2 Ekim 2025 Perşembe

 VENEZUELA: “NARKO-DEVLET” İTHAMLARI, PETROL VE NADİR ELEMENT REZERVLERİ VE ABD NİN KARAYİPLER STRATEJİSİ



NEVİN BİLGİN

Venezuela üzerine yürütülen tartışmalar, yalnızca ikili ilişkiler ya da güncel siyasi krizlerle sınırlı değil; aynı zamanda uluslararası sistemin güç dengelerini, doğal kaynakların jeopolitik değerini ve güvenlik söylemlerinin nasıl kullanıldığını da gözler önüne seriyor. Bir yanda ABD’nin uyuşturucu ile mücadele ve bölgesel güvenlik gerekçeleri öne çıkarken, diğer yanda Venezuela yönetimi bu politikaların egemenlik ihlali ve kaynakların kontrolüyle ilgili olduğunu savunuyor. “Narko-devlet” ithamları, ekonomik yaptırımlar, askeri operasyonlar ve diplomatik gerilimler bu çerçevenin parçaları haline geliyor. Dolayısıyla yaşananlar, hem Latin Amerika’daki bağımsızlık arayışlarının hem de küresel güç mücadelelerinin kesişim noktasında okunması gereken bir tablo sunuyor.

Venezuela’nın Ankara Büyükelçisi Freddy Eduardo Molina Gutiérrez, Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) konferansında ülkesinin son yirmi beş yılını, dış müdahale iddialarını ve “yeraltı kaynakları” üzerinden şekillenen jeopolitik gerilimi bir çerçeve içinde anlattı. Konferansı, Hugo Chávez’in yıllar önceki uyarılarından kısa video görüntüleriyle açan Büyükelçi, konuşmasında “egemenlik mi, güvenlik mi?” sorusunu Karayipler bağlamında tartışmaya açtı ve ABD’nin bölgedeki varlığını eleştirel bir mercekten değerlendirdi.

Büyükelçi’nin vurguları şöyle oldu; 

·Neden tartışıyoruz? Yaşanan askeri ve istihbari hareketlilik, bölgedeki “uyuşturucuyla mücadele” söylemiyle meşrulaştırılmaya çalışılan; asıl hedef ise Venezuela’nın yeraltı kaynaklarına (petrol, altın, nadir toprak elementleri, tatlı su rezervleri vb.) erişimdir.



·“Narko-devlet” söylemi: “Söylem olarak üretilen ‘narko-devlet’ miti” eleştirildi.  Büyükelçi, bu söylentinin Venezuela’ya baskıyı meşrulaştırma gerekçesi yapmak için uydurulduğunu, esas uyuşturucu gelirleri ve kara paranın ABD ve Avrupa’da aklandığını, asıl uyuşturucu ağlarını ve patronlarını göstermeyen bir çifte standardın uygulandığını savundu.

· Büyükelçi tarihsel kırılma noktalarını da şöyle anlattı. 

o2001: Chávez’in “petrol halkın” dediği yıllar olarak hatırlatıldı.

o2002: Chávez devrimine/iktidara yönelik darbe girişimi hatırlatıldı.

o2006–2012: Kaynakların millîleştirilmesi ve OPEC’te etkinliğin artışı dönemi olarak sunuldu.

o2013–2014: Maduro döneminin başı; medya eleştirilerinin ve iç politik baskıların yükselişi.

o2015: Obama döneminde çıkarılan bazı kararname ve tehditlerin devreye girmesi.

o2017–2018: Tek taraflı yaptırımların başladığı, ülke ekonomisini zorladığı yıllar.

o2019: Yalnızlaştırma ve dış politik baskı döneminin tırmanması.

o2021 & 2023: Yaptırım kapsamının genişletilmesi; “narko-devlet” söylentilerinin daha fazla gündeme gelmesi.

o2024–2025: Büyükelçinin tanımlamasıyla “saldırılar/operasyonlar”ın daha askeri bir niteliğe bürünmesi; deniz ve denizaltı seferberlikleriyle ilgili endişeler.

·“Tek suçumuz bağımsızlık ilan etmek” vurgusu: Büyükelçi, uluslararası baskının ve yaptırımların esas amacının ülkeyi diz çöktürmek, kaynakları ele geçirmek ve başka bir düzen kurmak olduğunu belirtti. 

Ayrıca Maduro’ya konan ödül kararını örnek göstererek, lider hedefli bir kişiselleştirme politikasının da politik hedefler taşıdığını savundu.

