baskıyı normalleştiren bireyler, toplum içinde aynı zihniyeti sürdürerek kötülüğün sıradanlaşmasına katkı sağlıyor.



Kötülük Normalleşirse

Kötülüğün sıradanlaşmasına karşı durmak, bireylerin etik değerleri sorgulaması ve toplumun kolektif bir farkındalık geliştirmesiyle mümkün olabilir. Ahlaki normların yeniden inşası, eğitimin erdem ve vicdan üzerine yoğunlaşması, insanların iyilikten şüphelenmek yerine onu teşvik eden bir toplum yaratmaları gereklidir.

Kötülüğün sıradanlığı aileden topluma, toplumdan aileye yayılan bir döngü içinde gelişiyorsa, bu döngüyü kırmanın yolu bireylerin farkındalık kazanması ve adaletsizliğe karşı bilinçli bir duruş sergilemesidir. Arendt’in vurguladığı gibi, kötülüğün en büyük tehlikesi onun olağanlaşmasıdır. Ancak bireyler sorgulamaya devam ederse, bu sıradanlığı kırmak ve iyiliği yeniden yükselen bir değer hâline getirmek mümkündür.


Arendt Kimdi: 

Hannah Arendt’in en dikkat çekici aşk hikâyesi, ünlü Alman filozof Martin Heidegger ile yaşadığı ilişkiydi. Arendt, 1924 yılında Marburg Üniversitesi’nde felsefe eğitimi alırken, Heidegger’in öğrencisi oldu. O dönemde Heidegger, evli ve akademik kariyerinin zirvesinde bir profesördü. Ancak, Arendt ile arasında güçlü bir entelektüel ve duygusal bağ oluştu.

İlişkileri, hem tutkulu hem de karmaşıktı. Heidegger’in Nazi rejimiyle olan bağlantıları, Arendt’in Yahudi kimliği nedeniyle büyük bir çatışma yaratıyordu. 1933’te Nazi rejimi güç kazandığında, Arendt Almanya’dan kaçmak zorunda kaldı. Heidegger ise Nazi Partisi’ne katıldı ve akademik kariyerini bu rejim altında sürdürdü. Bu durum, Arendt’in ona olan güvenini derinden sarstı.

Yıllar sonra, Arendt ve Heidegger tekrar bir araya geldi. 1950’lerde, Arendt onunla yeniden iletişime geçti ve ilişkileri, geçmişte yaşananlara rağmen entelektüel bir dostluk olarak devam etti. Arendt, Heidegger’in felsefesine olan hayranlığını hiçbir zaman kaybetmedi, ancak onun siyasi tercihlerini eleştirmekten de geri durmadı.

Bu aşk hikâyesi, sadece romantik bir ilişki değil, aynı zamanda felsefi ve siyasi bir çatışmanın da yansımasıydı. 

Arendt’in düşüncelerinde Heidegger’in etkisi büyük oldu, ancak onun Nazi rejimiyle olan bağlantısı, Arendt’in etik ve politik görüşlerini şekillendiren önemli bir kırılma noktasıydı.

Arendt’in aşkı, sadece Heidegger ile sınırlı değildi. Daha sonra Amerikalı filozof Heinrich Blücher ile evlendi ve onunla derin bir entelektüel ortaklık kurdu. Blücher, Arendt’in hayatında istikrarlı bir destek sağladı ve onun siyasi düşüncelerini geliştirmesinde önemli bir rol oynadı.

Kaynakça: 

https://www.youtube.com/watch?v=1Cop16qA3No

Arent, Hannah, Kötülüğün Sıradanlığı

1 Nisan 2025 Salı


MİTİNG MEYDANLARINDAKİ BOZKURTLU 6 OK DA NEYDİ? 


CUMHURİYET HALK FIRKASI'NIN DOĞUŞU VE İLK SEMBOLLERİ TARTIŞMASI

      fotoğraf: Kapsamhaber


NEVİN BİLGİN 

Miting meydanlarında altı ok ve bozkurt olan amblemlerin açılması dikkat çekiciydi. Bu amblemle ilgili zaman zaman CHP ile kurulan  bağlantı tartışmaları olmaktadır. 

Amblemin Cumhuriyet öncesinde kurulan Halk Fırkası tarafından amblem olarak kabul edilmese de o dönem gerçekleştirilen birçok toplantı ve kutlamalarda kullanıldığı birçok kaynakta yer almakta. O dönemde düzenlenen toplantılar, kutlamalar vb etkinliklerde bu türden bayraklar kullanıldığı o döneme ait fotoğraf ve gazete haberlerinde de görülmekte. 

