10 Ağustos 2025 Pazar

 KEPÇENİN GÜCÜ

MUHTARLIĞIN YENİ TARİFİ: 

"3 KİLO ET, 1 ÇUVAL BULGUR”


Nevin BİLGİN

Eskiden muhtar dediğin, köyün yolunu yaptırır, çeşmesini tamir ettirir, gelen evrakı imzalardı. Şimdi mi? Unutun onları. Günümüz muhtarı, elinde kepçe, başında aşçı şapkasıyla köy meydanında “hayır” kotasını dolduruyor. Kırsalda, özellikle Ege kasabalarında, düğünler, mevlütler, sünnetler zaten yemekli olurdu; şimdi bunun yanına “muhtar özel menüsü” eklendi.

Sistem basit: Muhtar WhatsApp’tan, mesajdan ya da hoparlörden duyuruyor:

“Sevgili hemşehrilerim, bu hafta hayır amaçlı keşkek, haftaya aşure, ay sonunda da lokma var. İBAN’ı atıyorum, gönlünüzden ne koparsa…”


Yurt dışında olanlar bile IBAN’a para gönderiyor. Muhtar da gelen bağışları topluyor, kazanları kaynatıyor, köy meydanında servis başlıyor.

Artık köyde “ne pişirsem?” derdi de yok neredeyse.

İnsanlar neredeyse cepte kaşıkla gezer hale gelmiş. 

“Bugün kim hayır yapıyor?” sorusu, “Ne yemek var?” demek. Etli olanlar en kalabalık, tavukluya ise burun kıvrılıyor. Yazın kar şerbeti hayrı yapan da var, kışın lokma dağıtan da…

Gıda fiyatlarının yüksek olması da vatandaşların bedava yemeğe ilgi göstermesine neden olan en büyük sebeplerden. 

Kepçeli muhtarlar da seçimi garantilemiş oluyorlar sürekli...


 MİSAFİR Mİ? KAPI ÇALIYORSA SAKLAN!

MİSAFİR TERLİKLERİNİ ATIN GİTSİN



Eskiden kapı çaldığında çocuklar sevinçten uçar, “Kim geldi?” diye koşardı. Şimdi kapı çalınca evdeki herkes bir anda dizi sahnesi gibi donuyor ve fısıltılı konuşmalar başlıyor.

— Sessiz olun, ses çıkarma!

— Perdeyi kapat!

— Sakın yerinden kıpırdama, nefes alma!

Misafirlik, Türk toplumunun gözbebeğiydi. Şimdi gözbebeklerimizi bile kapatıyoruz, görmesinler diye.

O eski günlerde misafir, altın bilezik gibi değerliydi. Ev sahibinin yüzünde kocaman bir gülümseme olurdu. Şimdi misafir gelirse yüz kaslarımız kramp geçiriyor. Çünkü ev dağınık, bulaşık makinesi dolu ve dolapta sadece yarım limon ile ketçap var.

Eskiden “Buyur gel, ne olacak?” denirdi. Şimdi “Önce bir yaz da, ben de evde olmayayım” diye kibarca pas atılıyor. Artık misafirlik dediğin WhatsApp’a taşındı. Karşında insan yok, ama mavi tik var.

Yeni misafirlik şekli şöyle: Biri tatlı fotoğrafı atıyor, altına herkes “Maşallah” yazıyor. Sonra grup sessize alınıyor. Misafir ağırlamanın modern hali bu. Ne terlik giydirme zahmeti var, ne de “Çay mı kahve mi?” sorusu…



En komiği de çıkar ilişkisi misafirliği. Yani biri “Çok özledim” diyorsa ya senden iş isteyecek  ya da seni mutlaka kullanacaktır. Yoksa kimse durduk yere kimse kimseyi özlemiyor.

Bir zamanlar misafirlik bereket getirirdir derken, şimdi elektrik faturası düşünülüyor, yemek parası düşünülüyor.

Biz de haklı olarak misafiri piksel formatında seviyoruz: Görüntülü arama ile.

YAŞLILIKTA GÖZ, KULAK KAPIDA

Ama… işin bir de ilerleyen yıllar kısmı var. Gençken “Aman kimse gelmesin” diye dua edenler, yaşlanınca kapıdan gelecek bir misafir için kulak kesiliyor. 

Bir gün eş gidiyor, çocuklar “Yoğunum” bahanesiyle gelmiyor. Ev sessiz, televizyon sesli ama insan sesi yok. İşte o zaman o tozlu misafir terlikleri gözünüzün içine bakıyor.

Misafirlikten kaçan eller, sonunda misafir elini bekler hale geliyor. Hayat biraz da böyle: Gençken sustuğun kapı zilleri, yaşlılıkta senin için çalmaz oluyor.



 DERİNLERDEKİ KARA TİCARET:

Teknolojinin Yeni Silahı: İnsansız Narko-Denizaltılar

https://insightcrime.org/news/under-radar-what-hundreds-ofnarco-sub-seizures-tell-us-about-global-cocaine-routes/

NEVİN BİLGİN 

Uyuşturucu kaçakçılığı, deniz taşımacılığının karanlık bir yüzünü çoktan keşfetti: denizaltılar. “Narco-denizaltı” olarak adlandırılan bu araçlar, suyun yüzeyine yakın seyreden, radarlardan saklanmak üzere özel olarak üretilmiş, genellikle tek seferlik kullanılan adeta mühendislik harikaları. 

İlk örnekleri 1990’ların ortasında Kolombiya’da görülse de, 2010’lardan itibaren bu yöntem Atlantik’i aşarak Avrupa kıyılarına ulaştı. 2019’da İspanya kıyılarında yakalanan ve Latin Amerika’dan yola çıktığı belirlenen 20 metrelik narco-denizaltı, bu yeni kaçakçılık dalgasının sembolü oldu. 

Kolombiya'da inşa ediliyor

Narco-denizaltılar çoğunlukla Kolombiya’nın ormanlık bölgelerinde gizlenmiş atölyelerde inşa ediliyor. Fiberglas gövde, küçük dizel motorlar ve düşük radar izi yaratan yapılarla donatılan bu araçlar, ortalama 10 ton kokain taşıma kapasitesine sahip. Bazıları tamamen batabilen “tam dalgıç” tipte iken, daha düşük profilli (LPV – Low Profile Vessel) versiyonları yalnızca su hattının birkaç santimetre üzerinde seyrediyor. Üretim maliyetleri ortalama 1–2 milyon dolar olsa da, tek bir seferde taşınan uyuşturucunun piyasa değeri yüz milyonları bulabiliyor 



Latin Amerika’dan Avrupa’ya

Başlangıçta Kolombiya’dan Meksika kartellerine ve oradan ABD pazarına yönelik olan bu rotalar, güvenlik önlemlerinin artmasıyla yön değiştirdi. Artık doğrudan Atlantik’i geçerek İspanya, Portekiz ve hatta Kuzey Denizi kıyılarına ulaşıyorlar. 2024 yılında Portekiz açıklarında gerçekleştirilen “Operation Nautilus” operasyonunda 6,5 ton kokain yüklü bir narco-denizaltı ele geçirildi (The Times, 2025). Bu operasyon, Avrupa’ya doğrudan denizaltı ile sevkiyatın artık olağan bir yöntem haline geldiğini gösteriyor.

2025’te Kolombiya sahillerinde yakalanan, Starlink uydu internet sistemi ile donatılmış insansız bir narco-denizaltı, kaçakçılığın geleceğine dair çarpıcı bir örnek sundu (The Guardian, 2025). 1,5 ton kokain taşıma kapasitesine sahip bu otonom araç, mürettebat riskini ortadan kaldırarak kaçakçıların kayıplarını azaltmayı hedefliyor. Uzmanlara göre, bu tür teknolojiler “deniz altı drone” çağını başlatabilir.

Küresel Mücadele ve Zorluklar

Narco-denizaltılar, uluslararası deniz güvenliği için ciddi bir tehdit. 2024’te 62 ülkenin katıldığı “Operation Orion” kapsamında 225 ton kokain ele geçirildi; ancak güvenlik uzmanları bu miktarın yalnızca taşınan uyuşturucunun küçük bir kısmını temsil ettiğini belirtiyor (The Guardian, 2024). Sorunun kökünde, uyuşturucunun kaynağındaki üretim ve küresel talep zinciri yatıyor.

Narco-denizaltılar, kaçakçılığın sessiz ve derin sulardaki yüzünü temsil ediyor. Bu araçlar, yalnızca yasa dışı ticaretin yaratıcılığını değil, aynı zamanda küresel güvenlik önlemlerinin ne kadar hızlı aşılabileceğini de gösteriyor. Mücadele, yalnızca denizde değil, topyekûn küresel stratejilerle karada da sürdürülmedikçe, okyanusların karanlık derinliklerinde bu sessiz gemiler dolaşmaya devam edecek.

Kaynakça: 

https://dergipark.org.tr/tr/pub/gbd/article/1028640

https://insightcrime.org/news/under-radar-what-hundreds-ofnarco-sub-seizures-tell-us-about-global-cocaine-routes/

https://www.theguardian.com/world/2025/jul/11/colombia-narco-submarine-cocaine

https://www.thetimes.com/world/europe/article/narco-sub-cocaine-atlantic-ocean-2qczp2zmj?region=global


7 Ağustos 2025 Perşembe

 

YOKLUKTAN DOĞAN TAT: ƁİCİBİCİ

Anadolu mutfağı, bolluğun değil yokluğun mutfağıdır. 