Rota, rakamlar ve uyuşturucu iddiaları

·Konferansta Büyükelçi rakamların BM Uyuşturucu Ofisi gibi uluslararası veriler olduğunu  hatırlatılarak, küresel kokain arzının büyük kısmının (yüzde 90) Kolombiya’dan karşılandığını, dünyanın en büyük tüketicisinin ABD olduğunu belirtti. 

Büyükelçi, Kuzey rotalarının ve Pasifik rotasının önemine değindi; Venezuela’nın küresel kokain arzındaki payının sınırlı olduğunu, Karayip rotasının çok parçalı ve kontrolün güç olduğunu ifade etti. Venezüelladan geçen uyuşturucunun Avrupa'ya gittiğini aktardı. 

Jeoekonomik vurgular: rezervler ve stratejik değer

·Petrol: Büyükelçi, Venezuela’nın hâlâ yüzlerce yıllık (konferans ifadesiyle “300 yıl yetecek”) petrol rezervlerine sahip olduğunu iddia etti; petrol gelirlerinin önemine ve geçmişte halk yararına kullanma politikalarına gönderme yaptı. Ayrıca Venezuela'dan 4-5 günde petrolün ABD'ye ulaştığını, Körfez'den ise 45 günde geldiğine dikkat çekerek, Venezuela'daki petrolün çıkarılma maliyetinin daha düşük olduğunu anlattı. 

·Altın ve nadir toprak elementleri: Venezuela’nın altın rezervleri ve nadir toprak elementleri bakımından dünya çapında önemli bir potansiyel taşıdığı; nadir elementlerin özellikle yenilenebilir teknolojiler ve savunma sanayi için stratejik olduğunu  vurguladı.

·Tatlı su ve biyoçeşitlilik: Ülkenin tatlı su kaynakları ve zengin biyoçeşitliliği ile ekosistem açısından kritik bir konumda olduğunu,  bu kaynakların jeopolitik değerinin giderek arttığına dikkat çekti. 

ABD’nin askeri varlığı ve amaç tartışması

Büyükelçi, Karayipler’deki ABD varlığını “egemenlik temelli mi yoksa güvenlik temelli mi?” sorusuyla sorguladı; “eğer amaç gerçekten uyuşturucu yakalamaksa, neden küçük sürat tekneleri için nükleer denizaltılar veya ağır askeri donanım konuşlandırılsın?” örneğini vererek konuşmanın güvenlik söyleminin ötesine geçtiğini ima etti. 

Ona göre amaç, bölge üzerinde stratejik hakimiyet kurmak ve yeraltı zenginliklerine erişimi garanti etmek.


Büyükelçi, medyada ve uluslararası söylemde tek taraflı bakış ve suçun toplumsal kökenlerini görmezden gelme eleştirisi yaptı: “Uyuşturucudan elde edilen gelirlerin nasıl aklandığı, asıl patronlar ve finans ağları neden gösterilmiyor?” sorusunu yöneltti.

Ayrıca, dış müdahale iddiaları bağlamında “egemen bir ülkenin liderine ödül koymak” gibi uygulamaların uluslararası hukukun sınırları ve etik tartışmaları doğurduğunu vurguladı.


ABD’nin Perspektifinden Venezuela

Washington yönetimi, uzun süredir Venezuela’yı bölgesel güvenlik ve uluslararası düzen açısından “risk unsuru” olarak tanımlıyor. ABD’ye göre Nicolas Maduro hükümeti, demokratik kurumları zayıflatmakta, muhalefeti baskılamakta ve ülkeyi derin bir ekonomik krize sürüklemektedir. Bu çerçevede yapılan açıklamalarda Venezuela yönetimi sık sık “otoriter” ve “gayrimeşru” olarak nitelendirilmiştir.
ABD’nin en güçlü iddialarından biri, Venezuela’nın üst düzey yetkililerinin uyuşturucu ticaretine karıştığı ve ülkenin “narko-devlet” haline geldiği yönündedir. Washington, bu suçlamaları gerekçe göstererek Maduro ve çevresindeki bazı isimlere yönelik yaptırımlar uygulamış, 2020’de Maduro’nun yakalanmasına yardımcı olacaklara 15 milyon dolar, üst düzey yetkililere ise toplamda 50 milyon dolara varan ödüller koymuştur.
Ekonomik cephede, 2015’ten itibaren devreye alınan yaptırımlar, 2017’den sonra petrol ve finans sektörünü de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. ABD, bu adımların amacını “Maduro hükümetini baskı altına almak ve demokratik geçişi teşvik etmek” olarak açıklamaktadır. 
Enerji alanında ise ABD, Venezuela’dan gelen petrol ticaretine sınırlamalar getirerek, Maduro yönetiminin gelir kaynaklarını daraltmayı hedeflemiştir.