Halk Fırkası Fikri 

Halk Fırkası, Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesinden doğan ve Cumhuriyet’in inşa sürecini yönlendiren en önemli siyasi oluşumlardan biridir. Cumhuriyet Halk Partisi'nin de atasını oluşturmaktadır. 

Halk Fırkası'nın tarihsel kökleri 1919’daki Sivas Kongresi’ne dayandırılmaktadır. Bu kongre, Kurtuluş Savaşı’nın siyasi ve örgütsel temellerini oluştururken, HF’nin ilerleyen yıllarda kendisini Türkiye’nin ilk siyasi partisi olarak konumlandırmasına zemin hazırlamıştır.

SİYASAL DEĞİL MİLLİ FİGÜR

Cumhuriyet'in ilk yıllarında bir milli kimlik yaratma amacıyla bozkurt simgesinin yaygın olarak kullanıldığını belirten Prof. Dr. Hakkı Uyar, çeşitli mecralarda bu simgenin zamanla yaygınlaştığını ifade etti ve "Bozkurt simgesini siyasal figür olarak değil milli bir figür olarak görmek önemli" dedi. 

Sivas Kongresi ve Halk Fırkası

CHP'nin kuruluşu aslında, 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanan Sivas Kongresi’ne kadar dayanmaktadır. Ancak partinin resmi olarak kurulması 9 Eylül 1923 tarihinde gerçekleşmiştir. 

Kongrenin Halk Fırkası, sonrasında Cumhuriyet Halk Fırkası ve CHP ile olan bağlantısı, partinin kuruluşunun yalnızca bir siyasi karar değil, aynı zamanda Kurtuluş Savaşı’nın devam eden sürecinin bir parçası olduğunu göstermektedir. 

İzmir’in Kurtuluşu’nun birinci yıldönümüne denk getirilen kuruluş tarihi, partinin milli mücadeleyle olan bağlarını pekiştirme amacını taşımaktadır.


Birinci Meclis'in Durumu

Mustafa Kemal Atatürk, Birinci Meclis’teki görüş ayrılıklarının inkılâplar için bir engel oluşturduğunu görerek, halkın desteğini alacak “Halk Fırkası” adlı bir parti kurma fikrini geliştirmiştir. Bu görüşünü 7 Aralık 1922’de kamuoyuyla paylaşmıştır. Halkçı bir nitelik taşıması planlanan bu parti için önce kamuoyu oluşturulması gerektiğini bilen Atatürk, 14 Ocak-20 Şubat 1923 tarihleri arasında Batı Anadolu gezisine çıkmıştır. İzmit’te düzenlediği basın toplantısıyla, basının desteğini almayı ve yeni parti hakkında halkı bilinçlendirmeyi amaçlamıştır. 

Basın, köşe yazıları ve haberlerle yeni partinin niteliklerini tartışarak kamuoyu oluşturma sürecinde kritik bir rol oynamıştır. Bu yazılar, eski ve yeni Türkiye’nin karşılaştırmalarını, Halk Fırkası’nın milli iradeyi destekleyecek bir yönetim sistemi kurma hedefini ve inkılâplar için uygun zemini hazırlama çabalarını içermektedir. Aydınların görüşlerini öğrenmek ve halkın desteğini kazanmak için yapılan bu çalışmalar, Halk Fırkası’nın temel özelliklerini şekillendirmiştir. Partinin arkasındaki başat güç milletin desteği olurken, basın halkı bilinçlendirme görevini üstlenmiştir. 


Halk Fırkası’ndan Cumhuriyet Halk Fırkası’na

Cumhuriyet Halk Fırkası, başlangıçta Halk Fırkası adıyla kurulmuş ve bu isimle faaliyet göstermiştir. Ancak, 10 Kasım 1924 tarihinde partinin adı Cumhuriyet Halk Fırkası olarak değiştirilmiştir. Bu değişiklik, partinin Cumhuriyetçi kimliğini vurgulamak ve siyasi ideolojisini daha net bir şekilde ifade etmek amacı taşımaktadır.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e: Siyasi Yapının Dönüşümü

Türkiye’deki siyasi partiler, Avrupa’daki muadillerinden farklı bir gelişim süreci izlemiştir. Batı’daki partiler, sınıfsal temsile dayalı olarak parlamento içinde doğarken, Türkiye’deki ilk siyasi muhalefet hareketleri daha çok aydın ve bürokrat kökenli olmuştur.