Sofraya zenginlikten değil, sabırdan tabak konur. Un, su, biraz şeker… Elindekini çoğaltmanın, olmayanla yetinmenin ve hatta yoktan tat yaratmanın hikâyesidir bu topraklardaki yemekler.

Cici bici gibi bir tatlı düşünelim mesela. Ne tereyağı vardır içinde ne kaymak, ne badem ne de fındık. Ama yaz sıcağında, nişasta, şeker ve biraz gıda boyasıyla hazırlanan o serin kâse, bir çocuğun gözünde bayram olur. 

Anadolu kadını, bir kasenin içinde gökyüzünü, rüyayı ve serinliği verir çocuğuna. "Yoksa yapamam" demez, "Varmış gibi yaşarım" der.

Çünkü Anadolu’da yemek bir karın doyurma işi değil sadece; bir direniştir, bir sabırdır, bir dönüştürme sanatıdır. 

Yoksulluk utanılacak bir hâl değil, üretecek bir ruhtur burada. Ekmekten tatlı, yoğurtlu sudan çorba. 

Süt yoksa suyla, yağ yoksa sabırla karıştırır hamuru. Elinde ne varsa, yüreğinde ne biriktiyse, sofraya onu koyar. 

Fakirliğin içinde bir şenlik yaratır.

 SEN ANLAT KÖŞESİNİN KONUĞU TURİST REHBERİ MEHMET AKBULUT: 

"TREKKİNGLE İNSANI DOĞAYLA YENİDEN TANIŞTIRIYORUZ"

"TADINDA TREKKİNG UYGULAMASIYLA ZORLAMA YOK" 

"DOĞA KORKULACAK DEĞİL, SIĞINILACAK YER" 

"SEKTÖRDE TURİST REHBERİ ENFLASYONU YAŞANIYOR" 


Nevin Bilgin

SEN ANLAT köşesinin konuğu deneyimli turist rehberi Mehmet Akbulut. Akbulut, günümüzde sosyal medyanın da etkisiyle popüler hale gelen turizm gezilerinden, trekking turlarına,  turist rehberliğinin sorunlarına kadar pek çok konudaki soruya yanıt verdi. 



Akbulut'un sorulara verdiği yanıtlar şöyle: 

TADINDA TREKKİNG UYGULAMASIYLA ZORLAMA YOK

1.Trekking yapmayı düşünen birçok kişi, özellikle yokuşlardan iniş, suyun içinden geçme gibi bölümlerde sakatlanmaktan korkuyor. Bu korkuların üstesinden gelmek için başlangıç seviyesindekilere nasıl bir yaklaşım önerirsiniz?

Trekking ya da hiking, dağcılıkla karıştırılmamalıdır.

Dağcılık, yüksek performans, teknik ekipman ve ciddi fiziksel hazırlık gerektiren iddialı bir spor dalıdır.

Doğa yürüyüşleri ise temel sağlık sorunu olmayan herkesin katılabileceği, erişilebilir ve keyifli bir etkinliktir.

Bu nedenle özellikle başlangıç seviyesindeki katılımcılara,

Günübirlik

Uzun mesafeler içermeyen

Doğayla tanışmaya uygun

Yürüyüşleri öneriyorum.

Bu tür etkinlikler hem bedensel hem de zihinsel rahatlama sağlar.

Terminolojide “hiking” olarak geçse de, ben Gezen Tilki kimliğimle bu deneyimi

“Tadında Trekking” olarak tanımlıyorum.

Çünkü burada amaç zirveye ulaşmak değil;

Doğayla uyum içinde, ritmini bozmadan, tadını çıkararak yürümek.



DOĞA YÜRÜYÜŞLERİNDE EKİPMANLAR NE OLMALI

2. Son yıllarda outdoor malzemelerin fiyatlarının oldukça arttığını görüyoruz. Bu durum, doğayla buluşmak isteyen pek çok kişinin hevesini kırabiliyor. Sizce kaliteli bir trekking deneyimi için olmazsa olmaz üç ekipman nedir, bu konuda ekonomik çözümler mümkün mü?

Doğa Yürüyüşlerinde Ekipman Seçimi: Konforun ve Güvenliğin Anahtarı

Trekking ve Hiking gibi doğa yürüyüşlerinde doğru ekipman seçimi, hem konfor hem de güvenlik açısından büyük önem taşır. Özellikle başlangıç seviyesindeki katılımcılar için temel ekipmanlar şunlardır:

Trekking Ayakkabısı: Zeminle uyumlu, bileği destekleyen ve su geçirmez özellikte olmalıdır. Ülkemizde, Avrupa’daki rakiplerinden daha üstün performans gösteren yerli bir ayakkabı markası bu alanda öne çıkmaktadır.

Trekking Batonları: Dengeyi artırır, dizlere binen yükü azaltır ve zorlu parkurlarda yürüyüşü kolaylaştırır.

İyi Bir Sırt Çantası: Hafif, ergonomik ve bölmeli yapısıyla ihtiyaç duyulan eşyaların taşınmasını kolaylaştırır.

Bu alanda isim yapmış uluslararası zincir markalar, kaliteli ürünleriyle doğa yürüyüşçülerinin vazgeçilmezi haline gelmiştir. Hatta bu markalardan biri, Türkiye’nin büyük şehirlerinde oldukça iyi örgütlenmiş durumda ve geniş ürün yelpazesiyle hizmet vermektedir.

Doğru ekipman, doğayla kurulan bağın kalitesini doğrudan etkiler. Bu nedenle, yürüyüşe çıkmadan önce küçük ama etkili hazırlıklar yapmak, deneyimi çok daha keyifli hale getirir.



DOĞA KORKULACAK DEĞİL, SIĞINILACAK YER

3. Bazı insanlar doğaya karşı bilinçaltı bir korku taşıyor; böcekler, yalnızlık, kaybolma riski gibi. Siz bu korkularla ilk kez doğaya çıkan insanlara nasıl bir yönlendirme yapıyorsunuz? Doğayla barışmanın ilk adımı sizce nedir?



Günümüzde şehir yaşamı, insanları doğadan giderek uzaklaştırıyor. Özellikle çok katlı, betonarme yapılarda yaşayan bireyler için doğa, artık günlük hayatın bir parçası olmaktan çıkmış durumda. Bu modern yapılar, adeta “görünmez hapishaneler” gibi, insanı doğal çevresinden soyutlayan bir yaşam biçimi sunuyor.

Bu kopuşun en çarpıcı etkisi ise çocuklarda gözlemleniyor. Doğayla yeterince temas kuramayan çocuklar, bir kedi gördüklerinde onu neredeyse bir kaplan gibi algılayabiliyorlar. Bu durum, doğanın tanınmayan, hatta korkulan bir alan haline geldiğini gösteriyor.

Ancak son yıllarda, özellikle doğa temelli turizm faaliyetlerine katılan bireylerde farklı bir bilinç yükseliyor. Doğa artık korkulacak değil; sığınılacak, hatta iltica edilmesi gereken bir alan olarak görülmeye başlandı. Bu dönüşüm, hem bireysel farkındalığı artırıyor hem de doğayla kurulan bağın yeniden güçlenmesini sağlıyor


GRUP YAPISI TUR PLANLAMASINDA ÖNEM TAŞIYOR


4. Her grubun dinamiği farklıdır. Kimisi çok meraklı, kimisi çekingen, kimisi sadece fotoğraf peşinde… Siz bu farklı karakterlerle grup uyumunu nasıl sağlıyorsunuz? Bunun için yıllar içinde geliştirdiğiniz özel yöntemler var mı? 



Grup Yapısının Tur Planlamasındaki Belirleyici Rolü

Uzun yıllardır kapalı gruplarla çalışan bir rehber ve seyahat acentası sahibi olarak, grup yapısının tur deneyimini nasıl şekillendirdiğini yakından gözlemliyorum.

Network Sistemiyle Oluşan Homojen Gruplar

Kendi gruplarımı doğrudan oluşturduğum için, ortak ilgi alanlarına sahip bireyleri bir araya getirmek mümkün oluyor. Bu sistem sayesinde:

Katılımcıların beklentileri ve seyahat anlayışları birbirine yakın oluyor

Grup içinde doğal bir uyum ve paylaşım ortamı doğuyor

Turun ritmi ve ruhu dengeli, keyifli ve verimli hale geliyor

Toplama Grupların Zorlukları

Endüstriyel turlarda, temel amaç genellikle yeterli katılımcı sayısına ulaşmak. Ancak:

Katılımcıların amaçları ve beklentileri birbirinden çok farklı olabiliyor

Grup içi uyum zorlaşıyor

Rehberin iş yükü ve denge kurma çabası artıyor

 Sonuç Olarak:

Tur planlamasında grup yapısının bilinçli şekilde oluşturulması hem katılımcı memnuniyeti hem de rehberlik kalitesi açısından kritik bir öneme sahip.

Uyumlu bir grup, seyahati sadece bir rota değil; bir ritüel, bir deneyim haline getiriyor.