Askeri alanda Washington, Karayipler’deki varlığını “uyuşturucu ile mücadele operasyonları” üzerinden meşrulaştırmaktadır. ABD’ye göre bölgede konuşlandırılan savaş gemileri ve hava araçları, kokain kaçakçılığını engellemeye yöneliktir. 

Bu çerçevede, Venezuela’dan gelen küçük teknelere yönelik operasyonlar da “uluslararası güvenlik” başlığı altında sunulmaktadır.

ABD’nin genel yaklaşımı, Venezuela’yı Latin Amerika’da demokratik normlardan uzaklaşan, bölgesel güvenliği tehdit eden ve küresel uyuşturucu ticaretine katkıda bulunan bir aktör olarak tanımlamaya dayanıyor. Bu perspektiften bakıldığında, uygulanan yaptırımlar ve alınan önlemler, “uluslararası düzeni koruma” ve “Venezuelalı halkın demokrasi talebine destek verme” iddiasıyla gerekçelendirilmektedir.

1 Ekim 2025 Çarşamba

 Şehirler ve Bir Avuç Gökyüzü



Şehir binalardan, hızla geçen arabalardan ve hızla koşuşturan insanlardan ibarettir.

Gökyüzüne baksanız da payınıza düşen bir avuç dolusudur sadece. 

Ayı görmek sadece binaların izin verdiği kadardır. 



Sıkışırsınız bir avuç gökyüzüne. Ay kaybolur. Güneş kaybolur.

Dükkanlar dizilir yan yana, tabelalar birbiri üstüne. Vitrinler..

İnsanlar geçer hızla, arabalar geçer hızla, her biri kendi telaşında kaybolur.

Duvar yazıları çığlık çalar sessizliğe, unutulmuş duygular taşlarda yankılanır.



Çöp toplayanlar şehrin yükünü taşır omuzlarında.

Ve siz…

bu kalabalığın, bu gürültünün içinde

bir anlığına bile olsa

kaybolan gökyüzünü ararsınız.

Bir avuç mavi.

Bir parça sessizlik.

 GÜZEL ŞEHİR (Shahr-e Ziba, 2004) 



Asghar Farhadi’nin ikinci uzun metraj filmi olan Güzel Şehir, İran sinemasının toplumsal dram damarının güçlü bir örneğidir. Film, genç yaşta cinayet işleyen A’la’nın idama mahkûm edilmesiyle başlar. 18 yaşına girince cezası uygulanacaktır. Cezaevinden yeni çıkan arkadaşı Akbar, onu kurtarmak için uğraşır. Ancak İran yasalarına göre, ölüm cezasının affedilmesi için maktulün ailesinin rızası gerekir. Bu noktada, A’la’nın hayatı, kurbanın babasının affedip affetmeyeceğine bağlıdır.

Film, cezalandırma ile affetme arasındaki ince çizgiyi sorgular. Adalet yalnızca yasaların soğuk metinlerinde mi vardır, yoksa insanların vicdanında mı?

İran toplumundaki aile, töre, dinî değerler ve hukuk arasındaki gerilim işlenir. Ölüm cezası bir yandan devletin yasasıdır, ama son söz maktulün ailesindedir.

Akbar’ın çabaları, bireyin toplum karşısında ne kadar çaresiz olduğunu gösterir. Farhadi, karakterlerini büyük bir ahlaki sorumlulukla baş başa bırakır.

Akbar’ın çabaları, bireyin toplum karşısında ne kadar çaresiz olduğunu gösterir. Farhadi, karakterlerini büyük bir ahlaki sorumlulukla baş başa bırakır.


 HALİDE EDİB ADIVAR VE YUSUF AKÇURA...

VE...




NEVİN BİLGİN

20. yüzyılın başları, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde Türkiye entelijansiyası için hem siyasi hem de duygusal bir mücadele dönemiydi.

Bu dönemde, Halide Edib Adıvar ve Yusuf Akçura gibi isimler, hem fikir dünyaları hem de kişisel hayatlarıyla öne çıkmışlardır. Ancak bazı kaynaklarda  bu iki şahsiyet arasında yalnızca entelektüel bir yakınlık değil, aynı zamanda olası bir aşk ilişkisi olduğu iddiası yer almaktadır.