Osmanlı’daki ilk ciddi muhalefet hareketi İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1908’de cemiyetten partiye dönüşmüştür. 

Aynı şekilde, Halk Fırkası’ndan Cumhuriyet Halk Fırkası’na dönüşüm olmuştur. 

Cumhuriyet Halk Fırkası, başlangıçta Halk Fırkası adıyla kurulmuş ve bu isimle faaliyet göstermiştir. Ancak, 10 Kasım 1924 tarihinde partinin adı Cumhuriyet Halk Fırkası olarak değiştirilmiştir. Bu değişiklik, partinin Cumhuriyetçi kimliğini vurgulamak ve siyasi ideolojisini daha net bir şekilde ifade etmek amacı taşımaktadır.


Osmanlı’dan Cumhuriyet’e: Siyasi Yapının Dönüşümü

Türkiye’deki siyasi partiler, Avrupa’daki muadillerinden farklı bir gelişim süreci izledi. Batı’daki partiler, sınıfsal temsile dayalı olarak parlamento içinde doğarken, Türkiye’deki ilk siyasi muhalefet hareketleri daha çok aydın ve bürokrat kökenli olmuştur. 

Osmanlı’daki ilk ciddi muhalefet hareketi İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1908’de cemiyetten partiye dönüşmüştü. Aynı şekilde, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (ARMHC), Birinci Meclis’te örgütlenmiş ve Halk Fırkası’na dönüşerek siyasi parti kimliği kazanmıştır.

Halk Fırkası kurulduğunda, ARMHC’nin il ve ilçe şubeleri tabelalarını indirerek Halk Fırkası tabelalarını asmıştır. Böylece siyasi dönüşüm süreci, cemiyet tipi örgütlenmeden parti düzenine geçişi simgelemiştir. CHF’nin kuruluşu, yalnızca bir siyasi parti kimliğinin ortaya çıkışı değil, aynı zamanda Cumhuriyet’in temel felsefesinin şekillendiği bir yapı olarak düşünülmelidir.

Cumhuriyet Halk Fırkası’nın İlk Sembolü

CHF’nin kurulduğu dönemde belirgin bir resmi parti amblemi bulunmasa da, birçok toplantıda fırkanın ilk yıllarında bozkurt sembolünün zaman zaman değişik şekillerde kullanıldığı görülmektedir. 

Bugün bildiğimiz Altı Ok amblemi, 1933 yılında İsmail Hakkı Tonguç tarafından tasarlanmış ve 1935 yılında resmi olarak parti sembolü haline getirilmiştir. Altı Ok, Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik, Laiklik, Devletçilik ve Devrimcilik ilkelerini simgeler ve Türkiye’nin modernleşme sürecindeki kritik yönelimleri temsil etmektedir. 



Tek Parti Dönemi ve Siyasi Dönüşüm

HF, 1924’te adını Cumhuriyet Halk Fırkası olarak değiştirmiştir. Bu dönemde, parti Türk siyasetinde belirleyici bir rol oynamış ve 1946’ya kadar tek parti olarak varlığını sürdürmüştür. CHF’nin karşısında kurulan ilk ciddi muhalefet partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF), Şeyh Said İsyanı sonrasında kapatılmıştır. Bu olay, CHF’nin tek parti konumunu uzun yıllar koruyacağını göstermiştir.

ORTAYLI: BOZKURT SEMBOLDÜR

İlber Ortaylı yaptığı açıklamada, "Türk tarihinde ‘Bozkurt’ bir semboldür, idoldür. Öyle sadece bir partinin, grubun sembolü değildir. Biz çöl takımından değiliz, steplerden gelen bir milletiz. O yüzden kurt bizim için mühim ve manalı bir semboldür. Destanları, hikâyeleri var." açıklamasını getirmektedir. 