TURİST REHBERLERİ VE SOSYAL HAKLARI

5.. Turist rehberlerinin uzun yıllardır sosyal güvence konusunda sıkıntı yaşadığı biliniyor. Sigorta, mevsimsel çalışma ve güvencesizlik gibi konular sizi nasıl etkiliyor? Bu sorunlara dair ne gibi çözümler önerirsiniz? 

Turist Rehberliğinde Sayısal Dengesizlik ve Mesleki Gelecek Üzerine

Birçok meslek dalında olduğu gibi, turist rehberliğinde de geleceğe dair kaygılar gündeme geliyor. Ancak rehberler arasında bu konu genellikle öncelikli bir mesele olarak görülmüyor.

Kendi adıma böyle bir endişe taşımamakla birlikte, sektördeki sayısal dengesizliğin ciddi bir sorun teşkil ettiğini düşünüyorum.

Rehber Enflasyonu: Niteliği Zedeleyen Bir Sorun

Bugün sektörde açık bir rehber enflasyonu yaşanıyor. Bu durum:

Mesleğin niteliğini ve saygınlığını zedeliyor

Sektörel ihtiyaçların karşılanmasında plansızlığa yol açıyor

Uzmanlık gerektiren bir alanın, sıradanlaştırılmasına neden oluyor

 Çözüm Önerisi: Planlı ve Nitelikli Rehberlik

Rehber ihtiyacı net biçimde tespit edilmeli

Öğrenci kontenjanları gözden geçirilmeli, sayı azaltılmalı

Mesleğe gönül veren, donanımlı bireyler öncelik kazanmalı


Profesyonel Turist Rehberliği: Bir Yan Uğraş Değil, Kariyer Alanıdır.

Turist rehberliği; kamu çalışanlarının boş zamanlarını değerlendirdikleri bir hobi değil, uzmanlık ve sorumluluk gerektiren profesyonel bir kariyer alanıdır.

Rehberler, mesleklerine ve özlük haklarına sahip çıkmalı; bu alanın değerini korumalıdır.


TURİST PROFİLLERİ


6.  Yerli ve yabancı turistler arasında yaklaşım, ilgi ve beklenti açısından ciddi farklar oluyor. Sizce bu farklar rehberliğinizi nasıl şekillendiriyor? Rehber olarak iki farklı profille çalışırken hangi farklılıklar olduğunu düşünüyorsunuz?


Turist Profilleri ve Turizmde Evrimsel Dönüşüm

Yabancı turistleri tek bir başlık altında değerlendirmek yanıltıcıdır; çünkü geldikleri ülkelere göre karakteristik özellikleri, seyahat alışkanlıkları ve beklentileri büyük farklılıklar gösterir.

Batı Avrupa Pazarı: Değişen Alışkanlıklar

Almanya, İsviçre ve Avusturya gibi ülkelerden gelen turistlerle uzun yıllar çalışmış biri olarak, bu pazarlardaki dönüşüme yakından tanıklık ettim.



Eskiden:

Aylar öncesinden planlanan turlar

Bilinçli hazırlık süreçleri

Kişisel gezi günlükleri ve rehber notları yaygındı.

Bugün ise:

Endüstriyel Turizm’in etkisiyle son dakika turları

Belirsiz programlar ve spontane kararlar

Seyahatin planlama değil, tüketim odaklı hale gelmesi gözlemleniyor.



Türkiye’de Seyahat Kültürü: Zenginlik ve Adaptasyon

Türkiye özelinde ise turist profili daha da çeşitlidir:

Seyahat etmeye alışkın, deneyimli gruplar

Yeni yeni seyahat kültürüyle tanışan bireyler

Bu çeşitlilik, sektör için hem bir zenginlik hem de bir adaptasyon süreci anlamına gelir.

Sonuç Olarak:

Turizm sektörünün bu evrimsel sürecini doğru okumak,

Farklı beklentilere uygun çözümler geliştirmek

Sabır ve zamanla ideal düzeye ulaşmak için kritik öneme sahiptir.



GEZEN TİLKİLER VE YATAN ASLANLAR


7.. Kendinize ne sorulmasını istersiniz, kendisinize soru sorar mısınız? 

Sizce Turistleri veya Turist gruplarını   yaşam biçimleri, alışkanlıklar ve beklentiler açısından nasıl kategorize edersiniz? Yani Turistler kaça ayrılır?



Gezen Tilkiler

Meraklı, hareketli ve keşfetmeye tutkulu turistlerdir. Tarih, kültür, doğa ve yerel yaşamla etkileşim kurmak isterler. Onlar için seyahat, öğrenme ve dönüşüm fırsatıdır.

Yatan Aslanlar

Rahatlık ve konfor arayan turistlerdir. Deniz, güneş, kum ve her şey dahil otel sistemleriyle tatil yapmayı tercih ederler. Seyahat onlar için dinlenme ve kaçış anlamına gelir.


MEHMET AKBULUT KİMDİR? 

Alman Ekolünden Gelen Deneyimli Rehber

40 yıllık rehberlik tecrübesiyle, arkeoloji ve sanat tarihi temelli bir eğitim geçmişine sahip. Almanca dilinde uzmanlaşarak Almanya, Avusturya ve İsviçre pazarlarında uzun yıllar boyunca kültür turizmi alanında rehberlik yaptı.

Trekking ve Kültür Turlarında Uzmanlaşma

Son yıllarda çalışma alanını doğa temelli trekking ve kültür turlarına yöneltti. Kapalı gruplarla çalışmayı tercih ederek, kişiye özel ve derinlikli deneyimler sunuyor.

Doğacı ve Spiritüalist Yaklaşım

Doğayla bütünleşen, ruhsal derinliği olan bir turizm anlayışını benimsiyor. Network tabanlı sistemlerle çalışarak güvene dayalı, sürdürülebilir ilişkiler kuruyor.


6 Ağustos 2025 Çarşamba

 ANADOLU KULÜBÜ: AZINLIKLARIN SOSYAL KULÜPLERİNE KARŞI KURULDU

ATATÜRK VE ANADOLU KULÜBÜ



NEVİN BİLGİN 

1926 yılında Mustafa Kemal Atatürk, Osmanlı’nın son döneminden kalan ve çoğunlukla Rum, Ermeni, Levanten gibi azınlıkların hakim olduğu sosyal kulüplere karşı bir Türk alternatifi oluşturmak amacıyla Anadolu Kulübü’nü kurdurdu. Bu kulüp, Cumhuriyet’in yeni kimliğini, kültürel modernleşmesini ve devlet elitlerinin bir araya geldiği bir buluşma noktası olarak tasarlandı.



Anadolu Kulübü, yalnızca bir tatil ve dinlenme alanı değil; Cumhuriyet tarihinin erken dönemlerinde modernleşme, kültürel değişim ve sosyo-politik etkileşimin önemli bir simgesidir. Atatürk’ün bizzat ilgilendiği bu kulüp, onun batılı yaşam tarzını ve sosyal hayata verdiği önemi de gösterir



Atatürk, özellikle Büyükada’da kurulan bu kulübü, hem kendisi ve yakın çevresi için dinlenme ve sosyalleşme alanı olarak hem de Türk toplumunun modernleşme yolundaki önemli simgesi olarak gördü. Anadolu Kulübü, yalnızca bir eğlence mekanı değil, aynı zamanda yeni Türkiye’nin sosyal ve kültürel kodlarının şekillendiği bir mekândı.



Bu yapı, Atatürk’ün modern Türkiye vizyonunun hem sosyal hem de ekonomik temellerinden birini oluşturdu. Anadolu Kulübü, hem azınlıkların egemen olduğu eski Osmanlı sosyal kulüplerine karşı hem de Cumhuriyet’in yenilikçi kimliğine hizmet eden özel bir kurumdu.

Atatürk, Büyükada'yı çok severdi. Burada hem dinleniyor hem de yakın çevresiyle fikir alışverişinde bulunuyordu. Anadolu Kulübü, onun bu tercihinin kurumsallaşmış halidir. Kendi adına oda tahsis edilmişti.Kulüp, üst düzey bürokratların, siyasetçilerin ve devlet adamlarının hem sosyalleştiği hem de gayrıresmî görüşmeler yaptığı bir yerdi. Bu yönüyle kulüp, gayriresmî bir siyasal diplomasi alanı işlevi de görüyordu.

         1926 Anadolu Kulübü

Gelir Kaynakları

Kulübün gelirleri üyelik aidatları, oyun gelirleri, konaklama, restoran ve sosyal tesislerden elde edilen ücretlerle, devlet ve bağışçılardan gelen desteklerden oluşuyordu. 

Anadolu Kulübü’nün Yerleri

Büyükada Şubesi: En bilinen ve sembolik olanıdır. Atatürk'ün şahsi eşyalarının sergilendiği odası hâlâ korunmaktadır.

Ankara Şubesi: Şimdi Ankara Kızılay'daki yer geçmişte Ulus’taydı. Şu anda hala siyasi toplantıların ve resepsiyonların yapıldığı önemli bir mekân.

Milletvekili, bürokrat ve işadamı üyeleri bulunuyor. 

Atatürk hiç başkanlığını yapmadı, ilk başkanı İsmet Inönü idi. Sonradan da siyasetçiler başkanı oldu.