Tuna Serim’in Aşktan da Üstün adlı kitabı, Halide Edib’in özel yaşamına dair detaylı bir inceleme sunuyor. Serim, Halide Edib’in Yusuf Akçura’ya duyduğu yakınlığı ve bu ilişkinin onun edebi ve sosyal yaşamındaki etkilerini ele almakta.

Halide Edib’in siyasi ve edebi uğraşıları, onun hayatındaki ilişkileri şekillendirmiş, özellikle ikinci evliliği öncesinde Yusuf Akçura ile olan bağı, dönemin entelektüel ve duygusal atmosferiyle iç içe geçmiştir.

Ancak bu ilişkinin doğası, kesin kanıtlarla doğrulanmamış, daha çok tarihsel yorum ve edebi spekülasyonlarla şekillenmiştir. 

Halide Edib, yaşamı boyunca kadın hakları, eğitim reformları ve millî mücadele konularında öncü bir figür olarak öne çıkmış; özel yaşamı ise onun entelektüel kimliğinin gölgesinde kalmıştır. Yusuf Akçura ise Türk milliyetçiliği düşüncesinin öncülerinden biri olarak, Halide Edib’in entelektüel çevresinde önemli bir figür olarak var olmuştur.

Bu bağlamda, Halide Edib ve Yusuf Akçura arasındaki olası  ilişkisi, yalnızca iki bireyin duygusal yakınlığı olarak değil, aynı zamanda dönemin entelektüel ve siyasi dinamiklerini yansıtan bir kesit olarak değerlendirilebilir. Bu ilişki, Cumhuriyet öncesi dönemin karmaşık sosyal, siyasi ve edebî yapısını anlamak açısından da önemli ipuçları sunmaktadır.



Halide Edib, 1910–1911 yıllarında Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu ve Hamdullah Suphi gibi Türkçülük akımının önde gelen isimleriyle tanışmış ve Türk Ocağı'nın faaliyetlerine katılmıştır. 

Kitaba göre, bu dönemde, Yusuf Akçura'nın entelektüel birikimi ve karizması, Halide Edib üzerinde derin bir etki bırakmıştır. Halide Edib'in anılarında, Yusuf Akçura'ya karşı duyduğu hayranlık ve ona olan ilgisi açıkça ifade edilmektedir. Ancak, Yusuf Akçura'nın Halide Edib'in babasının Yahudi kökenli olması olması nedeniyle ona karşı duyduğu mesafeli tutum, aralarındaki ilişkinin romantik bir boyut kazanmasını engellemiştir. 

Halide Edib'in 1912 yılında kaleme aldığı Yeni Turan adlı romanında, Yusuf Akçura'nın düşünsel etkileri belirgin bir şekilde hissedilmektedir. Romandaki Oğuz karakteri, Yusuf Akçura'nın ideolojik görüşlerini ve kişisel özelliklerini yansıtan bir figür olarak karşımıza çıkar. Oğuz'un dinî coşkunluğu, halkı etkileme çabaları ve Turan idealine olan bağlılığı, Yusuf Akçura'nın düşünsel mirasını romanın karakterine aktaran unsurlardır.

Kitapta Oğuz, şöyle tarif edilmektedir: " Ortadan uzunca, güçlü omuzlu, fakat kemikli, otuz eş ile kırk yaş arasında bir erkek. Kuvvetli çizgileriyle irice bir başı var. Çekik ve derin yeşil gözlerinden inat, yumuşaklık ve direniş dikkat çekiyor" 

Yeni Turan romanında, Oğuz ve Kaya arasındaki aşk, bireysel duyguların ötesinde, ideolojik bir bağlamda şekillenir. Kaya, Oğuz'u yalnızca bir sevgili olarak değil, aynı zamanda Turan idealinin bir temsilcisi olarak görür. Bu durum, aşkın ideolojiyle harmanlandığı ve bireysel duyguların ulusal bir amaç uğruna feda edildiği bir anlatıyı ortaya koyar. 

Kaynakça: 

Serim, Tuna. Aşktan da Üstün Halide Edip Adıvar ve Mustafa Kemal Atatürk

Genç, Nalan. Yaşamlarına Sığmayan İki Kadın Halide Edip ve George Sand

https://www.ajindex.com/dosyalar/makale/acarindex-1423934713.pdf

https://acikerisim.aku.edu.tr/xmlui/bitstream/handle