Kaynakça: 

https://www.istdergi.com/index.php/tarih-belge/turkiyenin-en-koklu-partisi-chp


https://www.turkbilimi.com/ataturk-mustafa-kemal-ve-chpnin-kurulus-felsefesi-milliyetcilik/

https://tr.wikipedia.org/wiki/Alt%C4%B1_Ok#:~:text=K%C4%B1rm%C4%B1z%C4%B1%20zemin%20%C3%BCzerinde%20alt%C4%B1%20beyaz,%5D%20idi)%20simgesi%20olarak%20benimsenmi%C5%9Ftir.

https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/cumhuriyet-halk-firkasi-1923-1938/

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/2863548

https://www.kapsamhaber.com/chp-nin-6-oku-centikli-ok-neyi-temsil-eder/58404/#google_vignette

https://www.aa.com.tr/tr/teyithatti/aktuel/bozkurt-simgesinin-cumhuriyet-tarihindeki-yeri/1817988

https://www.reddit.com/r/Kamalizm/comments/wut4xo/chpnin_ambleminde_bozkurt_yalan%C4%B1_bu_iddiay%C4%B1/?rdt=59328


31 Mart 2025 Pazartesi

 ATATÜRK VE TÜRKÇÜ AYDINLAR

FARKLILIKLAR VE ÇATIŞMALAR




NEVİN BİLGİN

Cumhuriyet ideolojisi, Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde şekillenirken, Türk milliyetçiliği bu ideolojinin temel taşlarından biri haline gelmiştir. Ancak dönemin önde gelen Türkçü aydınlarıyla Atatürk arasındaki ilişki, fikirsel uyum ve birliktelikler kadar bazı çatışmaları da beraberinde getirmiştir. 

Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Ziya Gökalp, Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan ve Reha Oğuz Türkkan gibi isimler, Türkçülük ideolojisine önemli katkılar sunarken, Atatürk’ün modernleşme vizyonuyla kimi zaman paralel, kimi zaman çelişkili yaklaşımlar ortaya koymuştur. 


Ziya Gökalp ve Atatürk: Türkçülüğün Teorisyeni

Ziya Gökalp, Türkçülük ideolojisinin teorisyeni olarak, Atatürk'ün Cumhuriyetçi modernleşme anlayışına derinlemesine etki etmiş bir isimdir. Gökalp’in "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" üçlemesi, milli kimlik inşasında temel bir prensip haline geldi. Gökalp, kültürel milliyetçiliği savunarak Türk milletinin tarihsel, edebi ve sosyal yönlerini öne çıkarmıştır. Atatürk, Gökalp'in fikirlerinden esinlenerek Cumhuriyet rejimini şekillendirirken, onun milliyetçi kültürel yaklaşımlarını pratikte daha kapsayıcı ve siyasi bir hale dönüştürmüştür. Bu uyum, Gökalp'in erken Cumhuriyet dönemi düşünce sisteminin Atatürk politikalarıyla kesiştiği bir zemini oluşturmuştur. 


Yusuf Akçura ve Atatürk: Üç Tarz-ı Siyasetin İzleri

Yusuf Akçura, 1904 tarihli "Üç Tarz-ı Siyaset" adlı makalesiyle Osmanlı Devleti için üç farklı siyasi yaklaşımı tartışmaya açmıştı: Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük. Atatürk, Osmanlıcılık ve İslamcılığı reddederek, modern ve milli bir devlet inşa etmeyi hedeflemiştir. Akçura, Cumhuriyet döneminde bu anlayışın teorik destekçilerinden biri olarak Atatürk’ün yanında yer almıştır. Ancak Cumhuriyet'in ilerleyen yıllarında tarih yazımı ve devletin Türkçülük politikalarının uygulanışı konusunda Atatürk ile zaman zaman görüş ayrılıklarına düşmüştür.

        Fotoğraf: Vikipedi. Atatürk ve Ahmet Ağaoğlu

Ahmet Ağaoğlu: Cumhuriyet’in Liberal Milliyetçisi

Ahmet Ağaoğlu, liberal Türkçü bir düşünür olarak Atatürk’ün modernleşme politikalarına katkı sunmuş, ancak devletçilik anlayışıyla zaman zaman ters düşmüştür. Cumhuriyet’in ilk döneminde Atatürk’ün Halk Fırkası’nda aktif görev alan Ağaoğlu, Serbest Fıkra'nın programının hazırlanmasında bulunmuştur. Ekonomi politikalarında bireyci ve liberal görüşlerini ön plana çıkarmıştır. Buna karşılık, Atatürk’ün ekonomik devletçiliğe dayanan kalkınma anlayışı Ağaoğlu’nun fikirleriyle çelişkili bir zemin yaratmıştır. Ahmet Ağaoğlu’nun Atatürk’e sunduğu eleştirel raporlar ve fikirsel öneriler, iki lider arasındaki düşünsel çatışmalara rağmen karşılıklı bir etkileşim ve saygıyı barındırmıştır.