Fiyatlar

ESPRESSO 80,00 TL
AMERICANO 95,00 TL
CAPPUCINO 110,00 TL
LATTE 110,00 TL
TÜRK KAHVESİ 75,00 TL
BİTKİ ÇAYI 50,00 TL
SODA 45,00 TL
AYRAN 65,00 TL
EFES BİRA 195,00 TL
MILLER&BOMONTI 195,00 TL
VOTKA TEK 130,00 TL
RAKI TEK 145,00 TL
RAKI DUBLE 280,00 TL
KADEH ŞARAP 290,00 TL
VİSKİ TEK RED LABEL 180,00 TL

VİSKİ DUBLE RED LABEL

VİSKİ TEK CHIVAS REGAL 12


 

350,00 TL

Kaynakça: 

Atatürk ve Anadolu Kulübü

https://www.anadolukulubu.com/tr/#


 HOMO BİP BİP 

HOMURTULAR VE KÜFÜRLERLE İLETİŞİM KURUYORUZ

50 KELİMEYLE DÜNYAYI KURMAK: "AYNEENNN KANKAA"



NEVİN BİLGİN 

İşte, sokakta, kafede, otobüste, dolmuşta, televizyon programlarında, sosyal medyada, radyoda, evinize dönün. Salona geçin. Televizyonu açın. Aile bireylerinden biri “ne var yaa” desin, diğeri “off yeter be” diye cevap versin. 

İşte yeni Türk tipi gündelik iletişimin özeti. 

Sonra haberleri açın: sokak röportajında biri “her şey pahalı abi” diyor, diğeri “yaşamıyoruz ki, sürünüyoruz”. 

Sonra biri de küfür ediyor ama bip’le sansürlenmiş. Bip’in yerini tahmin etmekte zorlanmıyoruz çünkü aynı 50 kelimeyi zaten hepimiz ezbere biliyoruz.

Dilimize bakarsak; 

Yazım dilinin yanı sıra terimler, yer adları, isimlerin yanı sıra bölgesel ağızlarda ve kay- naklardan gelen sözcükleri ve deyimleri kapsayan, kısaca Türk diline dair hazineyi içeren Büyük Türkçe Sözlük için ise tüm söz varlığı 616.767 olarak belirlenmiş

Ama sokakta, evde, televizyonda, sosyal medyada dolaşan dil sanki 50 kelimeye düşürülmüş. Bunların da 25’i bağırma kalıpları, 15’i küfür, 5’i "kanka, aynen, harbi mi, yanii, şey" gibi joker kelimeler. Geriye kalan 5 kelimeyle de toplumca “iletişim kuruyoruz.” 

Yani homurtular eşliğinde anlaşıyoruz. Anlaşamıyoruz, didişiyoruz, çatışıyoruz. Kavga ediyoruz. 



Modern Türkçe artık bir müzik aleti gibi: az nota, bol ses. Konuşma değil, düdüklü tencere sesi gibi bir şey. Buhar çıkıyor ama yemeğin ne zaman pişeceği belli değil.

Asıl trajikomik olan ise şu: Hepimiz bu 50 kelimelik iletişimle derdimizi anlatabileceğimizi sanıyoruz. Oysa çoğu zaman, “tam olarak ne dediğini” değil, “ne hissettiğini” bile anlamıyoruz. Yani bu bir konuşma değil, kabaca bir sinyal gönderme işi. 

Homo Sapiens değiliz artık, Homo Bip-Bip’iz.

Peki çözüm? Belki biraz daha kelime öğrenmek, biraz daha az bağırmak, biraz daha çok dinlemek. Ama şimdilik, “aynen kanka” deyip geçiyoruz.

Çünkü her şeyin cevabı zaten o iki kelimede saklı: Aynen kanka.


 BÖLÜŞÜMÜN YENİ HEDEFİ AFRİKA MI?

Afrika'da Yatırım Yarışı, Aktörler ve Gelecek Senaryoları



NEVİN BİLGİN

21. yüzyılın küresel ekonomi sahnesinde Afrika, yalnızca doğal kaynaklarıyla değil, genç nüfusu, geniş pazar potansiyeli ve kalkınma ihtiyacıyla da dikkat çekici coğrafik bölge özelliği taşıyor. Uzun yıllar sömürgecilik, iç savaşlar ve yoksullukla anılan kıta, artık birçok ülke için yeni bir büyüme ve yatırım alanı olarak görülüyor. 

Bu yeni ekonomik yönelim, bir “yeni sömürgecilik” tartışmasını da beraberinde getiriyor. Afrika’da hangi ülkeler yatırım yapıyor? Bu yatırımların doğası ne? Bölüşümün yeni hedefi gerçekten Afrika mı?

Çin: Altyapının Yeni Efendisi

Afrika’da en dikkat çekici aktör hiç kuşkusuz Çin. "Kazan-Kazan" sloganıyla hareket eden Çin, kıtanın neredeyse her ülkesinde altyapı projeleri, limanlar, yollar, demiryolları ve enerji yatırımlarıyla boy gösteriyor. Çin’in en büyük hedefi ise Afrika’daki doğal kaynaklara erişimi sürdürülebilir hale getirmek ve Çin malları için pazar yaratmak. Çin’in Afrika’daki toplam yatırımının 2022 itibarıyla 155 milyar doları geçtiği tahmin ediliyor.

ABD ve Avrupa: Eski Sömürgeciler Yeni Yatırımcılar

Avrupa ülkeleri özellikle eski sömürgeleriyle ilişkilerini yeniden şekillendirerek Afrika’da etkinliklerini sürdürmeye çalışıyor. Fransa, Almanya ve İngiltere; eğitim, enerji ve sağlık sektörlerinde aktif. ABD ise Çin’in kıtadaki yükselişine karşılık Afrika’da stratejik müttefikler oluşturma çabasında. ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) Afrika'daki birçok projeyi finanse ediyor. 



Körfez Ülkeleri: Gıda ve Tarım Güvencesi

Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Katar gibi Körfez ülkeleri ise özellikle tarım alanında Afrika'da toprak satın alarak ya da kiralayarak gıda güvenliğini sağlamayı hedefliyor. Aynı zamanda enerji ve finans sektörlerinde de yatırımları dikkat çekiyor. 

Yatırımların Felsefesi: Kalkınma mı, Kontrol mü?

Afrika’daki yatırımların çoğu büyük ölçekli, devlet destekli ya da devlet güdümlü projelerden oluşuyor. Bu durum ise yerel halkın, yerel ekonominin ne ölçüde fayda sağladığı sorusunu gündeme getiriyor. Bazı akademisyenler bu yatırımları “kalkınma işbirliği” olarak görürken, bazıları ise “yeni sömürgecilik” olarak değerlendiriyor. Altyapı projeleriyle birlikte artan borç yükü, bağımlılık ilişkilerini de beraberinde getiriyor.

Bölüşüm Yarışı Devam Ediyor

Afrika, yatırım için devasa bir potansiyele sahip. Ancak bu potansiyelin ne ölçüde Afrikalıların lehine kullanılacağı ise hâlâ tartışmalı. Çin,  ABD, Avrupa ve Körfez ülkeleri arasında süren bu yatırım yarışında en büyük tehlike, kıtanın yeniden bir “bölüşüm haritasına” dönüşmesi.

2024 yılı Afrika’ya doğrudan yabancı yatırımlar (FDI) açısından rekor bir dönem oldu. UNCTAD raporuna göre toplam FDI girişi 97 milyar ABD dolarına çıkarak bir önceki yıla göre %75 artış kaydetti. 

Bunun önemli bir bölümünü büyük altyapı ve kentsel projeler oluşturdu. Ayrıca yatırım kolaylaştırma politikaları ve liberalizasyon adımlarıyla sürdürülebilir büyüme desteklendi. 

Afrika’ya En Çok Yatırım Yapan Ülkeler ve Bölgeler

Bölge / Ülke

Yatırım Yapıcı Ülkeler

Ana Sektörler

Avrupa Birliği

Birleşik Krallık, Fransa, Hollanda

Yeşil enerji, altyapı, sağlık, eğitim; Global Gateway ile Afrika-AB işbirliği Vikipedi

Amerika Birleşik Devletleri

ABD şirketleri ve doğrudan yatırımcılar

Enerji, iş hizmetleri, teknoloji, üretim spglobal.comey.com

Çin

China–Africa Development Fund, devlet kuruluşları

Ulaştırma altyapısı (liman, demiryolu), madencilik, enerji, inşaat Vikipedi+1

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)

DP World, Abu Dhabi yatırım fonları

Lojistik, limanlar, enerji, tarım, sanayi; $97 milyar değerinde anlaşmalar spglobal.comWall Street Journal

Hindistan, Singapur, GCC Ülkeleri

Hint şirketleri, Singapur fintech firmaları

Finans teknolojisi, lojistik, ticaret, e-hükümet; yatırım stoklarında %30‑37 CAGR spglobal.com

Afrika’da Öne Çıkan Hedef Ülkeler

Mısır

2023’te yaklaşık 9,8 milyar ABD doları FDI aldı. 2024’te ise bu miktar USD 46 milyar civarına yükseldi. 

Suez Bölgesi, yenilenebilir enerji ve mega-kent projeleri yatırımcı çeken ana alanlar arasında yer aldı.