              fotoğraf. Tarihteniz. Zeki Velidi Togan


Zeki Velidi Togan ve Türk Tarih Tezi’ne Karşı Muhalefet

Türk tarihçiliğinin öncü isimlerinden Zeki Velidi Togan, Atatürk’ün tarih anlayışıyla özellikle Türk Tarih Tezi kapsamında fikir ayrılıkları yaşamıştır. Türk Tarih Tezi, Sümerler ve Hititler gibi kadim uygarlıklarla Türklerin bağlantılarını araştırmayı hedeflerken, Togan bu iddiaları bilimsel açıdan yetersiz bularak karşı çıkmıştır. Akademik bağımsızlık konusundaki tavrı, Togan’ın Türkiye’den ayrılarak Almanya’da akademik kariyerine devam etmesine neden olmuştur. Togan’ın çalışmaları, Türk milliyetçiliği içinde daha akademik bir duruşun temsilcisi olmuştur.


Nihal Atsız ve Atatürk: Milliyetçilikte Ayrılan Yollar

Nihal Atsız, daha radikal bir Türkçülük anlayışını savunarak, Atatürk’ün kültürel milliyetçilik çizgisinden ayrılmıştır. Atsız’ın ırk temelli ve keskin söylemleri, Atatürk’ün kapsayıcı ve modern milliyetçilik anlayışıyla örtüşmemiştir. Atatürk döneminde doğrudan bir çatışma yaşanmamış olsa da, Atsız’ın görüşleri özellikle Atatürk sonrası dönemde devlet politikalarına muhalefet şeklinde kendini göstermiştir.

                 Reha Oğuz Türkkan

Reha Oğuz Türkkan ve Radikal Milliyetçilik

Reha Oğuz Türkkan, daha radikal bir Türkçülük ve ırkçılık anlayışıyla 1940’larda Almanya’ya giderek oradaki milliyetçi çevrelerle temas kurmuştur. Türkkan, Atatürk’ün modernleşme odaklı milliyetçiliğinden farklı bir çizgide yer almış, Türkçülüğü etnik temelde radikal bir hareket olarak savunmuştur. Atatürk döneminde etkisi sınırlı kalan Türkkan’ın fikirleri, sonraki yıllarda daha tartışmalı hale gelmiştir.


Mustafa Kemal Atatürk, Türk milliyetçiliğini etnik temelli bir yaklaşım yerine, modernleşme ve milli birlik ilkeleri doğrultusunda şekillendirmiştir. Türkçü aydınlar ise, bu yaklaşımı farklı yönlere çeken ideolojik mücadeleler içinde yer almıştır. Ziya Gökalp, Yusuf Akçura ve Ahmet Ağaoğlu gibi isimler Atatürk ile uyumlu bir çizgide bulunurken, Nihal Atsız ve Reha Oğuz Türkkan gibi figürler daha sert ve radikal bir Türkçülük anlayışı benimsemiştir. Zeki Velidi Togan ise akademik bağımsızlık mücadelesiyle öne çıkmış ve Atatürk’ün tarih tezine karşı fikir ayrılığı yaşamıştır.

Atatürk’ün mirası, Türk milliyetçiliğini bir kimlik inşası olmanın ötesinde, çağdaş bir ulus devletin temeli olarak şekillendirmiştir. Bu süreçte Türkçü aydınlarla yaşanan dostluklar, farklılıklar ve çatışmalar, erken Cumhuriyet dönemi milliyetçiliğinin zenginliğini ve karmaşıklığını gözler önüne sermektedir.



Kaynakça: 

Gökalp, Ziya, Türkçülüğün Esasları

Gökalp, Ziya, Yeni Türkiye'nin Hedefleri

Akçura, Yusuf, Üç Tarzı Siyaset

Türkkan, Reha OĞuz, Yükselen Milliyetçilik ve 21. Yüzyıl Milliyetçiliği 

Köseoğlu, Nevzat, Türk Milliyetçiliği ve Osmanlı 

Bilgin, Nevin. Küreselleşme ve Milliyetçilik

https://dergipark.org.tr/tr/pub/cttad/issue/25240/266868


https://www.academia.edu/110384045/Atat%C3%BCrk_ve_Ayd%C4%B1nlanma_D%C3%BC%C5%9F%C3%BCnsel_Temelleri_ve_Geli%C5%9Fimi


https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ahmet-agaoglu-1869-1939/


https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ahmet-zeki-velidi-togan-1890-1970/


https://dergipark.org.tr/tr/pub/tda/issue/62771/882706

https://www.academia.edu/43974959/Atat%C3%BCrk_%C3%BCn_T%C3%BCrk_Ocaklar%C4%B1n%C4%B1_Ziyaretleri_ve_Yapt%C4%B1%C4%9F%C4%B1_Konu%C5%9Fmalar

https://www.altayli.net/ataturk-anlatiyor-aydinlar.html#google_vignette

 

AMERİKAN MISSOURI ZIRHLISI VE TÜRKİYE’NİN BATI’YA KATILMA YOLCULUĞU



FOTOĞRAF KAYNAĞI: USN Gemileri - USS MISSOURI (BB-63), 1946 Akdeniz Gezisi

NEVİN BİLGİN

Missouri Zırhlısı olayı, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilişkilerde önemli bir dönüm noktasıdır. 1946 yılında, Türkiye'nin Washington Büyükelçisi Münir Ertegün'ün naaşı, ABD'nin ünlü savaş gemisi USS Missouri ile İstanbul'a getirilmiştir. Bu olay, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Türkiye'nin Batı ile yakınlaşma sürecinin bir sembolü olarak görülmüştür.


Zırhlının Yolculuğu ve Özellikleri

USS Missouri, 22 Mart 1946'da Amerika Birleşik Devletleri'nden yola çıktı ve 31 Mart'ta Cebelitarık'a ulaştı. Burada, ABD Avrupa Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Henry Kent Hewitt'in bayrak gemisi oldu. Zırhlı, 5 Nisan'da İstanbul'a demirledi ve 9 Nisan'a kadar burada kaldı.



USS Missouri, 270 metre uzunluğunda ve yaklaşık 45 bin ton ağırlığındaydı. Bu devasa savaş gemisi, II. Dünya Savaşı sırasında Japonya'nın teslimiyet anlaşmasının imzalandığı yer olarak da tarihe geçmişti.


Ziyaretin Amacı ve İçindekiler

USS Missouri, Türkiye'nin Washington Büyükelçisi Mehmet Münir Ertegün'ün naaşını İstanbul'a getirmek için görevlendirilmişti. Bu, diplomatik bir jest olmanın yanı sıra ABD'nin Türkiye'ye verdiği desteği gösteren sembolik bir adımdı. Ancak ziyaretin tek amacı bu değildi; ABD, aynı zamanda Sovyetler Birliği'nin Türkiye üzerindeki baskılarına karşı açık bir mesaj vermek istiyordu.



USS Missouri'nin mürettebatı, cenaze törenine katılarak Türk halkına saygılarını sundu. Ayrıca gemideki üst düzey ABD askeri yetkilileri, Türk yetkililerle görüşmeler gerçekleştirdi.


Karşılama ve Etkileri

Missori'nin gelişi, Türk halkı ve hükümeti tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı. Zırhlı, Dolmabahçe Sarayı önünde demirledi ve halk gemiyi görmek için akın etti. Türk basını, bu ziyareti geniş bir şekilde ele aldı ve ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin güçlenmesine vurgu yaptı.



Missouri Zırhlısı'nın Türkiye'ye gelişi, sadece bir cenaze taşıma görevi değil, aynı zamanda Sovyetler Birliği'nin Türkiye üzerindeki baskılarına karşı ABD'nin desteğini gösteren bir mesaj olarak da algılanmıştır. Bu ziyaret, Türk kamuoyunda büyük bir ilgiyle karşılanmış ve dönemin basınında geniş yer bulmuştur.

Bu ziyaret, Türkiye'nin Batı ile entegrasyon sürecinin başlangıcı olarak kabul edilir. 1950'de NATO üyeliği için başvuran Türkiye, 1951'de NATO'ya katılarak Batı bloğuna dahil oldu.


Alexander W. Weddell, ABD'nin Türkiye Büyükelçisi;
Amiral H. Kent Hewitt, ABD Avrupa Deniz Kuvvetleri Komutanı;
Yüzbaşı Roscoe H. Hillenkoetter, Missouri'nin Komutanı Memur ve
T.C. Protokol Bakanı M. Kadri Rizan.

Kaynak: 

https://www.ibiblio.org/hyperwar/OnlineLibrary/photos/sh-usn/usnsh-m/bb63-m1.htm


https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/9930


https://dergipark.org.tr/tr/pub/cttad/issue/25238/266811


https://www.derintarih.com/izdusum/missouri-serefine-itisip-kakismayalim-beyler/