Güney Afrika

2023 FDI girişi 5,2 milyar USD, ekonomisi hala Afrika’nın en çeşitlilerinden biri. İş hizmetleri, teknoloji ve yeşil enerji alanları ön planda. 

Etiyopya

2023’te 3,26 milyar USD yatırım çekti. İstanbul, tekstil sanayisi ve sanayi bölgeleri yatırımcıları cezbetmeye devam ediyor

Uganda, Senegal, Mozambik, Namibya

Uganda: 2,89 milyar

Senegal: 2,64 milyar

Mozambik: 2,51 milyar

Namibya: 2,35 milyar USD

Bu ülkeler enerji, madencilik, altyapı, hidroelektrik, LNG ve tarım alanlarında yabancı yatırım ilgisi görüyor

Nijerya, Fildişi Sahili, DRC

Nijerya: 1,87 milyar

Fildişi Sahili: 1,75 milyar

DRC: 1,64 milyar USD

Büyük doğal kaynak potansiyeli ile dikkat çekiyorlar. 

https://www.engineeringnews.co.za/article/fdi-flows-into-africa-rose-by-75-to-97bn-in-2024-unctad-report-shows-2025-06

https://www.spglobal.com/market-intelligence/en/news-insights/research/foreign-direct-investment-trends-sub-saharan-africa

https://time.com/6975593/gulf-investment-boom-africa/?utm_source

https://www.wsj.com/world/africa/the-new-investment-superpower-outflanking-china-and-the-u-s-in-africa-ce52721c?utm

https://www.reuters.com/investigations/china-builds-space-alliances-africa-trump-cuts-foreign-aid-2025-02-11/

https://unctad.org/publication/world-investment-report-2023

 ATATÜRK'ÜN DİNLEDİĞİ  RUMCA PLAKLAR 

KOÇ MÜZESİNDEN



Nevin BİLGİN

Atatürk’ün müziğe olan ilgisi, onun kültürel yönünün en güçlü yansımalarından biridir. Türk sanat müziğinden Batı klasiklerine kadar geniş bir yelpazede müzik dinlediği bilinen Atatürk’ün, Rumca plaklar dinlediği de Koç Müzesi'nde sergilenen plaklardan ortaya çıktı. 

Atatürk'ün Balkanlar’a ve kültür zengini Anadolu coğrafyasına duyduğu ilgi göz önünde bulundurulduğunda, her tür müziği dinlediği görülmekte. 



R. Koç Müzesi, Atatürk’ün özel eşyalarını ve dönemine ait objeleri titizlikle sergileyen önemli kurumlardan biri olarak, Atatürk'ün dinlediği Rumca müzik plaklarını da sergiliyor. 




 HERKESİN KALBİNDE BİR FAHRİYE ABLASI VAR MIDIR?

SOĞUK AMA DÜRÜST KENTİN FAHRİYE ABLASI



Nevin BİLGİN 

Ahmet Muhip Dıranas’ın unutulmaz şiiri “Fahriye Abla”, yalnızca bir kadın güzellemesi değildir; aynı zamanda bireysel hafızanın, geçmişe özlemin ve kaybolan zamanın sembolik bir anlatımıdır. 

Ve bu şiirin arka fonunda, hem coğrafi hem duygusal anlamda bir şehir belirir: Ankara.

1930’lu yılların Ankara’sı, taşra ile başkent arasında sıkışmış, yeni kurulmuş Cumhuriyet’in ağırbaşlılığını ve sade yaşantısını taşıyan bir şehir… 

Ve bu şehirde geçen gençlik yıllarının, ilk heyecanların, sessiz sokakların ve mahalle yaşamının ortasında Fahriye Abla belirir: Güzelliğiyle, neşesiyle, ulaşılmaz cazibesiyle. 

Şiirin içindeki Ankara, soğuk ama dürüst bir başkenttir; Fahriye Abla ise onun içinde ansızın açan bir çiçek gibi, sıcak, canlı ve unutulmazdır.

Şair için Fahriye Abla, yalnızca bir kadın değil, bir çağdır; bir duygudur, bir eksikliktir.

Ve aslında hepimiz için bir Fahriye Abla vardır. Herkesin geçmişinde, içini ısıtan bir anı, hayranlıkla baktığı bir figür, ulaşamamış olduğu bir güzellik, bir abla vardır belki de. Adı Fahriye olmasa da… 

O bir komşu kızı olabilir, bir okul arkadaşı, bir mahalle ablası, bir yazlık misafiri, belki de hiç konuşulmamış bir aşktır. Ama geride hep aynı hissi bırakır: İz.

"Bir gün gitti bizden, güzelim, Fahriye Abla!" dizesiyle sadece bir insanın değil, bir dönemin, bir masumiyetin de kaybolduğunu hissederiz. İşte bu nedenle “Fahriye Abla” şiiri, bireysel bir hatıradan çok daha fazlasıdır; ortak bir duygunun şiirsel yansımasıdır.



Ahmet Muhip Dıranas, Fahriye Abla’yı anlatırken aslında bizi bize anlatır. Şiir, bireyselden evrensele uzanır. Bu yüzden sormalıyız kendimize:

"Benim Fahriye Ablam kimdi?"

Ve cevap belki de şudur:

Her kalbin bir köşesinde bir Fahriye Abla yaşar. Gitse de silinmeyen, uzaklaşsa da hatırlanan…

Ve erkekler için Fahriye Abla, çoğu zaman yaşanamamış olanın adıdır.

O yüzden iz bırakır.

Çünkü yaşanmış olan tamamlanmamıştır.


Fahriye Abla

Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar

Kapanırdı daha gün batmadan kapılar

Bu afyon ruhu gibi baygın mahalleden

Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın sen!

Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen

Gözlerin , dişlerin ve akpak gerdanınla

Ne güzel komşumuzdun sen Fahriye Abla


Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi

Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi

Güneşin batmasına yakın saatlerde

Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede

Yaz kış yeşil bir saksı ıtır pencerede

Bahçede akasyalar açardı baharla

Ne şirin komşumuzdun Fahriye Abla


Önce upuzun sonra kesik saçın vardı

Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı

İçini gıcıklardı bütün erkeklerin

Altın bileziklerle dolu bileklerin

Açılırdı rüzgarda kısa eteklerin

Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla

Ne çapkın komşumuzdun sen Fahriye Abla

Gönül verdin derlerdi o delikanlıya

En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya

Bilmem şimdi hala bu ilk kocanda mısın

Hala dağları karlı Erzincan'da mısın

Bırak geçmiş günleri gönlüm hatırlasın

Hatırada kalan şeyler değişmez zamanda

Ne vefalı komşumuzdun sen Fahriye Abla

Ahmet Muhip Dıranas


5 Ağustos 2025 Salı

 AĞRININ HİKAYESİ...

AĞRININ CİNSİYETİ OLUR MU?

"EL ALEMDEN BEN ALEME" VE AĞRININ KADIN HALİ KİTABI ÜZERİNE..

"SEN ANLAT" KÖŞESİNİN KONUKLARI: 

YAZARLAR PROF.DR. NERGİS ERDOĞAN, DR. AYŞE ŞULE ÇAĞLAR VE BİRSEN TEMİR SARAÇ İLE RÖPORTAJ



" AĞRININ KADIN HALİ VAR"

"AĞRIDA FİZİKSELLİK YANINDA PSİKOLOJİK, SOSYAL VE KÜLTÜREL FAKTÖRLER ROL OYNUYOR"

DÜNYA PSİKİYATRİ DERNEĞİ BİLDİRGESİ: 'KADINLARIN RUH SAĞLIĞI KADINLARIN YAŞAMLARI BAĞLAMINDA ELE ALINMALI' DİYOR"




NEVİN BİLGİN 

Kimi zaman bir ağırlık çöker omuzlara. 

Nereden geldiğini bilemediğimiz, ne ilaçla ne de uykuyla hafiflemeyen bir ağırlık. 

Ve bu ağrı en çok kadınların bedeninde yankılanır. 

Kadınların sıklıkla yaşadığı, nedeni konulamayan ama varlığı tüm benliğe yayılan bu ağrılar... Peki bu ağrıların kaynağı gerçekten beden mi, yoksa bastırılan duygular, yüklenilen roller, suskunlukla geçiştirilen yıllar mı?

“El Alemden Ben Aleme” tam da bu soruların izini sürüyor. Kitap, okuru “el alem ne der” prangasından özgürleştirerek, kendi içine, kendi sesine, kendi bedenine kulak vermeye çağırıyor. İçimizdeki "ben"in sesini bastıran toplumun beklentilerini, görünmez sorumlulukları, güzellik kalıplarını, ideal kadın mitini sorgularken, esas olanın başkalarının onayı değil, kendimize verdiğimiz değer olduğunu hatırlatıyor.

El âlem için şekillenen hayatların içinde kendini kaybeden kadına bir davet bu kitap: "Kendine dön, bedeninle yeniden tanış, duygularını yargılamadan kabul et, ağrının kadın hâline kulak ver"  Çünkü ağrı, bazen bastırılmış bir duygunun, bazen görülmeyen emeğin, bazen de hayata tutunma çabasının sessiz çığlığıdır. 

Ve hayır, nedeni bulunamayan her ağrı bir şımarıklık değildir. Tıpkı görünmeyen yüklerin ruhu ve bedeni nasıl ezdiği gibi, suskunluğun da yankısı bazen fiziksel bir sızı olarak çıkar karşımıza.

Bu kitap, kadının ömür boyu süren görünmez mücadelesini görünür kılarken, aynı zamanda acının, yalnızca bir "katlanma" değil, bir farkındalık kapısı olduğunu da gösteriyor. Kendini yok saymadan var olabilmenin yollarını arayan her kadının, bu ağrıları çözmeye çalışanların, tıbbı meslek edinmişlerin, kadını anlamak isteyen, anlaması gereken erkeklerin, durumu erken kavramak isteyen gençlerin  başucu kitabı olmaya aday.

Yazar, aile sorunlarından ekonomik zorluklara, mesleki tükenmişlikten sosyal çevre baskısına kadar birçok etkenin kadın bedeninde nasıl yankı bulduğunu incelikli bir dille anlatırken, egzersizden meditasyona, bedenle bağ kurmanın iyileştirici yollarına da ışık tutuyor. 

Ağrının ardındaki hikâyeyi, o hikâyenin ardındaki sesi duyabilmek isteyenler için bu kitap bir davet mektubu: Kendine, bedenine, benliğine...



El Alemden Ben Aleme ve Ağrının Kadın Hali adlı kitap Prof.Dr. Nergis Erdoğan Dr. Ayşe Şule Çağlar Bürsen Temir Saraç tarafından kaleme alındı. 

Kadınların toplumdan gelen beklenti ve baskıları nasıl içsel bir dönüşümle kendi ruhsalfiziksel alanlarına taşıyabileceklerine odaklanıyor. “El Âlemden Ben Âleme” başlığı altında, özellikle kadınların yaşadığı fiziksel ve psikolojik ağrıların toplumsal nedenleri sorgulanıyor, kadınların ağrılarının ardındaki psikososyal nedenlere ışık tutuyor.

        Prof.Dr. Nergis Erdoğan

Prof. Dr. Nergis Erdoğan ve Dr. Ayşe Şule Çağlar’ın mesleki, kişisel ve akademik birikimleriyle şekilenmiş, 2023–2024 yılları arasında İstanbul, Bitlis, Bursa, Bodrum ve Edremit’te düzenlediği kadın buluşmalarında binlerce kadına ulaşmış Anadolu Kadın Hareketi Derneği’nin katkılarıyla kitaplaştırılmış. Sayın Prof.Dr. Nergis Erdoğan ve Dr. Ayşe Şule Çağlar'ın sorulara verdikleri yanıtlar şöyle: 

EL ALEMİN KADIN HAYATINDAKİ YERİ

1. Şule Hanım, kitabınızın başlığında geçen “El Âlem” kavramı, kadınların hayatında nasıl bir yer tutuyor? Bu kavramın kadınlarda fiziksel ağrılara dönüşebilecek kadar güçlü bir baskı unsuru olduğuna nasıl karar verdiniz? 

Toplum bize “kadın olma ve bizden beklenen kadın rollerini” yani nasıl davranmamız, nasıl ve ne olmamız, neleri hayal etmemiz ve nelerden vazgeçmemiz gerektiğini “El Alem ne der?” diyerek öğretiyor. Küçük yaşlardan beri benliğimize ilmek ilmek örülenler bizim benlik yapımızın bir parçası olur. Kadın rollerinin kadınlarda fiziksel ağrılara dönüşebilecek güçlü bir baskı unsuru olduğuna biz karar vermedik. Yapılan araştırmalar göre kadınla erkek arasındaki biyolojik cinsiyet farkı, bu iki cinsiyet arasındaki sağlık açısından farkları açıklamada yetersiz kalıyor. Bu bize sağlık yönünden cinsiyetler arası farkların oluşumunda, sürekliliği ve kalıcılığında psikososyal faktörlerin önemli rol oynadığını göstermekte. 

DÜNYA PSİKİYATRİ DERNEĞİ BİLDİRGESİ: KADINLARIN RUH SAĞLIĞI KADINLARIN YAŞAMLARI BAĞLAMINDA ELE ALINMALI

Dünya Psikiyatri Derneği Uluslararası Uzlaşma Metni Bildirgesi (2005) kadınların ruh sağlığının, kadınların yaşamları bağlamında ele alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Kuruluşundan bu yana, Dünya Sağlık örgütü de ne ruhsal ne de fiziksel sağlık tek başına var olabilir, birbirini etkiler ve birbirinden etkilenir demektedir. El alem aracılığı ile bize öğretilen kadın rolleri kadınların yaşamlarının sosyal bağlamını oluşturur, ve ruh ve fiziksel sağlıklarını etkiler, ihtiyaçlarını erkeklerinkinden farklı kılar. 

Sağlık, ruh sağlığı da dahil olmak üzere genetik ve biyolojik faktörlere ek olarak çok çeşitli faktörler tarafından belirlenir. Sağlığın sosyal belirleyicileri olarak tanımlanan bu faktörler sağlık sistemi dahil, insanların doğdukları, büyüdükleri, yaşadıkları, çalıştıkları ve yaşlandıkları sosyal, kültürel, çevresel ve ekonomik koşulları ifade eder. 

Bir kadının sağlık açısından hayatının bağlamı cinsiyeti, yaşı, sosyoekonomik durumu, etnik kökeni, cinselliği, engelliliği, yaşadığı toplum, coğrafya, sağlık hizmetlerine erişim, sağlık ve hastalık deneyimleri ile ilişkilidir. Bu noktada kadın ve erkek sağlığı arasında bir rekabet olmadığını, sorunun farklılıkları tanımakla ilgili olduğunu vurgulamak önemlidir. Kadın ve erkek arasında sağlık açısından görülen farkları açıklamak için bu farklılıklara bir toplumsal cinsiyet merceği aracılığıyla bakmak gerekmektedir.

           Dr. Ayşe Şule Çağlar

BEN ALEME GEÇMEK VE ATAERKİL YAPI

2. Ben Âleme" geçiş bir tür içsel özgürleşme gibi sunuluyor. Bu dönüşüm, özellikle ataerkil yapılar içinde yaşayan kadınlar için nasıl bir mücadele gerektiriyor? Gerçekten mümkün mü, yoksa ütopya mı? 

Ben Âlem derken kendimize özgü, neysek o olmayı kastediyoruz. Her canlının var olabilmek için harekete geçirdiği bir içsel gücü vardır. Bize dikte edilen kadın rolleri bizde var olan bu içsel gücümüzü törpüleyebilir. 

Ataerkil toplumlara gelince… Aslında, başkalarının ne düşündüğünü önemsemek sağlıklı olabilir. Bu normal bir insan tepkisidir. Başkalarıyla yakınlık kurmak , kabul ve onay almak isteriz ve elbette bu yüzden insanların ne düşündüğünü, onlarla olan ilişkimizi önemseriz.

BEN ALEME GEÇMEK BENCİLLİK VE BİREYCİLİK DEĞİL

Ben alem derken, bencil ya da bireyci olmak, sosyal sorumluluklarına karşı davranmayı kastetmiyoruz. Ben alem kendimizi fiziksel olarak tüm çevreden soyutlamak, ıssız bir adada tek başımıza hiçbir ilişki olmadan yaşamak değildir. Toplumdan kendini soyutlamış, bir ben alem aramak yolumuzu kaybetmek anlamına gelir. Bu kavram, “ben” olarak yaşadığımız toplumda kişiliklerimizi tahrip etmeden, hırpalamadan, yıpratmadan, zedelemeden toplumla ilişki içerisinde var olabilmek, ilişkilerimizde sağlıklı güç dengesi ve sınırlılıklar belirleyebilmeyi ifade eder. Kendi değerimizi bilerek, kendimizi tanıyarak, anlayarak, kabul ederek, İfade ederek, değer ve onurumuzu fark ederek ve iç görülerimize güvenerek yaşamak. Bence bu mümkün. Ütopya değil. Bu yapan çok kadın var. 

KADINLARDA DEPRESYON ERKEKLERE GÖRE İKİ VEYA ÜÇ KAT FAZLA

3. Kadınların yaşadığı ağrılarda duygusal ya da toplumsal faktörlerin etkili olabileceğini iddia ediyorsunuz. Hangi somut örnekler, bu iddiayı en çarpıcı biçimde destekliyor? 

Aslına iddia etmiyoruz. Bunu gösteren pek çok bilimsel araştırmalar var. Kadınların sağlığı ve refahı, ekonomideki, evdeki ve toplumdaki cinsiyetlendirilmiş işbölümleri ve roller, sorumluluklar ve güç ilişkileri hakkındaki cinsiyet temelli beklentilerden olumsuz yönde etkilenir. Kadınlar, işyerinde, ailelerinde ve arkadaşlık ilişkileri içindeki rolleriyle ilgili olarak günlük yaşamda birçok zorlukla karşılaşmaktadır. ; bu tür sosyal gereksinimler ve beklentiler, kadının zihinsel ve duygusal sağlığını ve refahını etkileyebilecek beklenmeyen bir baskı hissetmesine neden olabilir.

 Hemen hemen dünyanın her bölgesinde kadınlarda depresyon erkeklere oranla iki veya üçkatı daha fazla görülmektedir.

KADINLAR DUYGU ODAKLI 

Bu diğer ruh sağlığı konularında da kendini göstermektedir. Her kadının %70 olasılıkla yaşamının bir döneminde depresyonda olabileceği belirtilmektedir.. 

Depresyon, kaygı ve intihar düşünceleri kadınlarda erkeklere orana daha fazla görülmektedir. Erkeklerde ise daha fazla madde kullanımı, şiddet, anti sosyal davranışlar ve intihar gibi davranışlar gözlemlenmektedir . Kadınlar yaşamlarında daha fazla stresli olaylara maruz kalmakta ve bu olaylara karşı tepkileri erkelere göre daha farklı olmaktadır. 

Kadınların stresle baş etme mekanizmaları daha duygu odaklı iken erkeklerin daha çok problem çözme odaklı olduğu gösterilmektedir . Cinsiyetler arası bu fark toplumsal cinsiyet rolleri ve kadınların toplumun yapılandırdığı “kadınsı” rollerin fazla içselleştirilmesi ile açıklanmaktadır. 

               Birsen Temir Saraç

KADIN HİKAYELERİ

4. “Yürüttüğünüz  çalışmalarınızdan söz eder misiniz? Bu çalışmalarda sizi en çok etkileyen kadın hikâyesi neydi? 

Şule ve ben farklı yollardan çalışmalar yürüttük. Şule kadın sorununa toplumsal cinsiyet rolleri açısından bakan çalışmalar yaparken ben hekim olarak kadın olmanın yarattığı koşulların kadınların hayatlarına ağrı olarak nasıl bedellendiğine tanık oldum. Meslek hayatım boyunca birçok yaygın ağrılı kadın hastamın hikayesini birkaç soru ile biraz derinleştirdiğimde arkasında kadın olmaktan kaynaklanan sorunları gördüm. 

Değerli meslektaşım ve dostum Arif Dönmez ile birlikte hasta okulu ve kaplıca çalışmaları yaptık anlamlı sonuçlara vardık. Hastalarımızın öyküleri bizi derinden etkiledi. Binlerce öykü arasından bana çarpıcı gelen ve unutamadığım bir tanesini anlatmak isterim. 

Nispeten genç sayılabilecek elli yaşlarında, iyi giyimli, saçları sarıya çalan bir kadın elinde bastonla, neredeyse iki büklüm muayene odasına girdi. 

Gördüğüm manzaranın telaşıyla hemen yer gösterdim oturdu. Yurt dışında yaşayan hastanın şikayeti bel ağrısıydı. Uzun yıllardır sürüyordu ve onlarca doktora gitmiş, ilaçlar almış, fizik tedavi ve kaplıca tedavisi görmüş hiç birisinden yararlanmamıştı. Muayenesini yaptığımda sadece bel değil boyun, omuzlar ve daha birçok vücut bölgesinin elle muayenede ağrılı olduğunu gördüm. Belinde de ciddi bir bozukluk görmedim. 

Tetkikleri ve görüntülerinde de hastayı bu kadar zora sokacak bir tablo yoktu. Bu durumlarla beklenenden daha sık karşılaşırız ve beynimizde nasıl bir yol izleyeceğimize dair yoğun bir faaliyet başlar. Hikayesini derinleştirmeye karar verdim. Aile, evlilik, eş hakkında sordukça karşıma çok dramatik bir öykü çıktı. 

Doğu illerinden birisinde doğmuş, çok on beş on altı gibi küçük yaşlarında anne babası da istememesine rağmen dedesinin ısrarı ile istemediği birisiyle evlendirilmiş, bir süre sonra da Almanya’ya götürülmüştü. O sıralar otuz yıldan fazla süredir evli olduğu kocasından ölesiye nefret ediyordu. Bu nefreti şöyle ifade ediyordu: Her gün kapı çaldığında bu yine ölmemiş geldi diyorum, yüreğim sıkışıyor; bir gün gözümün önünde ölse hemen kahvemi yapacağım, sigaramı yakacağım, çocukları arayıp babanız öldü alın götürün buradan diyeceğim. Bu koşullarda geçen bir ömür gözümün önüne geldi ve bu kez benim yüreğim sıkıştı. 

Psikiyatrinin önemli bir kuralı baş edemeyeceğin bir sorunu kurcalamamaktır, dağıtmamaktır ama dayanamadım sordum. Hiç boşanmayı düşünmediniz mi? “Düşünmez olur muyum” dedi “her gün düşünüyorum gül gibi de kendime bakarım çocuklarımın da bana ihtiyacı yok artık”. Duraksadı “ama dedem annem babam hepsi hayatta, onlar hayattayken boşanamam ki..” 

KADINLAR ÖNCELİKLE PSİKOLOJİK GÜÇLENMELİ

5. Kitapta geçen dönüşüm,  bireysel bir uyanış kadar kolektif bir hareketi de içeriyor mu? Kadınların birlikte güçlenmesi konusunda neler önerirsiniz? 

Uzun yıllardır kadınların güçlendirilmesi ile ilgili çok sayıda duyarlılaştırma, savunuculuk ve kapasite geliştirme programları uygulanmaktadır. Bu programlar daha çok sosyal, ekonomik, kültürel ve politik güçlendirme konularına odaklanmış, kadınların birer birey olarak psikolojik yönden güçlendirilmesinin gerekliliği göz ardı edilmiş, dikkate alınmamıştır. 

Oysa kadınlar öncelikle kendilerini bir birey olarak güçlü algılamadıkça politik ve ekonomik güçlenmeleri mümkün değildir ve bunların temelinde, tüm yaşam alanlarının üzerine yapılanacağı “psikolojik güçlenme” yer alır. Psikolojik güçlenme diğer bütün güç alanlarının üzerine inşa edilebileceği temel bir alandır ve önkoşuldur. 

Kadının psikolojik güçlenmesi “bir şey üzerinde güç sahibi olması” veya “dışardan yapay olarak kadınlara verilen bir güç” değildir. Kadının güçlü olması, neye sahip olduğuyla değil, kendine olan saygısı, güveni, kendine verdiği değer, kendini ne derece yeterli hissettiği, kendi onurunu fark etmesi ve yaşamımızda belirleyici olabilme yetisi gibi temel gelişim unsurlarının bütünüdür. Kadınların iç dünyaları, duyguları ve kendilerini içsel olarak güçlü hissetmeleri ile ilgili bir kavramdır. 

Çevrelerini kontrol edebileceklerine, hedeflerine ulaşabileceklerine, dış engellerin üstesinden gelebileceklerine inanmalarını sağlayan içsel bir dönüşüm anlamına gelir. Aynı zamanda iç görü ve bilgi kazanmaları, çevrelerindeki kaynakları belirleyebilmeleri, bu kaynaklara nasıl erişebileceklerini bilmeleri, kaynaklara erişiminin önündeki engelleri anlamaları ve bu engelleri aşabileceklerine inanmaları ile de ilgilidir. 


AĞRININ KADIN HALİ 

6. "Ağrının Kadın Hali" demekle, erkeklerde görülmeyen ya da farklı deneyimlenen bir ağrı biçiminden mi bahsediyorsunuz? Kadınlara özgü ağrıların psikososyal yönü hakkında ne söylemek istersiniz?

Erkeklerde görülmeyen ya da farklı bir deneyimden söz etmiyoruz. Biyolojinin kronik ağrıda oynadığı rolden hiç kimse ciddi olarak şüphe edemez, ancak ağrı ile ilgili baskın görüşler uzun yıllar psikolojinin oynadığı rolü ihmal etti. 

Bizler sadece biyolojik varlıklar değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyal varlıklar olduğumuzdur. Başlığından da anlaşılacağı gibi, biyo-psiko-sosyal model, insan işleyişinin kapsamlı bir resmini geliştirmek için hem psikososyal hem de biyolojik sağlık modellerini entegre etmeye çalışır. Biyo psiko sosyal yaklaşım, bir kişinin inançları ve tutumları, sosyal destek düzeyi ve yaşadığı sevgi derecesi, kaldıkları çevresel stres faktörlerinin tümü, sağlık ve hastalığın önemli yordayıcıları olarak görülmektedir. Bu yaklaşım hastaların kendi yaşantılarına dayanan bilgilerle ortaya çıkmıştır. 

Doktorlar farkında olmasa bile hastalar kendi psikolojik deneyimlerinin farkındadırlar. Tıbba biyo-psiko-sosyal yaklaşımın mesajı, hiçbir düşünce sisteminin tek başına fiziksel, duygusal, sosyal, politik ve ekonomik çevresi bağlamında insan organizmasının karmaşıklığını yansıtmaya yeterli olmadığıdır .

Kadınların her yaşta ve dünyanın her bölgesinde erkeklerden daha yüksek fiziksel ve zihinsel hastalıkları vardır.

Kadın üreme hastalıkları hariç tutulduğunda bile, kadınların sağlıkla ilgili olarak daha çok aktiviteleri kısıtlanır, işten izin alırlar, hastanede daha uzun süre kalırlar ve sağlık harcamaları daha fazladır. Kadınların daha yüksek sağlık hizmeti kullanımı ekonomik kaynaklarını daha da azaltmaktadır. Literatüründe çok açık ve belirgin olarak gösterildiği gibi kadın ve erkeklerin ağrı ile algı, ifade ve baş etme şekillerini farklıdır. 

Örneğin erkeklerin metin, olduğunu ağrılarını kontrol edebildiklerini ve sağlık hizmetlerinden kaçındıklarını tüm literatürde sunulmaktadır. 

BEKLENEN ÖĞRENİLMİŞ NORMLARA GÖRE AĞRI

Öte yandan erkeklerde karşılaştırıldıklarında, kadınlar literatürde ağrıya daha duyarlı, daha ifade edici ve daha rapor edici olarak tanımlanıyor. Bütün bunlar bize erkeklerde kadınlar arasındaki bu davranışların biyolojik değil kadından ve erkekten beklenen (öğrenilmiş) normlarına göre olduğunu kanıtlamaktadır.

FİZİKSEL ŞİDDET DE DAHİL

Kronik ağrı kadınların yaşamında karmaşık nedenleri olan mekanizmalar tarafından ortaya çıkabilir. Kadınlar genellikle bakım ve sevgi verme durumundadırlar ve bunun yaratığı stresler, fiziksel şiddete maruz kalma gibi durumlar vücut üzerinde ömür boyu sürecek izler bırakabilir. Açıklanamayan ağrıları olan kadınların ortak özelliği kadın olmalarıdır her ne kadar yaşam deneyimleri ve stres kaynakları farklı farklı olsa da...

AĞRIDA FİZİKSELLİK YANINDA PSİKOLOJİK, SOSYAL VE KÜLTÜREL FAKTÖRLER ROL OYNUYOR

7. Kitapta sıkça geçen “ağrı” kavramı sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal bir yara gibi de okunabilir mi? Ağrıyı bir tür sessiz çığlık olarak mı görüyorsunuz?

Ağrı çok karmaşık bir konu. Aslında hayatta kalmamız için olmazsa olmaz bir uyarıcı birçok tehlikeden ağrı ile konunuyor, tehlikeden ağrı sayesinde haberdar oluyoruz. 

Ağrı nedeniyle ateşe değen elimizi salise içinde geri çekiyoruz. Aksi halde yanık et kokusu veya kömürleşmiş görüntüsü ile fark edebilirdik. Fiziksel ağrı açısından evet ağrı bir tür çığlık. Öte yandan bazen bedende hiçbir hasar yokken de kronik ağrı yaşanıyor. Günümüzde ağrıyı mutlaka fiziksel bir hasara bağlamak anlayışı çok değişti. 

Biliyoruz ki ağrı değişiklikler sonucu beynin bazı bölgeleri bir ağrı üreteci haline gelebiliyor ve sadece kavanozda beyinden ibaret olsanız da ağrı çekebiliyorsunuz. Üstelik bu tür ağrıların gelişiminde hepsi birbiriyle ilişkili olan psikolojik, sosyal, kültürel birçok faktör rol oynuyor. Bu anlamda ağrıyı ruhsal yaranın göstergesi, sessiz bir çığlık olarak da yorumlayabiliriz

BEDEN VE ZİHİN AYRILMAZ BİR BÜTÜN

8. Kadınların kendi bedenlerini ve sınırlarını tanıması için sizce en önemli adım nedir? Bu farkındalığı kırmak ya da ertelemek kadınlara nasıl zarar veriyor? 

Vücut farkındalığımızı bir gecede geliştiremeyiz. Uzun yıllar alışık olduğumuz tutum ve davranışları değiştirmek motivasyon ve çaba ister. Vücut farkındalığı tek başına yaşamınızın diğer biyo psiko sosyal alanlarından kopuk olarak değişmez. 

Kişinin kişisel geçmişi, duyguları, içinde yaşadığı kültürel normlar, toplumsal cinsiyet rolleri, psikolojik ve biyolojik faktörlerden etkilenir. Dolayısıyla bireyin kültürün ideali olan vücut imajını nasıl algıladığı, bireysel vücut idealini nasıl tanımladığı, mevcut vücut imajını nasıl gördüğü ve gerçek vücut şekli hakkındaki görüşü ve bütün bunları nasıl içselleştirdiği önemlidir. Burada önce şu konuyu vurgulamak isterim. 

Beden ve zihin ayrılmaz bir bütündür, bir döngüyü tamamlar. İnsan tüm parçaları ile birbiriyle bağlantılı bir sistemdir. Zihin vücudun, vücut ise zihnin bir parçasıdır ve birbirlerini etkilerler, tek bir organizmanın göstergeleridir, aralarında güçlü bir bağlantı vardır. Bu nedenle, kendimizin farkındalığı zihinsel ve bedensel farkındalığımızdan oluşur. Zihnin ve beden bütünlüğü biyoloji, fizyoloji ve bilimsel düzeyde doğrulanmış kabul edilmiştir. Zihniniz ne hissederse bedeniniz de aynı şeyi hisseder ve bedeniniz ne hissederse zihniniz de hisseder. Zihniniz bir şey düşündüğünde, vücudunuz fiziksel bir tepki yaşayabilir. 

Örneğin, üzücü bir düşünceden sonra kendinizi ağlarken yakalayabilirsiniz. Öfkelendiğinizde Yüzün rengi değişir, kaşlar çatılır, gözlbebekleri büyür veya kısılır, dudaklar titrer. Dolayısıyla kadınların bedenlerini tanımaları aslına kendilerini de tanımalarıdır. Bedenimizi nasıl kavrıyor, nasıl algılıyorkendi bedenimizden ne anlıyorsak, onu nasıl görüyorve onu nasıl var ediyorsak varlığımızı da o şekilde gerçekleştiriyoruz.

VÜCUDUMUZUN SÖYLEDİKLERİNİ DİNLEMELİYİZ

Ne yazık ki, çoğumuz vücudumuzun söyleyeceklerini dinlemeyiz. Örneğin, kendimizi kötü hissedebiliriz, ancak yine de ev işi yapmaya devam ederiz. Kendimizi aç hissedebiliriz ama kendimize yemeye ihtiyacımız olmadığını söyleriz. Stresten omuzlarımız sertleşebilir ama yine de önemi yokmuş gibi davranırız. Bedeni, işini bir şekilde bizsiz yapan bu 'öteki' olarak düşünme eğilimindeyiz. 'Çoğumuz bedenin rolünü görmezden gelerek beynimizi çalıştıran bir  makine olarak kullanırız. Yani, bedeni sadece bilinç ve bilişe pasif bir şekilde duyu verileri veren bir araç olarak görürüz

KADINLARIN AĞRISINI DİNLEMEYİ BİNLERCE YIL EVVEL BIRAKTIK

9. Kitapta “ağrının dili”ne kulak vermek gerektiğinden söz ediyorsunuz. Sizce biz toplum olarak kadınların ağrısını dinlemeyi ne zaman ve neden bıraktık? 

Bu çok can yakıcı bir hikaye. Değerli Prof Dr. Nevzat Kaya hocanın ifadesiyle “iki yüz elli bin yıllık bir imparatorluğun yaklaşık on bin yıl önce işgalci güçler tarafından istilasıyla başladı. Evet yerleşik toplumdan söz ediyorum. Avcı toplayıcı, çocukların sadece anne, anneanne, teyze ve dayılarının bilindiği, henüz baba kavramının olmadığı anaerkil düzende kadın toplumda çok önemli bir yerde. 

Eli boş dönebilecek avcıya karşı sürekli beslenmeyi insan topluluklarının sürdürülmesini sağlayan konumda.

Yerleşik düzene geçiş ve babalığın keşfi, üretimin erkeklerin egemenliğine geçişi gibi faktörler kadının sesini kısıyor ve eve hapsediyor, özellikle genç kadını toplumsal hiyerarşi basamağında en alta yerleştiriyor. Bu durum binlerce yıldır sürüyor. Ancak on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllar kadınların bu duruma ciddi itirazlarına, kitlesel protestolarına tanık oldu. Kadın hareketi her gün çeşitleniyor, güçleniyor, Dünya’da sosyal ve ekonomik adaletin sağlanmasında çok önemli bir yer tutuyor, örnek oluyor.

AMAÇ KADIN HAREKETİ ORTAYA ÇIKARMAK DEĞİL

10. Bu kitabı yazdıktan sonra sizde değişen ne oldu? Akademik birikiminizye kadın hareketlerine, atölye çalışmalarına destek vermek sizde nasıl bir iç dönüşüm yaşattı? 

Aslında amacımız kadın hareketine dönüştürmek değil, var olan kadın hareketlerine kendi birikimlerimizle destek olmak. Onlarla birlikte çalışmak bizim motivasyonumuzu artırıyor. Ama çok farklı yerlerle de çalıştık. daha çok bireysel olarak çalışıyoruz. Çalışmanın kendisi hem kişisel hem de toplumsal anlamda insanın kendisini de dönüştürüyor elbette. İnsana bakışınız derinleşiyor, dünyaya bakışınız genişliyor.


40 senedir kadınlarla çalışıyoruz.  Yaptığımız kadın hareketi ortaya çıkarmak değil. Varolan dernek Anadolu Kadın Hareketinin, onların çalışmalarına destek verdik.  Biz onlara destek anlamında atölyeler yaptık.  Kollektif bir kadın hareketi değil.